« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Mar

2021

Şah-ı Nakşibend

1318 - 1389 01 Ocak 1970

Asıl adı Bahaeddin Muhammed B. Muhammed’ül Buhari’dir. Şah-ı Nakşibend olarak meşhur olan Bahaeddin’ebu ünvanın ne zaman verildiği bilinmemekle beraber, devamlı olarak yapılan gizli zikrin kalblerde vücuda getirdiği"nakş"a izafeten verildiği genel kabul görmüştür.

Muharrem 718’de (1318) Buhara yakınlarındaki Kasrıarifan (Kasrıhindüvan) köyünde doğdu. Üç günlükbebek iken dedesinin mürşidi Baba Muhammed Semmasi tarafından manevi evlat olarak kabul edildi. Daha sonra Semmasi, O’nu müridiEmir Külal’a teslim ederek tasavvuf terbiyesiyle yetiştirilmesini istedi.

Bahaeddin, tarikatın adab ve usulünü öğrendiği sıralarda, bir gece rüyasında, kendisinin doğumundanbir asır evvel vefat etmiş olan Abdülhalik-ı Gücdüvani’yi görür ve O’nun manevi şahsiyetine intisab eder. Evvelatasavvufu öğrenip bilahare ilmi eğitimini tamamlamış olduğundan, "Üveysî" lakabıyla anılmaya başlanır.Mezarlığı dolaşırken yakın zamanda vefat eden Şeyhi Semmasi ve diğer büyük zatları mana aleminde müşahede eder.Bu sırada Gücdüvani Hazretleri’nin kendisine; "dinin emir ve yasaklarına uy", "ruhsatlara ilgi gösterme","azimetlere sadık kal", "Peygamber (a.s.m.) ve ashabının yolundan git", şeklindeki tavsiye ve ikazları,manevi aleminde büyük bir etki yapar. Bu ikazlardan sonra hayatında ruhsatları değil de azimetleri (fetva yerine takvayı) esas alıp, cehri zikirden hafi zikre yönelir.

Mutad olarak devam ettirilen ve gizli zikirle sesli zikri bir arada icra eden müridlerin aksine Bahaeddin’intamamen gizli zikirleri icra etmesi dikkat çeker, yanlış yaptığı düşüncesiyle şeyhe şikayet edilir. Bunun üzerineSeyyid Külal; O’na dokunmamalarını, memur olduğu şeyi yaptığını söyleyerek ikaz eder. Bilahare artık Bahaeddin’everebileceği bir şeyinin kalmadığını, gitmekte serbest olduğunu söyler.

Bahaeddin eğitimini tamamladıktan sonra köyüne döndü. Burada talebe yetiştirmeye başladı. İki kezhacca gitti. 3 Rebiülevvel 791’de (2 Mart 1389) 73 yaşında iken, doğduğu köyde Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Buhara ile Şah-ı Nakşibend arasında büyük bir bağ oluşmuş, Buharalılar O’nu "belayı defedenhace" (Hace-i bela-gerdan) olarak anıp şehirlerinin manevi koruyucusu olarak saymışlardır. O’nun manevi varlığınınetkisiyle Buhara, bütün Orta Asya Müslümanları nezdinde ilim ve maneviyat merkezi addedilmeye başlanmıştır.

Baba tarafından nesebi İmam-ı Cafer-i Sıddık hazretlerine dayanan Şah-ı Nakşibend; kerametlerin fazlabir değer taşımadığını, bir tarikata bağlanmanın yeterli olmadığını ifade ederek, tekkelerde fazla oturmamasıylageleneksel sufilikten farklı hareket etmiştir. Bahaeddin, ilim adamlarına değer verdiği gibi onlar da kendisine hürmetetmişlerdir. O, "Bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz"(Enbiya Suresi, 21/7 ) ayeti kerimesini, ilim adamlarına danışmayıemrettiği şeklinde tefsir etmiştir. (TDV İslam Ansiklopedisi, IV. C., s. 458-459).

Şah-ı Nakşibend ile büyük kuvvet bulan tarikatı, Orta Asya, Horasan ve çevresinin Sünnileşmesinde çoketkili olmuştur.

Kerametlerin açıklanmasına karşı olup, özellikle bu konuda talebelerini ikaz etmiştir. Bu sebepledirki, Nakşi tarikatında "kerameti gizlemek, göstermekten daha büyük keramettir" düsturu esas alınmıştır.Kendisinde kerametin görülmemesinin sebebini soran birine, Şah-ı Nakşibend: "Sırtımızda bunca günah kamburuvarken, hala ayakta kalmamızdan daha büyük keramet olur mu?" şeklinde karşılık vermiştir. Tarikatın önemli birözelliğini teşkil eden gizli zikir ile kalbin fethi, benlik ve enaniyet mikrobunun öldürülmesi, kötülüğü emredennefsin öldürülmesi amaçlanmıştır. (Mesnevi-i Nuriye, s. 89)

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 18960

ulkucudunya@ulkucudunya.com