« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Şub

2021

Kazakistan'ın alfabe hamlesinin anlamı ne

Kemal Üçüncü 01 Ocak 1970

42 harften oluşan ve yaklaşık 80 yıldır kullanılan Kazakça Kiril alfabesini bırakan ülke Latin alfabesine geçişle birlikte 32 harf kullanacak. Peki tarihteki anlamı ne?

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da ortaya koydukları irade ve kararlılık Batı Türk Devletinin 1000 yıllık tarihsel yürüyüşünün en önemli dönemeçlerinden biridir.

Atatürk’ün de içinde olduğu Türk milliyetçileri XX. yüzyılın başında Avrasya çağını tayin ettiler. Türk milliyetçiliğinin partili tarihi 132 yıla ulaşmıştır. (İlk parti ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti1889’dur.) Bu cümleden olmak üzere, Müsavat Partisi öncülüğünde Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (kısa süreli bir diğer deneyimdir), 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular.

Türk milliyetçiliğinin ana damarlarından biri (erken evrelerinde) Rus yayılmacılığına karşı antiemperyalist bir hareket olarak teori ve pratiğini Rusya’da idil Ural ve Kafkasya eksenindeki aydınlar öncülüğünde üretmiştir. Bu birikim sonradan Türkiye’ye intikal etmiştir. İçinde Fransız devriminden, ihtilal-i kebirden müdevver eşitlik, adalet ve hürriyet prensiplerini barındırır.Ekonomi politik görüşü sanılanın aksine halkçı, kamucu ve planlamacıdır. Özel girişimi dışlamaz lakin ekonominin insanı ve toplumu dönüştüren bir öge olarak devlet planlamasında olmasını varsayar. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ilmi Türkçülük ve Türkolojiyle beslenmiştir, Ömer Naci ekolüdür. ITC’nin kalem, kalpak, revolver mektebinde pişmiştir. "Ben Erzurum'dan İzmir'e kadar bir elimde idam sehpası öbür elimde silahımla geldim” sözü bu ruhun ifadesidir.

Yüzyılın başında 3 kıtada büyük bir mücadele vermişlerdir. İlmi Türkçülük mektebinin takipçileridirler. Tarih ve kültür görüşleri Türkoloji bilimsel disiplini içinde şekillenmiştir. Pekarsky’nn Yakut Dili Sözlüğünü okuyan son generaller ve devlet adamları bu ekoldendir, sonrakiler ismini dahi duymamışlardır.

Teorik arka planları güçlüdür. Teoriyi yaşadıkları bir kaç insan ömrüne sığmayacak pratikten ve birikimden üretmişlerdir.

Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarında Ziraat Bankası Genel Müdürü’nin odasında Dr Zeki Bey’e yaptığı açıklamalar Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının en ileri evresini anlamak için çok önemlidir. Bilhassa harbiye eğitimi almışların ve CHP geleneğinden gelen milliyetçilerimizin bu konuya dikkat etmesi gerekir.


"Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?"

- "Evet Paşam."

- "O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun?"

- "Evet, görüyorum Paşa Hazretleri."

- "Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam!"

Düşün bir kere… Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar… Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.

Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir

İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir.

Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!

- “Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır”. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli...

Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım..

-Bunları kim yapacak?

-Elbette biz.

-Nasıl yapacağız.

-İşte görüyorsunuz , “Dil Encümenleri”, “Tarih Encümenleri” kuruluyor. Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli.. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli.

-İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz. Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.

Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir.

Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!

Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.

Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum.. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!

İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum!

Velhasıl, Türkçülük ve Milliyetçilik tablacı kültürüyle yapılabilecek bir iş değildir.Entelelktüel bir arka plan, güçlü bir teorik ve pratik birikim , literatür gerektirir. Büyük telefon , ince gözlük, parlak takım elbise yeterli değildir.

Konumuza dönelim ve yüzyılın başındaki ilmi Türkçülük perspektifi açısından Bakü Türkoloji Kurultayını inceleyelim.

1. Bakü Türkoloji kurultayı Türk dünyasında ar arda gelecek latin alfabesine geçiş kararları açısından önemli bir adımdır. Türkiye de dahil olmak üzere latin alfabesine geçişin arkasında bu kongre kararlarının mutabakatı vardır. Lenin’in halklara ve milliyetlere özgürlük ikliminin etkili olduğu bir atmosferde Samoyloviç gibi entelektüellerin desteğiyle Türk dünyası böylesi ilerici bir adımı atmaya yönelmişlerdir. Gürcü asıllı Stalin yönetimi döneminde başta Samoyloviç ve Çobanzade olmak üzere bütün Türkologlar bu kongreyi düzenlemenin bedelini pantürkist sapma suçlamasıyla hayatlarıyla ödemişlerdir. Bu anlamda yüzyılın başında Türkolojinin entelektüel bir kaygısı, bir felsefesi ve perspektifi vardı. Uzun yıllardan beri Türkiye Türkolojisinde olduğu gibi yegane amacı açık çay içip fiil çekmek, transkripsiyon yapmak, ilmi işçilik değildir

Abdullah Gündoğdu’ya göre: “19. yüzyılda Türkoloji’nin gelişmesine bağlı olarak Arap harflerinin Türk dilinin fonetiğine uymadığı yönündeki görüşler, bir alfabe değişikliğini gündeme getirmekteydi. Daha sonra Özellikle Samoyloviç, Malov, Dimitriev, Yuhadin, Baskakov gibi Rus Türkolojisinin ünlü isimlerinin mesaisinin de etkisi ile bu konu, Türk dünyasında daha uçta yer alan yenilikçi aydınlar tarafından savunula gelen bir fikir oldu. Türkiye’de, Kafkasya’da, Türkistan’da, ve İdil- Ural bölgesinde yenilikçi aydınların gündeminde, bu konu uzun süre kaldı. Zamanından beri taassupla boğuşan Kafkasya aydınlarının yenileşme programında Türk dilini Latin alfabesi ile yazmak fikri yüksek perdeden dillendirilmekteydi. Ona göre bu iş tüm lazım gelen yeniliklerden demiryolundan, telgraftan daha vacip bir iş idi. Ahmet Ağaoğlu, 1901 yılında yazdığı “İslâma Göre ve İslâm’da Kadın” adlı Rusça olarak Tiflis’te yayınladığı risalesinde “Müslümanların kurtarılması, onların manevî, hatta” siyasî kalkınmaları yalnız iki meselenin halline bağlıdır. Kadın meselesi ve alfabesinin ıslahı” diye yazar.

Bolşevik idaresinin tüm çarlık sahasında hâkimiyeti ele almasından sonra Türklerin yaşadığı bölgelerde de yenilikçi ve devrimci fikirler hiç olmadığı kadar hayata geçirilme imkânı buldu. Latin harflerinin tatbiki, Lenin tarafından doğu halkları için devrimin bir ön şartı olarak görülüyor, Bolşevik Rusya’da yürütülecek kültür devrimleri için bir gerekçe oluşturuyordu. Bu konuda çeşitli kurullar ve toplantılar hemen faaliyete başladı. 1919 Kazan’da toplanan Bütün Rusya Türk Halklarının İmlâ Meseleleri konferansı, bunun ilk adımını oluşturdu. Henüz alfabe değişikliği ile ilgili tereddütler giderilemediği için konferansta ağırlıklı olarak alfabe ıslahı üzerine odaklanılmıştı. 1920 yılı içerisinde Kazan’da Ufa’da, Yekaterinaburg’da yapılan bir dizi kurultayda Tatar, Başkurt, Çuvaş âlimlerin, Latin alfabesine geçiş konusunda, görüş birliğine vardıklarını görüyoruz. 22 Temmuz 1922’de Yeni Alfabe Komiteleri oluşturularak faaliyete başlandı. Bütün Türk halklarının Latin alfabesine geçişi yönündeki ortak iradeye karşı oluşan direnişi kırmak ve bu kararın objektif alınmış bir karar olduğunu göstermek maksadıyla, daha önceden Kiril alfabesini kullanan tanassur ettirilmiş Altay Türkleri Latin alfabesine geçirildi. Saha Özerk Cumhuriyeti’nde de 1917 yılından beri uygulanmakta olan Latin alfabesi resmiyet kazandı. Bu konuda Müslüman Türkler arasında daha hazır bir kamuoyuna sahip olan Azerbaycan’da aynı yıl Latin alfabesinin Türk diline tatbiki ile ilgili çalışmalar başlatıldı. 20 Ekim 1923 yılında, Azerbaycan hükümeti “Yeni Türk Alfabesi” adıyla Latin alfabesini resmi alfabe olarak ilan etmiş ve ertesi yıl 27 Haziran’da kullanıma sokmuştur. 1 Mayıs’ta gazeteler ve resmi yazışmalarda bu alfabenin kullanımı mecburi olurken aynı yılın öğretim yılında okullarda da kullanılmaya başlanmıştır. Diğer Müslüman Türk bölgelerinde ise durum Azerbaycan’daki kadar kolay olmamıştır. Türkistan bölgesinde Kazaklar, Kırgızlar ve Özbekler daha çok Arap alfabesinde bir ıslahat fikrine yakın duruyorlardı. Özellikle bu dönemde Kazaklardan Ahmet Baytursunov ve Kırgızlardan İşenali Arabaev tartışmalarda en öne çıkan isimlerdir. 1924’te Orenburg’da düzenlenen Kazak- Kırgız İlim Adamları Kurultayı’nda ve 25 Mayıs 1925 yılında Bişkek’te düzenlenen Kara Kırgız Eğitim ve Bilim Kurultayı’nda bu iki ismin direnişi bu geçişi güçleştirmiştir. Son kongrede söz konusu direnişin etkisi ile Arap alfabesinin ıslahı kabul edilmekle ile birlikte Kasım Tınıstanov gibi Kırgız aydınlarının desteği ile Kırgız eğitim sisteminde Latin alfabesine kademeli geçiş de kabul edildi. Özbekler arasında da benzer tartışmalar sonucunda, 1923 yılında Taşkent’te düzenlenen bir kurultayda, benzer kararlar alınmıştı. Buna karşın Özbekler, ihtiyatlı davranışlarını sürdürmüşler ıslah edilmiş Arap Alfabesini 1930 yılına kadar kullanmışlardır. Türkmenler içinse durum diğer Orta Asya Türk topluluklarından farklı değildi. Latinciliğe kuvvetli bir meyil olmakla birlikte, daha çok Özbek ve Kazakların alacağı tavır onlar için belirleyici olacaktır. Bu konuda Türkmenler karar almak için, diğer Orta Asya Türkleri gibi Birinci Türkoloji Kurultayı kararlarını bekleyeceklerdir.”

BAKÜ TÜRKOLOJİ KURULTAY

Prof. Dr. Ahmet Buran hocamızın “Sovyet Türkolojisi ve Birinci Türkoloji Kurultayı” isimli meselenin vukufla ele alındığı makalesinde meselenin serencamını okuyalım:

“Tarihi çok eskilere dayanan Oryantalist çalışmaların sonuçlarını değerlendirmek üzere 1873’te Paris’te bir Doğu bilimciler Kongresi toplanmış idi. Bu kongre her üç yılda bir dünyanın değişik bir ülkesinde toplanmakta ve doğu bilimciler bir araya gelerek bir anlamda yapılan çalışmaları ve gelinen noktayı değerlendirmekte idiler. Doğu bilimi içinde artık bağımsız bir çalışma alanı haline gelen Türkoloji için 1900’lü yılların başından beri ayrı bir kongre düzenlenmesi fikri, Türk soylu olan ve olmayan Sovyet Türkologları ile Avrupalı, özellikle de Alman ve Macar Türkologları arasında oluşmaya başlamıştı. Bu fikir, ilk kez Samoyloviç tarafından 1913’te ortaya atılmış, fakat yeterli maddî destek bulunamadığı için hayata geçirilememişti. Bolşevik ihtilalinden sonra, oluşan yeni şartlar ve siyasi durumun etkisiyle, özellikle 1920’li yılların başından itibaren, bir Türkoloji kongresi/kurultayı yapma düşüncesi yeniden gündeme gelir. Samoyloviç’in de aralarında bulunduğu bir grup doğu bilimci St. Petersburg’da, bir toplantı yaparak bu konuyu etraflıca görüşürler. Türk topluluklarının Latin alfabesine geçmesini isteyen Merkezi Rus hükûmeti de bu kongreyi destekler. Gerek Rus merkezi yönetiminin adamları gerekse Çobanzade, Hocayev, Ağamalioğlu gibi Latin alfabesi taraftarı olan Türk soylu Türkologlar, kurultay başlamadan önce halk arasında Latin alfabesinin kabulü yönünde çalışmalar yaparlar. Bu arada başta Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı M. Emin Resulzade ve Mirze Bala Memmedzade olmak üzere kimi aydın ve devlet adamları bu kurultaya karşı çıkmakta idiler. Moskova’nın pantürkist ve düşman ilan ettiği Enver Paşa da bu kurultayın toplanmasını istemeyen kişiler arasındaydı. Bakü Türkoloji Kurultayının hazırlıkları 1924 yılında başlamıştır. Kurultay hazırlıkları için bir hazırlık kurulu oluşturulmuş ve başkanlığına Gabiyev, sekreterliğine ise Ali Yusufzâde getirilmiştir. 26 Şubat-6 Mart tarihleri arasında yapılan Kurultay, Alman ve Türk heyetlerinin önerileriyle Wilhelm Radloff ile Gaspıralı İsmail Bey’e ithaf edilmiş ve Tarih, Etnografya, Dillerin Akrabalığı, Türk Dilleri, Dmlâ (Orfografi), Terminoloji, Alfabe, Edebiyat Dili, Derslerin Metodu, Memleket Tanıtımı, Edebiyat Tarihi ve Kültürel Kazanım gibi 12 seksiyonda 17 oturum halinde yapılmış ve 38 bildiri sunulmuştur.

Türkoloji Kurultayına toplam olarak 131 delege katılmıştır. Bu delegelerin 93’ü Türk, 38’i diğer halklardan idi. Kurultay üyeleri hem uluslara hem de bölgelere göre seçilmişti. Buna göre: Azerbaycan’dan 6, Nahçıvan’dan 1, Teşkilat Komitesinden 15, Gürcistan’dan 1, Ermenistan’dan 1, Acaristan’dan 1, Türkistan’dan 4, Kırım’dan 3, Tataristan’dan 6, Başkurdistan’dan 3, Kazakistan’dan 3, Özbekistan’dan 6, Türkmenistan’dan 4, Kırgızistan’dan 2, Oyrot Vilayetinden 1, Yakutistan’dan 3, Kalmuk Vilayetinden 1, Çuvaşistan’dan 2, Çin’in Uygur Bölgesinden’den (Doğu Türkistan) 1, Abhaziya’dan 1, Hakasiya’dan 1, Karaçay’dan 1, Kuzey Kafkasya’nın Türkmen Vilayetinden 1, Bilimler Akademisinden 3, Doğu Bilimciler Cemiyetinden 2, Taşkent Üniversitesinden 1, Leningrad Üniversitesinden 1, Kuzey Kafkas İcra Komitesi Milletler Sovetinden 2, Ufa HMK’den 1, RSFSR Milletler Sovetinden 4, SSRİ MİK Milletler Sovetinden 1, Güney Azerbaycan’dan 2 kişi davet edilmiş idi5 . Kurultay üyelerinin bir bölümü de kişisel olarak davet edilmişti6 . Bunlar; Azerbaycan’dan 2, Tataristan’dan 2, Kuzey Kafkasya’dan 2, Moskova’dan 2, Ukrayna’dan 1, Leningrad’dan 4, Kırım’dan 2, Dağıstan’dan 2, Zakafkasya’dan 2, Ermenistan’dan 1, Özbekistan’dan 4, Başkurdistan’dan 2, Türkiye’den 3, Almanya’dan 2, Macaristan’dan 1. Kurultay üyelerinin mesleklere göre dağılımı ise şöyle idi: 3 bilimler akademisi üyesi, 18 profesör, 5 doçent, 2 hekim, 1 diplomat, 1 hukukçu, 22 öğretmen ve eğitimci, 4 edebiyatçı, 14 redaktör ve gazeteci, 2 öğrenci, 17 politikacı, 42 delegenin mesleği belli değil. 19 delege özel davetli, diğerleri cemiyet temsilcisi idi. Katılımcıların tamama yakını erkeklerden oluşuyordu, sadece Ayna Sultanova adında bir bayan vardı. Kongrede Türkiye Türklerini Mehmet Fuat Köprülü, Hüseyinzâde Ali Turan ile İsmail Hikmet Ertaylan temsil etmiştir. Alman delegeler Theodor Menzel, Paul Wittek, W. Radebold’dan oluşmakta idi. Hüseyinzâde Ali Turan notlarında “16 Şubat 1926’da İstanbul’dan hareket ettik. Fuat Köprülü, Etnografya Müzesi müdürü Mesaroş, Leningrad profesörlerinden Barthold, Strasbourg’dan profesör Menzel ile beraberdik7 ” diyor. Bu bilgilerden Paul Wittek, Julies Mészáros, Theodor Menzel, Vasilij V. Barthold gibi bir Batılı Türkologların Türk heyetiyle birlikte Bakü’ye gittikleri anlaşılmaktadır. Kurultaya onur üyesi olarak davet edilen Eli Bey Hüseyinzade, N. Marr ve A. V. Lunaçarski başkanlık divanı üyeliğine seçilmişlerdi. F. Köprülü, A. E. Krımski, N. N. Poppe, L. Ligeti, N. Aşmarin gibi önemli doğu bilimcilerin ve Türkologların davet edilmiş olması kurultaya büyük bir değer katmış ve kurultayın uluslararası itibarını da arttırmıştı.

Kurultayda tartışılan konular şu başlıklar altında toplanabilir: 1. Alfabe sorunu 2. Yazım sorunu 3. Terim sorunları 4. Öğretim yöntemleri 5. Akraba ve komşu dillerin karşılıklı ilişkileri 6. Edebi dil ve ortak edebi dil sorunu 7. Kök dil teorisi ve Türk dilinin tarihi sorunları Bakü Türkoloji Kurultayında Türklüğün ve Türkolojinin bir çok sorunu tartışılmış ve çeşitli öneriler sunulmuştur. Türkiye heyeti başkanı M. F. Köprülü’nün konuşmaları büyük yankı uyandırmış ve delegelerin önemli bir kısmını heyecanlandırmıştır. Köprülü, Türklerin ve Türkçenin birliği konusuna vurgu yapmış ve ortak bir Türk edebi dilinin mümkün olabileceğini söylemiştir. Samoyloviç de Köprülü’nün sözlerini destekler mahiyette bir konuşma yapmış vedillerinin Türkçenin lehçeleri olduğunu söylemiştir . Kurultayda tartışılan konuların başında alfabe konusu gelmektedir. Moskova ve Moskova’nın gönderdiği merkezi temsil eden delegeler ile H. S. Hocayev, B. S. Çobanzade gibi önde gelen kimi delegeler Türk topluluklarının Latin alfabesine geçmesini isterken, başta G. Şeref ve diğer Tataristan delegeleri olmak üzre, delegelerin bir bölümü Arap alfabesinin devamından yana idi. Yakovlev ve Jirkov gibi delegeler Rus/Kiril alfabesinin kabul edilmesini önerirken Kazakistan delegesi Kasım Tınıstanov da kendisi tarafından hazırlanan yeni ve farklı bir alfabenin kabulünü istiyordu. Sovyet yönetimi esasen Türk halklarının Kiril alfabesine geçmesini istemekte idi. Ancak böyle bir dayatmanın yaratacağı tepkiyi dikkate alan yöneticiler bir geçiş stratejisi ve süreci belirlediler. Buna göre önce Latin alfabesine geçiş gündeme getirilecek, batılı devletlerin tepkisi böylece ortadan kaldırılacak ve daha sonra Kiril alfabesine geçilecekti. Kiril alfabesine geçiş bu kurultayda gündeme getirilmekle birlikte çok da ısrar edilmemişti. Kurultayda esas tartışmalar Arap alfabesi ile Latin alfabesi taraftarları arasında yaşanmıştır. Sonuç itibariyle Latin alfabesi taraftarları galip gelmiş ve görüşlerini kabul ettirmişlerdir. Yazım konusunda da çeşitli tartışmalar yaşandı. Kurultay delegelerinin büyük bir bölümü, fonetik yazımdan yana idiler. Kurultay üyelerinin çoğu konuşulduğu gibi yazmak gerektiği fikrinde olmakla birlikte, yine de ihtiyaca göre morfolojik ve tarihi-geleneksel yazım özelliklerinden yararlanılması gerektiği de vurgulanmıştır. Terim sorunları üzerinde de önemle durulmuştur. Özellikle terimlerdeki Arapçalaşma, Farsçalaşma, Batı dillerinin etkisi, Türkçeleşme gibi konular tartışmaların odağını oluşturmuştur. Çobanzade’nin bu konudaki tespitleri kurultay üyelerine yol gösterici olmuş ve terim sorununun, genel Türk dili, Arap-Fars dilleri ve Avrupa-Rus dilleri kaynaklı olarak çözülebileceği fikri benimsenmiştir. Dhtiyaç halinde başka dillerden yararlanma yolu açık olmakla birlikte esas olarak terimlerin Türkçe olması ve gerektiğinde eski Türk dillerinden de yararlanılması gerektiği vurgulanmıştır.

KURULTAYIN ETKİSİ VE SONUÇLARI

1920’li yıllarda Türkiye, Almanya ve Rusya Türkolojinin merkezi olmak bakımından bir rekabet içinde idiler. Türkiye’de 1924 yılında Türkiyat Enstitüsü kurulmuştu ve içinde Fuat Köprülü’nün de bulunduğu bir grup aydın Türkiye’de bir Türkoloji Kurultayı//Kongresi düzenlemek istiyorlardı. Bu arada daha önce Almanya’da 1916 yılında Berlin’de Türk Kavimleri Kongresi adıyla bir kongre düzenlenmişti ve Almanya Türkoloji kurultayına da ev sahipliği yapmak istiyordu. Bütün bu rekabet ortamında Sovyet Rusya, kendisini yakından ilgilendiren Türklük meselesinde inisiyatifi Almanya’ya veya Türkiye’ye kaptırmamak niyetinde idi. Moskova, Bakü’de toplanmasını uygun bulduğu Türkoloji kurultayını istediği gibi yönlendirebileceğini düşünüyordu. Ayrıca, daha sonra meydana gelen olaylardan, Moskova yönetiminin, Sovyet vatandaşı olan ve olmayan Türkologların düşünce ve niyetlerini öğrenmek; onların Sovyet sistemine ve anlayışına aykırı, zararlı düşüncelerinin ortaya çıkmasını sağlamak ve o düşüncelerin sahiplerini ortadan kaldırmak gibi gizli bir amacının olduğu da anlaşılıyor! Bakü Türkoloji Kurultayı Türk dünyası coğrafyasında ve dünyadaki Türkoloji merkezlerinde geniş yankılar uyandırmış, Türkoloji çalışmalarına ilgiyi arttırmış ve Kurultay hakkında gazete ve dergilerde çok sayıda yazı yazılmıştır. Kurultay vesilesiyle özel olarak Türkolojinin, genel olarak da Türklüğün güncel ve tarihsel sorunları yeniden gündeme gelmiş, tartışılmış ve çözüm önerileri üretilmeye başlanmıştır. Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerde Türkoloji ile ilgili toplantılar düzenlenmesi daha sık ve ciddi olarak düşünülmeye başlanmıştır. Bu kurultaydan sonra Sovyetlerdeki Türk topluluklarının hemen hepsi sırayla Latin alfabesine geçmiştir. Kurultayın Sovyetlerdeki önemli sonuçlarından biri de, bu kurultayda alınan kararlar doğrultusunda terimlerin, yani bilim dilinin Rusça olmaya başlamasıdır. Rusça artık “homo soviyetikus”un ve dünya Proleteryasının ortak dili hedefine doğru yönelmiştir. Türkiye’de Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi Türkolojinin bilimsel kurumları ile bu kurumların 1932 yılından itibaren yapılmaya başlanan Tarih ve Dil Kurultayları ile çıkan süreli yayınları da Türkiye’yi Türkolojinin merkezi haline getirmenin köklü bir düşüncesi olsa gerektir.

“PANTÜRKİST, SİSTEM KARŞITI VE HALK DÜŞMANI”

Öteden beri var olan Türk dilini, edebiyatını, tarihini, coğrafyasını, folklor ve sanatını araştırma ve bilimsel olarak ortaya koyma düşünce ve isteği, biraz da Bakü kurultayının etkisiyle eyleme dönüşmüştür. Bakü Türkoloji kurultayını dikkatle izleyen Atatürk, bu kurumları oluştururken bir yandan Türk dilinin ve tarihinin bilimsel yöntemlerle araştırılmasını sağlamak isterken diğer yandan da Türkolojiyi oryantalizmin ve emperyalizmin amaçlarına hizmet eden bir bilim dalı olmaktan çıkarıp milli ve yerli bir bakış açısına kavuşturmak istemiştir. Türkoloji Kurultayının ikincisinin, iki yıl sonra, 1928’de Semerkand’da yapılması kararlaştırılmıştı. Ancak bu mümkün olmadı. 1927 yılında Kırım’da, 1928 yılında Semerkand’da ve 1930 yılında da Almatı’da “Dmla Konferansları” düzenlendi. Nihayet 1936 yılında Aşkabad’da düzenlenen “Türkmenoloji Kongresi” yle Bakü Türkoloji kurultayı ile başlatılan süreç bütünüyle tersine çevrildi. Bu kongrede, “alfabe, yazım ve Marksist-Leninist klasiklerin çevrilmesi ve yaygınlaştırılması” konuları görüşülmüş ve Kiril alfabesine geçiş yönünde görüşler benimsenmiştir. Bu kongreyle birlikte Latin alfabesini isteyen Türkçü aydınlar ve Türkologlar tasfiye edilmeye, tutuklanmaya başlanmış ve Türkiye ile Rusya arasında 1920’li yıllarda başlayan Türkoloji alanındaki bilimsel işbirliği, 1928 yılında Türkiye’nin de Latin alfabesine geçmesinden sonra 1930’lu yıllarda terk edilmiştir! Bakü’de yapılan Kurultay sonrasında Latin alfabesini kullanmaya başlayan Türk toplulukları, Aşkabad’da 1936 yılında yapılan Türkmenoloji kongresinden sonra Kiril/Rus alfabesine geçirilmişlerdir. Bakü Türkoloji Kurultayında alfabe konusu uzun tartışmalara neden olmuştu. Latin alfabesi taraftarları daha çoğunlukta idi ve görüşlerini kurultaya kabul ettirmişlerdi. Bu kurultay ile birlikte Sovyetlerdeki Türklerin Latin alfabesine geçmesi Türkiye’deki Latin alfabesine geçme düşüncesini de hızlandırmış ve Türkiye de 1928 yılında Latin alfabesine geçmiştir. Daha önce, Türk-Sovyet Derneği adıyla Sovyetler Birliği içinde şubeler açması söz konusu edilen Türk derneğinin, Bakü Türkoloji Kurultayından hemen sonra, Ankara ile Moskova arasında yapılan bir anlaşmayla faaliyetleri Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlandırılmıştır. Kurultayın en feci sonuçlarından biri de Türkologların tutuklanmaları, işkencelere maruz kalmaları, sürgün ve hapis cezalarına çarptırılmaları ile kurşunlanarak öldürülmeleri olmuştur. Bu tutuklanmaların Türkoloji kurultayı ile ilişkisinin başta, B. S. Çobanzade olmak üzere, Kurultaya katılan ve daha sonra tutuklanıp sorgulanan Türkologlara yöneltilen sorulardan anlamak mümkündür. Daşlarının büyük bir bölümü “repressiya” kurbanı olmuş ve 1937-1938 yıllarında kurşuna dizilerek öldürülmüşlerdir. Hatta bu kıyım öylesine ilerlemiştir ki, Türk soylu olmayan Samoyloviç, Zilfeld gibi bilim adamlarının yanında kurultaya katılan ancak Türkolog olmayan D. Barahov, H. Cebiyev gibi aydınlar da öldürülmüşlerdir. Bütünüyle kurultaya bağlı olmasa da kurultayın tetiklediği önemli bir husus da “pantürkist” suçlamasının yaygınlaşması ve Türk aydınlarının tutuklanıp öldürülme gerekçesi haline gelmesidir. Bu bağlamda, Türk dili, tarihi ve edebiyatı ile ilgilenmek, Türk halk kültürüne ait folklor değerlerini derlemek ve destanlar üzerine çalışmak pantürkist olarak suçlanmak için yeterli olmuştur. Sadece çalışanlar değil, 1920’li yıllardan itibaren destanlar, halk kültürü ve hatta edebi eserlerdeki tipler bile suçlanarak mahkeme edilmişlerdir . Bu bağlamda, Dede Korkut, Manas, Köroğlu, Koblandı Batır, Er Sayın, Çora-Batır, Alpamış gibi destanlarla ilgilenen ve onları yayınlayanlar baskı altına alınmış, “pantürkist, sistem karşıtı ve halk düşmanı” olarak suçlanmış; bir bölümü hapis ve sürgün cezalarına çarptırılırken bir bölümü de kurşunlanarak öldürülmüşlerdir.”

KİRİL ALFABESİ KULLANAN KAZAKİSTAN, 31 HARFTEN OLUŞAN YENİ LATİN ALFABESİNİ TANITTI

“Kazakistan’da kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in 2017 yılında ülke çapında kullanılan Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçme hamlesinin ardından ülkenin yeni Latin Alfabesi, Başbakan Askar Mamin’in başkanlık ettiği Ulusal Komisyon toplantısında tanıtıldı.

Kazakistan, 2017’den bu yana devam eden Latin Alfabesi çalışmalarında önemli bir adım atmıştı. Bugün gerçekleşen yeni alfabeye ilişkin Ulusal Komisyon toplantısında Kazakistanlı uzmanlar tarafından hazırlanan yeni Latin Alfabesi tanıtıldı.

42 harften oluşan ve yaklaşık 80 yıldır kullanılan Kazakça Kiril alfabesini bırakan ülke Latin alfabesine geçişle birlikte 32 harf kullanacak.

Ülke ambleminden ders kitaplarına yeni alfabeyi her alanda uygulamaya geçiren Kazakistan’da, tüm resmi sürecin 2025’e kadar tamamlanması planlanıyor.

Kazakistan’da 1929-1940 yılları arasında Latin alfabesi kullanılmış daha sonra ise yeniden Kiril alfabesine dönülmüştü.

Ziyaret -> Toplam : 125,15 M - Bugn : 36517

ulkucudunya@ulkucudunya.com