« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Mar

2021

Levnî

1145 - 1732 01 Ocak 1970

Osmanlının yetiştirdiği, âşık, şair, ressam, minyatür, tezhip sanatçısı, hattat...
Osmanlı İmparatorluğunun Lale Devri döneminde yaşayan büyük bir minyatür tezhip sanatçısıdır. Osmanlı minyatür sanatının son büyük temsilcisidir. Aynı zamanda halk şairidir.
Asıl adı Abdül Celil iken saraya mensup olduktan sonra Çelebi diye anılmış, eserlerine Levni (renkçi) imzasını atmıştır. 17. yüzyıl sonlarında Edirne'de dünyaya geldi.
Genç yaşta İstanbul’a gelmiş ve saraya girip Nakkaş hanedeki ustaların yanında müzehhip olarak yetişmiştir. Ancak daha sonra minyatür alanında ilerleyerek II. Mustafa zamanında (1695-1703) nakkaşbaşılığa yükselmiş, III. Ahmet döneminde de aynı (1703-1730) görevi sürdürmüştür;Mesleğinden ötürü Levnî (Levn:renk) adı kendisine sonradan verildi.
Levnî âşıklığının yanı sıra ressamlığı, minyatür ustalığı ve hattatlığı ile de dikkati çekmektedir. Lale Devri’nin insanı olmasından dolayı, minyatürlerinde daha çok eğlence sahnelerini işledi. Osmanlı sanat ve kültürünün belli bir gelişme gösterdiği Lâle Devri’nde yaşayan Levnî Türk resminde büyük başarılar ortaya koymuş ve bu alana buketler, köşeler ve kenar suları gibi yeni süsleme malzemeleri katmıştır. Onun bazı özellikleri çalışmalarını imzalayıp imzalamamasını dahi önemsiz kılmıştır; zira daha önceki ressamlara göre ayrı bir tarz teşkil eden üslûbu eserin kendisine ait olduğunu tereddütsüz ortaya koymaktadır.
Levnî, İran ve Selçuklu resimlerine eğilim gösteren klasik devir ressamları gibi efsanevî ve hayalî sûretler yapmamış, tam anlamıyla gerçeği tasvir edip bunu üslûplaştıran bir realist olmuştur. Onu en çok ilgilendiren konular zamanın neşeli hayatını tasvir eden eğlenceler, sâzendeler, rakkaseler ve çiçeklerdir. Resimlerine bakıldığında II. Bayezid devrinden (1481-1512) beri gelen ressamların eserlerinden daha farklı bir tarza sahip olduğu görülür. Levnî, kendinden önceki üstatların minyatür tarzlarına tamamen yabancı kalmadığı gibi o zamanki Avrupa resim tarzına da yaklaşmış ve Hint resimlerinin karakterini andıran daha realist ve üslûplu bir yol izlemiştir. Çizimlerine eskilerden daha edalı bir hareket vermiş ve birbirine zıt göz alıcı renklerden kaçınarak mor, sarı ve turuncu gibi yumuşak renkler seçip resmin bütünlüğü içinde renk uyumuna dikkat etmiştir. Çarpıcı parlak tonlar yerine rahatlatıcı ve doğacı bir renk zevkinin hâkim olması, zıt tonların dahi âhenk içinde verilmesi ve geniş ölçüde altın yaldız kullanımından vazgeçilmesi onun teknik özellikleri arasında sayılabilir.
Levnî’nin minyatürlerinde klasik düzen anlayışının değiştiği ve kalabalık grupların yer aldığı resimlerde alışılmış minyatür perspektifine karşılık bir derinlik eğiliminin bulunduğu görülmektedir. Bütün bu özellikler, Levnî’nin Osmanlı minyatür sanatının son büyük ustası sayılmasına sebep olmuştur. Portrelerinde kişinin yüz anlatımını da işlemeye yönelmesi, vücut hareketlerine doğal bir kıvraklık kazandırması ve dikkati belli bir noktaya toplamak yerine bütün yüzeye yaymayı amaçlayan kompozisyonlar tasarlaması, onun resimlerinin hemen algılanan ve başka ustalarınkinden ayırt edilmesini sağlayan başlıca özellikleridir. Minyatürlerin elliyi aşkın bir dizi halinde levhalar üzerine yapılmış olanları kadın müzik topluluklarını, rakkaseleri, harem kadınlarını ve çeşitli portreleri konu almaktadır. Asalet ve zarafeti yansıtma kaygısının çizgiye hâkim olduğu bu resimlerin çoğunda sanatçı, eski şemacı nitelikleri aşan bir canlılık ve en doğacı resimlerde dahi rastlanması güç olan tensel bir ifade kuvveti göstermiştir. Bu figürler zarif çizgilerle, narin hatlarla canlandırılır ve inceliği ifade eder. İnce ayrıntılarıyla çizilmiş resimler bir yandan da dönemin toplumsal yaşamı hakkında bilgi edinilmesini sağlamaktadır.
1732 yılında vefat eden Levni, Fakat bugün mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Levni 1732’de Patrona Halil ayaklanmasından iki yıl sonra öldü. Ayvan Sarayı’nın “Hadi katu’l-Cevâmi” ‘de bildirdiğine göre Eyüp’te Otakçılar Camisi yakınındaki Sadiler Tekkesi’ne gömülmüştür. Fakat bugün mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Araştırılıp kabirlerinin gün yüzüne çıkarılmasını beklemektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 37466

ulkucudunya@ulkucudunya.com