Çözüm Süreci Tartışmaları Yeniden Gündemde
Mahmut Bozarslan 01 Ocak 1970
Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) içerisinde yer alan Gara Dağına düzenlediği operasyon, PKK’nın elindeki rehineleri öldürmesiyle sonuçlanınca siyasette tansiyon yükseldi. AKP ve HDP arasında başlayan söz düellosu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun HDP’li milletvekillerinin Kandil’de çekilen fotoğraflarını göstermesiyle alevlendi. HDP, fotoğrafların çözüm sürecine ait olduğunu ve devletin bilgisi dahilinde Kandil’e gittiklerini açıkladı. Peki, gerçekte çözüm sürecinde neler yaşandı?
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2009 yılındaki "Kürt sorunuyla ilgili önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak" açıklamasıyla başlayan ve 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla sona eren çözüm süreci, Türkiye gündemine gelmeye devam ediyor. Sürecin en önemli kilometre taşlarından biri Norveç’in başkenti Oslo’da Türkiye ve PKK arasında yapılan görüşmeler oldu. Görüşmelerin basına sızdırılmasına ve tartışmalara neden olmasına rağmen süreç devam etti. İlerleyen yıllarda bir yandan çözüm sürecini insanları anlatmaları için akil insanlar heyetleri kuruldu, diğer yandan da dönemin Kürt partileri olan Demokratik Bölgeler Partisi ve Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinden oluşan heyetler PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tutuklu bulunduğu İmralı Cezaevi ile PKK’nın yönetim merkezi olan Kandil Dağı arasında mektuplaşmaya aracılık etti. Mektupları Kandil’e götüren milletvekili ve siyasetçilerin burada PKK yöneticileriyle çektiği fotoğraflar bugünlerde yine gündemde. Hükümet kanadı bu fotoğraflar üzerinden HDP’yi PKK ile ilişkilendirmeye çalışıyor.
Oslo görüşmeleri nasıl başladı?
İmralı’ya giden heyetlerin birinde bulunan Hatip Dicle, bu dönemin yakın tanıklarından biri. Artı TV’de yayınlanan bir programa katılan Dicle, Oslo görüşmeleri hakkında şunları söyledi: “Bu görüşmeler belirli aralıklarla 3 yıl sürdü. Toplam 11 toplantı yapıldı. Bunların hepsi aracı devlet ve kurum tarafından teşvik edildi ve karşılıklı imzalatıldı. Her ikisinin de mutabakat metni vardı. Oslo'da gizli görüşmeler 3-4 Eylül 2008 yılında başladı. O dönem cezaevindeydim ama biliyordum dönemin müsteşarı Emre Taner idi ve Emre Taner kendisi de MİT'e bağlı görevinden Sayın Öcalan ile görüşmeye giderlerdi. Öcalan'dan da görüşlerini alıp, mektup alıp İmralı'dan Oslo'daki PKK heyetine getirirdi.”
“Biz görüşmelere yetkililerin bilgisiyle dahil edildik”
İmralı ve Kandil arasındaki mesaj trafiğine aracılık eden ve fotoğrafların birinde yer alan eski HDP Milletvekili Altan Tan ise görüşmelerin devletin bilgisi dahilinde yapıldığını söyledi. Kendi isminin heyete nasıl dahil edildiğini bilmediğini söyleyen Tan, “HDP ile o dönemdeki iktidar, AK Parti, Milli İstihbarat arasında yürütülen diyalog sonucunda, dediler ki 3 kişi İmralı heyeti olarak belirlendi; Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan. O zaman iki önemli kuruluş vardı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Kamu Güvenlik Müsteşarlığı… Bu yetkililerin gözetimi ve denetimi altında, devlete ait bir kosterle İmralı'ya gittik. Yanı başımızda Milli İstihbarat görevlisi olduğunu bildiğimiz bir devlet yetkilisinin gözetiminde Abdullah Öcalan ile görüştük. Abdullah Öcalan o görüşme çerçevesinde kendi el yazısı ile Kandil'deki örgüt mensuplarına bir mektup yazdı. Mektup Abdullah Öcalan tarafından Milli İstihbarat Teşkilatı elemanlarına verildi, onların vasıtasıyla HDP’ye teslim edildi. Fotoğraflara gelince, Kandil’de çekilen o mektup Murat Karayılan'a teslim edildikten sonra, Karayılan ‘Beraber bir resim çekelim’ dedi. Arkadaşlarımızdan birkaç tanesi ‘Bu doğru olur mu olmaz mı, spekülasyona açıktır’ dedi. Murat Karayılan net bir ifade ile ‘Hatıra olsun kendi arşivimize koymak için, bugünün hatırası olarak. Kesinlikle bizde kalacak başka bir yere gitmeyecek’ dedi ve o resim çekildi. Ama maalesef hatıra olarak çekilen, arşivde kalacağı söylenen o resmimiz, biz Kandil'den dönmeden, bütün Avrupa ve Türkiye medyasında yayınlandı. Bu da çok enteresan bir şey. Kim bu işleri bozdu, niye bozdu, ne yapmak istedi? Fotoğraf hadisesi bile başlı başına bir skandaldır “dedi.
Soylu’nun fotoğrafları göstermesinin ardından grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, ‘Çözüm sürecinde bizlere neler vaat edildiğini yeri ve zamanı geldiğinde açıklamazsak namerdiz” açıklaması yaptı. Bu açıklamaya tepki gösteren Tan, “Diyeceğim bir şey varsa söyleyeceksin, bilmediğim bir şey varsa susacaksın. Bilip te susuyorsan, suça yataklık etmektir, suçun bir parçası haline gelmek, anlatılacak bir şey varsa bu bilmek halkın en önemli hakkıdır. Ben yeni bir şey olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.
“Bizim bilgimiz dahilinde yapılmamıştır demenin manası yok”
Heyetler İmralı ve Kandil arasında mekik dokurken, çözüm sürecini tüm Türkiye’ye anlatmak için 7 akil insanlar heyeti oluşturuldu. Yazar, sanatçı, akademisyen ve STK temsilcilerinden oluşan heyetler, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştükten sonra bölgelere dağıldı. İç Anadolu heyetinde bulunan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun’du. VOA Türkçe’ye konuşan Coşkun, çözüm sürecinde yapılan çalışmalardan yetkililerin haberdar olduğunu ifade etti. Yapılan görüşmelerin devletin bilgisi olmadan yapılmasının imkansız olduğunu vurgulayan Coşkun, “Akil insanlar heyetlerinin çalışmaları Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın lojistik desteği ile yapılıyordu. O çalışmaların hepsinde devletin ilgisi, bilgisi vardı. Kamuoyunda yapılan çalışmalarda asıl önemli olan HDP ve AK Parti arasındaki ilişki ve yapılan görüşmeler. O görüşmeler de son derece kritik görüşmeler. Görüşme yapanlar İmralı'ya gidip Öcalan'la görüşüyor ya da Kandil’e gidip PKK ile görüşüyorlar. Bunların devletin bilgisi, ilgisi ve desteği olmadan olma ihtimali yok. İmralı'ya gitmek için izin gerekiyor. Kimlerin oraya gideceği devlet tarafından belirleniyor. O kişiler devletin kontrolü altındaki bir adada Öcalan ile görüşüyorlar. Görüşmelerin tamamı kayıt altına alınıyor. Kandile ne için gidildiği çok açık ve net bir şekilde biliniyor. Dolayısıyla bu görüşmelerin devletin o dönemdeki siyasal iktidarın bilgisi dışında olması imkanı yok. Ne siyaseten ne de fiilen imkanı yok. Yapılan bütün görüşmeler devletin kayıtlarında da mevcut. Bütün bunlar HDP, devlet ve AK Parti Koordinasyon içinde olan hikayeler. ‘Bizim haberimiz yoktu. Bizim bilgimiz dahilinde yapılmamıştır’ demenin manası yok” diye konuştu.
Sürecin sahiplenilmemesini de eleştiren Coşkun, şöyle devam etti: “İki tarafın da bu süreç içindeki rolü belli, çözüm sürecinin ortada bırakılması, şeytanlaştırması politikasına da şaşırıyorum. HDP de AK Parti de bunu yapıyor. Siyasetten anlaşılır bir tarafı var, başarılı olmadığı için kimse sahiplenmek istemiyor. Ama iki buçuk yıllık çatışmasızlık dönemi, yapılan yasalar var, kamuya ilişkin faaliyetler var. Akil insan heyetlerinin 81 il de yaptıkları temaslar var. Bütün bunlar sanki bilgisiz şekilde yapılmış demenin mantığı yok.”
“CHP haklı çıktı”
CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, Diyarbakır’da katıldığı bir toplantıdan sonra süreci VOA Türkçe’ye değerlendirdi. Özel, CHP’nin sürecin sonunda haklı çıktığını savunarak, “Cumhuriyet Halk Partisi orada ne söylediyse bugün haklı çıktı. Bizim 4 yaklaşımımız vardı. ‘Bunu meclis odaklı götürelim, meclisteki siyasi partileri dahil edelim’ dedik. AK Parti bunun siyasi rantını düşündüğünden Meclisi dışladı. En büyük yanlış buydu. Abdullah Öcalan'ı temel figür olarak kabul ettiler. Oysaki meclisteki partileri DBP mutlaka tutulması gerekiyordu. ‘Kamuoyundan gizli saklı ajandanız olmasın’ dedik, olduğu şimdi ortaya çıktı. ‘Kamuoyunu şeffaf bilgilendirin, hazırlayın’ dedik. ‘Bu konuda samimiyeti kamuoyuna hissettirin’ dedik. Onu da yapmadılar. Daha ilk başlarda genel başkanımız ‘Biz böyle bir sürece kredi veriyoruz’ dediğinde ‘Sen kendin krediye muhtaçsın. Sen kimsin kredi veriyorsun, al kredini başına çal’ diyerek Tayyip Erdoğan CHP'nin pozitif katkısından bu süreci mahrum etti.”
Eski AKP Milletvekili Kurt: “Süreç Kandil’in tutumu nedeniyle bozuldu”
Eski AKP Milletvekili Abdurrahman Kurt ise Kandil’in tutumu nedeniyle sürecin bozulduğunu savundu. Çözüm süreci ve sürecin bozulmasını iki evrede inceleyen Kurt, Suriye’deki gelişmelerin de sürecin bozulmasında etkili olduğu görüşünde. VOA Türkçe’ye konuşan Kurt’a göre Öcalan 2004 yılından 2010 yılına kadar farklı düşünüyordu. PKK’nın ilan ettiği ateşkesin 2004 yılında bozulmasına dikkat çeken Kurt, “2004 sürecinde Avrasyacılar’ın darbe hazırladığı dönemde, ateşkes Öcalan tarafından bozuldu, silahlı çatışmalar ve örgütün dönmesi (bu) süreçte” dedi.
Türkiye’de Kürt sorunu konusunda adım atılmayan bir dönemden, demokratik adımların atıldığı ve Avrupa Birliği sürecinin canlandığı bir döneme geçildiğini vurgulayan Kurt, “Bu 2010'a kadar sürer. Öcalan askeri darbe olacağını, darbe sonucu AK Parti'nin devrileceğini, gelecek olanların da kendisini gözetim altında tutan Avrasyacılar olduğunu (biliyordu) ve anlaşmak için Ultra sekülerizm üzerinden, onlarla ittifak yapmak üzere sürekli adımlar da attı. Bütün demeçleri 2010'a kadar iki bölümdür 1. bölüm Kemalizme övgüyle geçer. Yalçın Küçük döneminden kalma bir şeydir bu. Sonra gündemle ilgili bir şey söyler, sonra da kadınlara selam söyler” dedi.
Kurt, 2010 Anayasa referandumundan sonra Öcalan’ın tavrının değiştiğini ancak bu kez de Kandil ve örgütün Avrupa kanadıyla karşı karşıya geldiğini söyledi. Kurt’a göre bunun nedeni, iki kanadın da çözümü dindar bir parti ile yapmak istememesi. Örgütün şiddette ısrarı ve Suriye’de yaşanan gelişmelerden sonra süreci sona erdirdiğini ifade eden Kurt, “O dönem yönetimdekiler bu sürece ‘devrimci halk savaşı yapabiliriz’ diretmesiyle karşı çıkar. Bunların halk savaşına kalkıştığı ikinci dönem başlar. 2. dönem Suriye’nin patlaması dönemine kadar gelir. Suriye olayı yaşanınca da örgüt bütün kozlarını Suriye kabına koyar. Batılıların YPG'yi IŞİD'e karşı, yeri geldiğinde Türkiye'ye karşı kullanmak için yedeklerini alması üzerine iş rayından çıkmış oldu” şeklinde konuştu.
“Dolmabahçe Mutabakatı’nın yok sayılması 6 yıldır bu ülkeye kaybettiriyor”
Çözüm sürecinin bitmesinden kısa süre önce İmralı heyeti ve AKP ile hükümet yetkilileri ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ adıyla bir mutabakat yayınladı. 10 maddelik mutabakatta, demokratik siyaset tanımı ve içeriği, kimlik kavramı tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi, bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa gibi, atılacak adımlar kamuoyu ile paylaşıldı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan önce "Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır" dese de bir yıl sonra “Böyle bir mutabakat yok. Bu iktidarın terör örgütüyle bir mutabakatı söz konusu değildir” dedi.
Mutabakatın yıldönümünde bir açıklama yapan HDP ise mutabakatın Türkiye’nin demokratikleşmesi için fırsat olduğunu savundu. Açıklamada şu görüşler yer verildi: “Söz konusu mutabakat öncelikli olarak Türkiye’nin en temel sorunu haline gelen Kürt sorununu çözmeyi hedeflemiş olsa da esasında Türkiye’nin demokratikleşmesi için sunulmuş çok büyük bir fırsattır. Ancak maalesef meselenin muhataplarından biri olan AKP, küçük iktidar hesapları uğruna Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkar ederek Türkiye’nin demokratik geleceğine kast etmiştir.”