Büyük hırsız`lar ve millet egemenliği!
Arslan BULUT 01 Ocak 1970
Son zamanlarda iktidarın hiç yolsuzlukla mücadeleden bahsettiğini duydunuz mu?
Yolsuzluk denilince benim aklıma ilk gelen, Hayrettin Karaman'ın "Yolsuzluk, hırsızlık değildir" fetvası oluyor. Gerek kelime anlamı, gerekse niteliği bakımından elbette iki suç aynı değildir ama kamu vicdanı, yolsuzlukları da hırsızlık olarak kabul ediyor. Yolsuzluk yapanlara, aşağılamak için "hırsız" hatta "büyük hırsız" deniliyor. Öyle ya, hırsız, sonuçta taşınır mal çalabilir, çaldığı malı kamyona yükleyip götürse bile değeri belli bir sınırda kalır, yolsuzluk ise milyar dolarları aşabiliyor!
Gaziantep'te baklava çalan çocukların hapse mahkûm edilmesi, ama "büyük hırsız"lara hemen hemen hiç dokunulmaması, yıllarca konuşulmuştur ve halen de bu olay unutulmuş değildir.
***
AKP de birçok parti gibi başlangıçta "yolsuzluk ve yoksullukla mücadele" sloganını kullanmıştır hatta iktidarın dördüncü yılında, "Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi"ni de onaylamıştır.
Resmî Gazete'de yayınlanan, 2 Ekim 2006 tarihli Bakanlar Kurulu onay kararının altında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzası vardır.
Sözleşmede, "Her taraf devlet, yolsuzluğa karşı önleyici birim ya da birimler oluşturacaktır" maddesi var. Türkiye'de bir Devlet Denetleme Kurulu var ama devleti yönetenlerin işleyebileceği suçlar, devleti yönetenler tarafından atanmış kişiler tarafından soruşturulamaz. Zaten Meclis denetimine izin verilmemekle birlikte Sayıştay bile devreden çıkarılmıştır. Kamunun elindeki büyük varlıklar "Varlık Fonu" adı altında bir fonda toplanarak her türlü denetimin dışına çıkarılmıştır. Merkez Bankası'ndaki 128 milyar doların nasıl eritildiği de meçhuldür. Muhalefetin sorularına da kaçamak cevaplar verilmektedir.
***
Sözleşmede, kamu ihalelerinin saydamlığından söz edilmektedir ama Türkiye'de büyük ihaleler, yıllardan beri beş şirkete verilmektedir.
Sözleşmede her taraf devlet, kamu yönetimindeki yolsuzluk riskleri hakkında düzenli aralıklarla hazırlanacak raporları da kapsayabilecek bilgilerin yayımlanmasını kabul ediyor ama siz bugüne kadar yolsuzlukla ilgili kamuya rapor açıklandığını duydunuz mu?
Aksine, iktidar mensuplarıyla ilgili yolsuzluk iddialarının duyurulduğu haberlere son yıllarda yayın yasağı getirtilmektedir. Hâkim teminatı olmadığı için her yayın yasağı talebi kabul edilmekte, böylece yolsuzlukla ilgili veriler halktan saklanmaktadır.
Sözleşmede, her taraf devlet, kara para aklamanın her biçimini önlemeyi kabul ediyor ama dört bakan götüren Rıza Zarrab skandalında, Meclis'te soruşturmaya izin verilmemesi; ayakkabı kutularındaki paralar, yatak odalarındaki para sayma makineleri, elbiselerle ve çikolata kutularıyla gönderilen rüşvetlerin miktarı bile belliyken el konulan rüşvet paralarının, faiziyle birlikte iade edilmesi herkesin bilgisi dahilindedir!
Sözleşmede taraf devletleri, yolsuzlukla elde edilmiş gelirlere ve mal varlığına el koymayı ve müsadere etmeyi kabul ediyor ama Türkiye'de sadece bazı FETÖ'cü iş adamlarının mal varlığına el konulmuştur. Onlar da iade edilmektedir.
Sözleşmede "Her taraf devlet, bir yolsuzluk eylemi sonucunda zarara uğrayan kişi ya da kuruluşların, tazminat almak gayesiyle zarardan sorumlu olanlar aleyhine dava açma hakkına haiz olmalarını sağlamak üzere gerekli önlemleri alacaktır." deniliyor.
Türkiye'de yolsuzluktan zarar görenlerin dava açtığını hiç duydunuz mu?
***
Sözleşmenin başında genel ilkelerden bahsedilirken, "Haksız olarak kişisel servet edinmenin özellikle demokratik kurumlara, ulusal ekonomilere ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vereceğine inanarak" denilmektedir ki sanki bugünkü Türkiye'yi anlatmaktadır!
Yolsuzluklar artık millet egemenliğini ve bağımsızlığını tehdit eder boyutlara varmıştır. Çünkü soruşturmadan kurtulmak isteyen yöneticiler, yabancı ülkelerin şantajlarına boyun eğmektedir