Falih Rıfkı Atay
Dr. Koray Üstün 01 Ocak 1970
İstanbul’da doğmuştur. Zengin bir köy ağası iken İstanbul’a yerleşmesinin ardından ekonomik durumu bozulan Hoca Hilmi Efendi ile Çerkes bir aileye mensup Huriye Cemile Hanım’ın oğludur. Sıbyan Mektebi’nde eğitimine başlamış ardından ilk ve orta öğrenimini tamamlayacağı Kovacılar’daki Rehber-i Tahsil Rüştiyesine kaydolmuştur. Bu eğitimin ardından Hüseyin Cahit’in müdürlüğünü yaptığı Mercan İdadisi’ne devam etmiştir. Ağabeyinin kitaplığından aldığı yayınlarla edebiyat bilinci güçlenen Atay’ın ilk yazıları da Tecelli ve Servet-i Fünun dergilerinde bu yıllarda yayımlamıştır. 1908’de savaş nedeniyle mezun olamadan ayrıldığı Darülfünun Edebiyat şubesine kaydolmuştur. 31 Mart Vakası sırasında idadinin son sınıfında olan Falih Rıfkı’nın bu dönemde Servet-i Fünun’un gençlere ait sayfalarında Tabişgahi Lâhuti imzasıyla ilk şiiri yayınlanmıştır (1909). Bu ilk şiiri Servet-i Fünun diline öykünerek kaleme alınmıştır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki kültürel ve düşünsel ortam içinde Batıcılık ve Türkçülük akımlarının etkisi altında kalan Falih Rıfkı, Darülfunun yıllarında Edebiyat-ı Umumiye hocası Mehmet Akif’e karşı Ahmet Haşim’i yani Servet-i Fünun ve Fecri Ati edebi akımlarını savunmuş, idadi yıllarında olduğu gibi bu yıllarda da Cenap Şahabettin ve Halit Ziya gibi Edebiyat-ı Cedide akımının önde gelen isimlerinin eserlerini ve yazılarını yakından takip etmiştir (Selçuk Şirin 2009: 29). Bu yıllarda ilk düzyazısı da Tecelli’de yayımlanan (1911) Falih Rıfkı, “Mübareze-i İçtimaiye” başlığını taşıyan bu yazısında İmparatorluğun kurtuluşu için Batılılaşmayı savunmuş, İttihatçıların girişimlerini desteklemiştir. I. Dünya Savaşı öncesinde yaşanan kayıplardan hayli etkilenen Atay, toplumsal olayları ve muhalefet girişimlerini yakından takip etmiş ve İttihatçılardan yana olmuştur. İttihatçıların iktidardan çekilmesi ise onda derin bir sarsıntı yaratmıştır.
Atay, 1913’te hocası ve hayranı olduğu Hüseyin Cahit’in Tanin gazetesinde yazarlığa başlamış, Balkan Savaşı’nı takip eden günlerde Edirne ve çevresinde dolaşmış ve buradaki gözlemlerini daha sonra “Edirne Mektupları” adıyla yayımlamıştır. 31 Mart İsyanını İttihatçıların Batılılaşma girişimlerini hedef alan bir “karşı devrim hareketi” olarak değerlendiren Falih Rıfkı, isyanın teşvikçilerinin de “eski düzen yanlısı daha tutucu gruplar” olduğunu düşünmüş; pek çok İttihatçı genç gibi Falih Rıfkı da muhalefeti, ihanet, vefasızlık ve vatansever olmamakla suçlamıştır. Falih Rıfkı’nın daha sonraki yıllarda özellikle irtica karşısındaki sert ve ödünsüz tavrında bu yıllarda tanık olduğu gelişmeler fazlasıyla etkilidir (Selçuk Şirin 2009: 23).
Balkan Harbi’nin ardından Tanin’in düzenli yazarlarından olmaya başlayan Falih Rıfkı, bu dönemde İttihatçılarla tanışma olanağı bulmuş, Ziya Gökalp’ın konuşmalarını takip etmiş; Cemal ve Talat Paşa ile tanışmıştır. Kısa bir süre memur olarak Sadaret Mektubi Kalemi’nde çalışan (1913) Atay, daha sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın özel kalem müdürü olmuş ve Talat Paşa’nın 1914’te Bükreş’e yaptığı geziye katılmıştır. Yazar, bu gezi boyunca edindiği izlenimlerini de Tanin’de yayımlamıştır.
Falih Rıfkı, I. Dünya Savaşı sırasında Kanal Cephesinde ihtiyat zabiti olarak Cemal Paşa’nın özel kâtipliğini yapmış; Cemal Paşa’nın bahriye nazırlığına getirilmesinin ardından Bahriye Nezareti özel kalem müdür yardımcısı olmuştur. Ateş ve Güneş bu dönemin eseridir. Bu süreçte yaşanan olumsuz ilerleyişi gören Falih Rıfkı, İttihatçılara karşı eleştirel bir tutum takınarak yazılarında Anadolu’nun kaybedilmemesi üzerinde ısrarla durmuştur. Savaşın bitmesinin ardından bir süre Çarkçı Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.
20 Eylül 1918’de Necmettin Sadak, Ali Naci (Karacan), Kazım Şinasi (Dirik) ile birlikte Akşam gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Bu gazetede Necmettin (Sadak) ile birlikte yazı işlerini üstlenmiş ve “Günün Fıkrası” başlıklı köşede yazmıştır. Falih Rıfkı, gazetedeki yazılarında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal’i öven yazılar kaleme almış ve bu yazılarından ötürü Divan-ı Harp’te yargılanmıştır. Bir süre Bekir Ağa Bölüğü’nde tutuklu kalan Atay, İnönü Savaşı’nın kazanılmasının ardından serbest bırakılmıştır.
Falih Rıfkı’nın İnönü zaferlerinden sonra kaleme aldığı yazıları iki gruba ayrılarak değerlendirilebilir. Bunlardan ilki; zaferin ne kadar büyük bir başarı olduğu ve Ankara’nın kararlılığının tüm dünyaya gösterilmesidir. İkincisi ise; içeride ve dışarıda Anadolu hareketine karşı mevcut olan pek çok olumsuz görüşe rağmen kazanılan zaferin anlamlı olabilmesi için, iktisadi alandaki mücadelenin de zorunlu olduğudur. (Şirin 2009: 138). Falih Rıfkı’nın her iki İnönü zaferinden sonra, ana gündemlerinden biri, Türklerin ve haklı mücadelelerinin dünya kamuoyuna duyurulmasıdır. Sakarya zaferi sonrasında kaleme aldığı yazıları, zaferin her yönüyle taçlandırılması amacını taşır.
İzmir’in işgalden kurtarılmasından kısa süre sonra yakın arkadaşı Yakup Kadri ile birlikte İzmir’e giden Falih Rıfkı, burada Mustafa Kemal Atatürk’le bir röportaj gerçekleştirmiş ve bu röportaj, 21 Eylül 1922 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanmıştır. Yazılarını yakından takip eden Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrılan (1922) Falih Rıfkı, savaş yıllarında Ankara Hükümeti’ne destek veren yazılar kaleme almış; Süleyman Nazif, Cenab Şehabeddin gibi isimlerle polemikler yaşamıştır.
Savaşın hemen ardından kurulan Tetkik-i Mezalim Heyeti’nde birlikte çalıştığı Yakup Kadri, Halide Edip ve Mehmet Asım’la Yunan ordusunun yakıp yıktığı Batı Anadolu’yu dolaşan Falih Rıfkı, 1923’te İkinci Meclis’e Bolu milletvekili olarak girmiş, 1927’ye kadar Bolu vekilliğini yürütmüş; 1927–1950 yılları arasında ise Ankara milletvekili olmuştur. Ankara’da bulunduğu süre zarfında Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrasında bulunmuş; Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılması gibi önemli olaylara tanıklık etmiştir. Mustafa Kemal’in isteği üzerine Zekeriya Sertel ile birlikte Hâkimiyet-i Milliye gazetesini yeniden düzenleyerek çıkaran Falih Rıfkı, 1934’te Ulus olarak adı değiştirilen bu gazetede başyazarlık yapmıştır. Yazılarında inkılapların ateşli bir savunucusu olmuş, yenilikleri halka tanıtıp açıklamayı kendine görev edinmiştir.
1947’de Ulus’taki başyazarlık görevinden ayrılmış ve Cumhuriyet gazetesinde “Pazar Sohbetleri” köşesinde yazmaya devam etmiştir. 1952’de Bedi Faik Akın ile birlikte Dünya gazetesini çıkaran Falih Rıfkı, daha sonra kitaplaştıracağı Çankaya isimli hatıralarını ilk defa bu gazetede yayımlamıştır. Ölünceye kadar Dünya’da başyazılar yazan Atay, 1971’de vefat etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Edebiyata olan ilgisi idadi yıllarında başlamıştır. Edebiyat öğretmeni Celal Sahir'in yönlendirmeleriyle kaleme aldığı küçük manzumeleri, nesir parçaları takip etmiş; Darülfünün döneminden itibaren kesintisiz olarak basın dünyasında yer almış ve daha çok gazete makaleleri, fıkra, anı, gezi notları ve sohbet yazılarıyla tanınmıştır.
Yaşamı boyunca yazı faaliyetlerine kesintisiz olarak devam eden Falih Rıfkı Atay, 1912’de Tanin, 1918’de Akşam, 1924’ten sonra Hâkimiyet-i Milliye ve daha sonraki adıyla Ulus, 1947’de Cumhuriyet, 1951 ve 1952 arasında Yeni İstanbul ve 1952’den sonra da kendisinin çıkarmaya başladığı Dünya gazetesinde sürekli olarak fıkra ve makalelerini yayımlamıştır. Yazar ayrıca Tecelli, Servet-i Fünun, Şehbal, Yeni Mecmua, Türk Yurdu, Kadro, Ülkü, Yedigün, İstanbul ve Kemalizm gibi dergilerde yoğun olarak Demiryolları, Varlık ve bazı halkevleri dergilerinde de aralıklarla yazmıştır. Atay, günlük süreli yayınlarda kaleme aldığı yazılarında güncel siyaset üzerine yazmakla kalmamış, yazılarında ulus devletin inşası ve bu bağlamda da devletin ideolojisi doğrultusunda siyasal ve toplumsal sistemin üretilmesine katkıda bulunmuştur. Bu durum onun “sıradan bir gazeteci olmaktan çok cumhuriyet ideolojisinin üretilmesi sürecinde olduğu gibi, bunun halka benimsetilmesi noktasında da etkili bir aracı özelliğine sahip olduğunu göstermektedir. İmparatorluktan ulus devlete geçişte, Osmanlı kimliğinden farklı yeni bir Türk kimliğinin oluşturulması sürecinde, türdeş bir toplum yaratılarak bu toplumun muasır medeniyet seviyesine ulaşması Falih Rıfkı için de en temel amaçtır. Yazar, bu sürece basın ve neşriyat faaliyetiyle etkin bir şekilde katılmıştır. (Selçuk Şirin 2009: VI-VII). Cumhuriyet devrimlerinin ve Atatürkçü düşüncenin anlaşılması ve yayılması amacıyla yazdığı yazılarda Atay, Cumhuriyet dönemi Türk dili ve edebiyatının gelişmesine hizmet etmiş, Türkçenin bir edebiyat ve bilim dili olduğunu savunmuştur.
Falih Rıfkı'nın Türk gezi edebiyatına katkısı büyüktür. Gezip gördüğü yerleri ayrıntılarıyla betimlediği gezi yazılarıyla bu alanda bir çığır açmıştır. Cumhuriyet dönemi edebiyatında gezi türü denince akla ilk olarak Falih Rıfkı Atay‘ın gelmemesi olanaksızdır. Talihinin hazırladığı fırsatları çok iyi değerlendirmeyi bilen bu usta göz ve işlek kalem; hem Atatürk‘ün çevresinde yaşamış olmanın ayrıcalıklarını gereğince değerlendiren anılar birikimini, hem gezip gördüğü her yeni sorunları ve ana özellikleriyle yansıtan gezi eserleri zenginliğini sağlamıştır (Mutluay 1976: 686). Falih Rıfkı Atay, gezdiği yerler ile ilgili bazen derinlemesine tanıtımlar yapmayı amaçlamış, bazen insanlar ve olaylarla ilgili tespitlerde bulunmuştur. Kendi gözlemleri ve aldığı notlar yanında başka kitaplardan ve yazarlardan da faydalanmıştır. Yazarın başka kaynaklardan faydalanması, eserinin belge niteliği taşıması ve tarihe kayıt düşmesi bakımından önemlidir. Bu durum, gezi türü eserlerin en önemli tarafıdır (Dinç Kurt 2008: 270).
Ateş ve Güneş, Falih Rıfkı Atay'ın 1914 1918 yılları arasında Filistin'de bulunan 4. Ordu Karargahında Cemal Paşa'nın hususi kâtipliğini yaptığı dönemdeki Sina ve Filistin Cephesi, Kanal Harekâtı olayları ile ilgili gözlemlerini ve anılarını anlattığı eseridir. Eserde, gezi ile anı türünün özellikleri iç içedir. 1931'de yayımladığı Faşist Roma, Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya; Yeni Rusya ve Denizaşırı ismindeki gezi notlarından oluşan kitaplarında ise yazar genç cumhuriyete farklı alanlarda iyi ve başarılı örnekler bulmak amacıyla yaptığı gezilerdeki gözlemlerine yer vermiştir. 1932'de yayımladığı Roman adlı eseri ise hiciv içeriklidir. İnkılapları anlamayan kişileri gözlemlerinden hareketle resmetmiştir. 1933'de Londra'da Geologya Müzesi'nde toplanan Londra Konferansı'na katılan Atay, bu konferansa giderken, konferans esnasındaki ve dönüşteki gözlem, izlenim ve değerlendirmelerini Taymis Kıyıları'nda bir araya getirmiştir. Bizim Akdeniz ise yazarın Cumhuriyet'in onuncu yıl kutlamaları esnasında düzenenen yurt içi etkinliklere katılarak edindiği gözlem ve izlenimlerini içermektedir. Ulus'ta çıkan yazıların derlemesinden oluşan Hind isimli eserinde ise Atay, günü gününe tutulan notlardan, okuduğu pek çok kitap, dergi, ansiklopedi ve broşürden faydalanmıştır. Gezerek Gördüklerim ise yazarın gezi türündeki son eseri olup ölümünün ardından bir araya getirilerek 1000 Temel Eser serisi içerisinde basılmıştır.
Gezi türünün yanı sıra anı türünde de pek çok eser veren Atay, anılarından Batış Yılları'nda çocukluk ve ilk gençlik çağlarını aktarmış; II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde geçen anılarına yer vermiştir. Yazarın en popüler eserlerinden olan Zeytindağı, Cemal Paşa'nın emir subayı olarak Suriye'de bulunduğu dönemdeki izlenimlerini ve eleştirilerini içermektedir. Hakimiyet-i Milliye'de tefrika edilmesinin ardından kitaplaştırılan bu eserde yazar, Kanal Harekatı'na yönelik eleştirel izlenimlerine yer vererek imparatorluğun nasıl çöktüğünü ve Anadolu'nun Türk milleti için ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır. Çankaya, yazarın en bilinen eserdir. Bu eser, 1952'de Dünya'da tefrika edilmeye başlanmış ancak tefrika tamamlanmamıştır. Eser, 1961’de iki cilt; 1969'da ise tek cilt halinde kitaplaştırılmıştır. Atay bu eserinde Atatürk dönemi anılarına yer vermiş, dönemin siyasal ve sosyal gelişmelerini doğrudan edindiği gözlemlerle aktarmıştır. Özellikle muhalefete yönelik eleştirel yargılarıyla Atatürk ve devrimlerinin gerekliliğine ve önemine işaret eden Atay eserinde Atatürk’ü, doğumundan okul yıllarına, savaştığı cephelerden yaptığı devrimlere, tartışma sofralarından insani yönlerine kadar detaylı bir şekilde anlatmıştır.