« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Mar

2021

Denge ve Denetleme Ağı: Kurullar sermaye ve medyanın partizanca el değiştirmesinin aracı oldu

Ayşe Sayın 01 Ocak 1970

BBC Türkçe, Ankara

KAYNAK,DENGE VE DENETLEME AĞI

Denge ve Denetleme Ağı (DDA); sermaye piyasası, radyo televizyon, piyasa rekabetinin sağlanması alanlarında faaliyet gösteren, kamu tüzel kişiliği niteliğindeki "düzenleyici ve denetleyici kurul/kurumları" mercek altına aldığı raporunu açıkladı.

1990'lardan itibaren oluşturulan bu kurulların, 2000'li yıllardan itibaren bağımsızlıklarının azaldığı ve yürütmenin/siyasi iktidarın etkisi altına girdiği belirtilen raporda, "Çeşitli siyaset bilimciler düzenleyici ve denetleyici kurumlardaki bu bağımsızlık kaybının Türkiye'deki demokratik geriye gidiş/otoriterleşme dinamiklerinde temel etken olduğunu vurgulamaktadırlar" görüşüne yer verildi.

Sivil toplum örgülerini bünyesinde toplayan DDA, yürütmenin Türkiye'deki düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerindeki etkisi ve bağımsızlığını kaybetmesinin Türkiye siyasetine etkisini içeren rapor hazırladı.

"Denge ve denetleme sisteminin birçok temel bileşenine doğrudan ya da dolaylı etkileri" nedeniyle, çalışmanın ağırlık noktasını Kamu İhale Kurumu (KİK), Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ve Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) oluşturduğu vurgulandı.

Raporda, bağımsızlığını yitiren bu kurumların, "sermayenin iktidar lehine el değiştirmesi, kayırmacılık (klientalizm), siyasi rekabenin iktidar lehine "değişmesine yol açtığı" vurgulandı. Raporda dikkat çeken bazı değerlendirme ve saptamalar şöyle:

'Yürütme baskın hale geldi'
• 2000'lerin başından itibaren Türkiye'de düzenleyici ve denetleyici kurumların kurul üyeleri ve başkanlarının atanması ve denetlenmesinde giderek yürütmenin daha baskın hale geldiği görülmektedir.
• 2002 genel seçimlerinde tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Kurumu'na ilişkin birçok değişiklik hayata geçmiştir. Bu değişiklikler sonucunda Kamu İhale Kurumu'nun bağımsız düzenleme ve denetleme yapma kapasitesini törpüleyen birçok değişiklik yapılmıştır.
• RTÜK, anayasal bir kurul olması ve üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından seçilmesi özellikleriyle diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlardan ayrılmaktadır. İncelenen dönem içerisinde lisans verme ya da ceza konularında iktidara yakın basın kuruluşları ile muhalif yayın yapan basın kuruluşları arasındaki eşitsizlik dikkat çekmiştir.

'Kayırmacılığı sistematik hale getirdi'
• Türkiye'de bu tip kurumların giderek işlevsizleştirilmesi ve bağımsızlıklarını yitirmeleri son yıllarda kayırmacılığın (klientalizm) iki formunun da (belli kaynakların seçmenlere oy ve seçimler arası sadakat ön şartıyla dağıtılması ve literatürde patronaj olarak da ifade edilen ve kamu kaynaklarının siyasi parti üyelerine partizan saiklerle dağıtılması) Türkiye'de sistemik hale gelmesine neden olmuştur. Türkiye'de düzenleyici ve denetleyici kurumlardaki işlevsizleşme ve bağımsızlık kaybının, son yirmi yılda siyasi kayırmacılığın sistematikleşmesinde temel bir etken olduğunu ortaya koymaktadırlar.
• Kamu ihalelerinin iktidar partisiyle dolaylı ya da dolaysız yakın ilişkideki firmalara verilmesi son yıllarda giderek medyada da yankı bulmuştur. Kamu ihalelerinde iktidar partisiyle dolaylı ya da dolaysız olarak bağlantılı firmaların baskınlığı yerel yönetimlerde de kendini göstermektedir. Belediyeler seviyesinde yapılan ihaleler incelendiğinde yine iktidar partisiyle bağlantılı firmaların bu ihalelerden diğer firmalara kıyasla çok daha fazla ihale aldığı görülmektedir.

KAYNAK,DHA

'TMSF, sermayenin partizanca el değiştirmesinin aracı oldu'
• TMSF de bu süreçte sermayenin partizanca el değiştirmesinin bir aracı olarak işlev görmüştür. Son 20 sene içerisinde TMSF gibi kurumlar üzerinden iktidar partisine yakın firmaların kontrolüne geçen medya kuruluşları, Türkiye'de medya alanındaki çoğulculuğu törpüleyen ve medyanın özgürlük ve bağımsızlık seviyesinin yıldan yıla azalmasına neden olan temel nedenlerden birisidir. Özellikle 2001 krizinden sonra TMSF'ye devredilen büyük şirketlere ait medya platformlarının iktidara yakın firmalara piyasa değeri altında ve rekabete dayalı ihale süreçleri işletilmeden devri, medya alanındaki çoğulculuğu olumsuz yönde etkilemiştir.
• Siyasi partilerin belli kaynakları seçimlerde oy karşılığı ya da seçimler arası dönemde partiye sadakat karşılığı seçici dağıtımı olarak tanımlanabilecek olan klientelizm (kayırmacılık) Türkiye'de çok partili siyasete geçişten itibaren yaygın olarak görülen bir parti-seçmen bağıntı formu olmuştur. Düzenleyici ve denetleyici kurulların bağımsızlık ve özerklik kaybı, ülkedeki demokratik geriye gidiş ve otoriterleşme süreçlerini hızlandırıcı bir sonuç doğurmuştur.

'Siyasi rekabeti iktidar lehine çevirdi'
• Düzenleyici ve denetleyici kurumların yürütmenin kontrolüne girerek bağımsızlıklarını yitirmeleri, kamu kaynaklarının partizanca dağıtımını sistemikleştirerek parti rekabetini iktidar partisi lehine bozmuştur.
• Siyasi parti rekabetinin adaletsizleşmesinde de iktidar partisinin düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerinden kamu kaynaklarının partizanca kullanılması belirleyici olmaktadır. İktidara yakın ya da birebir ilişkili firmaların ihaleler yoluyla elde ettikleri kaynaklar, iktidar partisinin kampanya finansmanı gibi aktivitelerini fonlamak için kullanılarak parti rekabetinin iktidar partisi lehine bozulması sonucunu doğurmaktadır.
• İktidar partisinin kamu ve özel medya kuruluşlarında oldukça ağırlıklı bir biçimde yer alması muhalefet partileri ve iktidar bloğu arasındaki seçim rekabetinin eşitsiz koşullarda gerçekleşmesine neden olmuştur.

KAYNAK,RTÜK
'Medya özgürlüğü olumsuz etkilendi'
• RTÜK üzerinden belli medya kuruluşlarına verilen orantısız cezalar da Türkiye'de medya ve ifade özgürlüğündeki geriye gidişte etkili olmuştur. Bu çerçevede özellikle son yıllarda iktidarı eleştiren basın kuruluşlarına verilen cezalar dikkat çekicidir. RTÜK'ün 1 Ocak 2019- 25 Mart 2020 arasındaki verdiği cezalar incelendiğinde iktidar bloğunu eleştiren yayınlar yapan yayın kuruluşlarının orantısız şekilde daha fazla ceza aldığı görülmektedir. Hükümetin medya kuruluşlarını direkt yada dolaylı sansürleme eylemlerinin 2008 yılından itibaren rutin hale geldiği de görülmektedir .
• Oy karşılığı vatandaşlara ayni ya da nakdi yardımların yapılması olarak tanımlanan klientelizm (kayırmacılık) , seçmenleri vatandaş olmaktan çok birer müşteri konumuna sokmakta ve seçmenlerin seçimler aracılığıyla ve seçimler arası dönem siyasetçileri sorumlu tutma kabiliyetlerini olumsuz yönde etkileyerek vatandaş seviyesinde etkin katılım, denetim ve hesap sorma yetkinliğini önemli ölçüde olumsuz etkilemektedir.

Denge ve Denetleme Ağı: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yürütmenin yargı üzerindeki kontrolü derinleşti / Ayşe Sayın,BBC Türkçe, Ankara

Denge ve Denetleme Ağı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrası yargının durumuna ilişkin rapor hazırladı. Raporda, 2017'deki referandumla kabul edilen sistemin uygulanmasıyla birlikte yürütmenin yargı üzerindeki kontrolü derinleştiği; yargıya güvenin partiler üstü sorun haline geldiği ve yargı reform paketlerinin yargıdaki temel sorunlara çözüm olmadığı belirtildi.

Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu "Denge ve Denetleme Ağı, yaklaşık 2,5 yıldır uygulamada olan "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" olarak adlandırılan sisteme geçişten sonra yargının durumunu mercek altına alan rapor hazırladı.

294 sivil toplum örgütünün oluşturduğu Denge ve Denetleme Ağı, hazırladığı raporla, yargıdaki sorun alanlarına ilişkin tespitlere yer verdi. Denge ve Denetleme Ağı'nın, "2021'e Girerken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi: Yargı" başlıklı raporunda, yargının temel sorun alanları "Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıda liyakat ve etkinlik, temel haklar ve özgürlükler açısından tutukluluk süreleri, adil yargılanma hakkı ve savunma, yargıya güven" olarak sıralandı.

Raporda, Türkiye'nin hukukun üstünlüğü alanındaki bu sorunlu durumunun, uluslararası saygınlığa sahip endekslere de yansıdığı vurgulandı.

'Yüksek yargı yürütmenin kontrolüne girdi'

16 Nisan 2017'deki anayasa değişikliği referandumda, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine ilişkin değişikliklerin yanısıraHakimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) üye yapısı ve üye seçim sisteminin değiştirildiğine dikkat çekilen raporda, durumun yarattığı sakıncalar şöyle anlatıldı:

"Yapılan değişikliklerle HSK'nın üye yapısının belirlenmesinde yasama ve yürütme erklerinin etkisi belirleyici kılınmıştır. Türkiye'deki aşırı disiplinli ve lider kontrolündeki siyasi parti örgütleri dikkate alındığında, Cumhurbaşkanı'nın siyasi partisiyle olan liderlik düzeyindeki kurumsal ilişkisinin devamı, yürütme erkinin HSK üzerinde tam kontrol sağlamasına olanak vermiştir. Demokratik bir denge ve denetleme için vazgeçilmez olan ve kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yapısına ilişkin yeni sistemde üye sayısının 17'den 15'e düşürülmesi dışında bir düzenleme getirilmese de, yürütmenin AYM üzerindeki etkisi Cumhurbaşkanı'nın 12 üye atama yetkisiyle korunmuştur. Cumhurbaşkanı'nın partili liderliği 1 statüsü sonucu Meclis'in 3 üye belirleme yetkisi de fiili olarak yürütmenin kontrolüne geçmiştir. Yapılan değişikliklerle, demokratik başkanlık sistemlerinde görülen ve yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında sert kuvvetler ayrılığı ve denetlemenin bulunduğu bir sistem yerine, yüksek yargı organlarının yürütmenin kontrolüne girdiği bir yapı oluşmuştur."

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesinden iktidarın açıkladığı "Yargı Reformu Strateji Belgesi" kapsamında iki ayrı yargı paketi ile baroların yapısına ilişkin yasa değişikliğinin TBMM'de kabul edildiği anımsatıldı. Strateji belgesi kapsamında çıkarılan yargı paketlerinin kimi olumlu adımlar içermesine karşın, sözkonusu düzenlemelerin yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirici etkilerinin oldukça sınırlı kaldığı vurgulandı.

Raporda, yargı reformu strateji belgesi kapsamında, hakim ve savcıların kendi rızaları dışındaki yerlere atanmasına ilişkin düzenleme yapılacağı sözü verilmesine karşın, bu konuda henüz bir adım atılmadığına da dikkat çekildi.

KAYNAK,GETTY IMAGES

'Siyasi açıklamalar mahkeme kararlarına saygıyı azalttı'

Raporda, yeni hükümet sistemine geçişmesinden sonra mahkeme otoritesine ve kararlarına saygının azaldığı ifade edilirken, bunda siyasilerin mahkeme kararlarına ilişkin siyasi gerekçelerle yaptıkları yorumların etkili olduğu belirtildi. Hukukun üstünlüğü prensibini zedeleyen bir başka etkenin Anayasa Mahkemesi (AYM) ve yürütme arasındaki "kutuplaşma" olduğu vurgulandı:

"Bağımsız ve tarafsız bir üst mahkeme olarak AYM, sağlıklı işleyen bir yargı sisteminin vazgeçilmez bir unsurudur. AYM ve yürütme erki arasında çıkan tartışmalar sonucu AYM'nin yapısına yönelik değişiklikler gündeme gelmiştir. Değişikliğin gündeme geliş biçimi göz önüne alındığında, içeriği daha belirlenmemiş bu olası değişikliğin, yargı erkini daha bağımsız ve tarafsız kılmasını beklemek zordur. Özellikle kamuoyuna malolmuş yargılama süreçlerinde siyasiler tarafından yapılan açıklamalar yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını hem algısal seviyede hem de filli olarak olumsuz etkilemeye devam etmiştir."

'Kayyum atamaları, YSK'ye güveni sarstı'

Raporda, hukukun üstünlüğünü zedeleyen uygulamalardan birisinin de 31 Mart 2019'daki yerel seçimlerden sonra belediyelere yapılan kayyum atamaları olduğu ifade edildi. Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), yerlerine kayyum atanan belediye başkanlarının adaylıklarında bir sorun görmemesine karşın İçişleri Bakanlığı'nın kayyum kararları aldığı ifade edilen raporda, şu görüşlere yer verildi:

"Bu şekilde yapılan kayyum atamaları YSK'nın seçim süreçlerinde zaten yıpranmış olan güvenilirliğini daha da sarsmış ve hukuksal gerekçelendirme gerektiren kararlarda yargı organının "hukuka aykırılık iddialarını kesin olarak çözme" işlevini zedelemiştir. Bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi, hukukun üstünlüğü, adaletin gerçekleştirilmesi ve temel hak ve özgürlüklerin etkili şekilde korunması açısından yaşamsal öneme sahiptir."

KAYNAK,AFP
'Yargı, siyasi olarak araçsallaştırıldı'
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının alt mahkemleler tarafından uygulanmadığı kaydedilen raporda bu durumun "normlar hiyerarşisi"ni bozduğuna dikkatak çekildi. İş insanı Osman Kavala ve eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmamasının örnek gösterildiği raporda, "Önceden soruşturulmuş ve haklarında AYM tarafından beraat kararları verilmiş bazı siyasilerin tekrar aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınmaları da hem toplum nezdinde yargıya güveni sarsmaya devam etmiş, hem de yargı erkinin bağımsızlığı ve siyasi tarafsızlığı ilkelerine zarar vererek yargı erkinin siyasi olarak araçsallaştırıldığı algısını arttırmıştır" denildi.
'Yargıya güven partiler üstü sorun'
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güvenceye alacak, yargıda likayat ve yetkinliği arttıracak, adil yargılanma ve etkin savunma başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlayacak düzenlemeler yapılması istenen raporun sonuç bölümünde şu tespitlere yer verildi:
-Cumhurbaşkanının siyasi parti liderliğinin devamı, yasama üzerinde incelenen dönemde, özellikle yargı erki içerisinde hukuk devletinin temel prensibi olan normlar hiyerarşisini bozan bazı kararların alındığı görülmektedir. Özellikle ceza yargılamalarında üst mahkemelerin verdikleri kararların tersi yönde kararlar alınmış ya da üst mahkeme kararlarının alt mahkemeler tarafından uygulanmadığı durumlar ortaya çıkmıştır.
-Hakim ve savcıların mesleki kararlarında tek yetkili merci olan HSK'nın üzerindeki yürütme etkisine hakimlerin ve savcıların mesleğe girişlerinde nesnel, liyakate dayalı, yeknesak önceden belirlenmiş kriterlerle karar verilmesi önünde engel teşkil etmeye devam ediyor.
-Yargı alanında devam eden liyakat sorunu uzun tutukluluk sürelerinde, toplum vicdanını sarsan yargı kararlarında ve vatandaşların yargı sistemine olan güvenlerinin azalmasında etkili oluyor.
-Yargının temel bileşenlerinden olan savunmanın meslek kuruluşu olan barolara ilişkin düzenleme, her ne kadar barolar içerisinde çoğulcu bir yapı oluşturmak amacıyla yapılsa da, barolar tarafından yoğun tepkiyle karşılaşmıştır.
-Yargı alanına ilişkin raporda tespit edilen sorunlar vatandaşların yargı sistemine olan güvenini azaltmaya devam ediyor. Yargıya güvendeki bu azalış, vatandaşların siyasi parti tercihlerinden görece bağımsız gözükmektedir. Türkiye'deki siyasi kutuplaşma seviyesi göz önüne alındığında, bu veriler yargıya güven probleminin partiler üstü bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır.

Ziyaret -> Toplam : 125,24 M - Bugn : 127271

ulkucudunya@ulkucudunya.com