Basmacı Abdi Efendi
1736-1851 01 Ocak 1970
Hayat hikayesini iyi bilemediğimiz Abdi Efendi 1786 yılında İstanbul’un Davutpaşa semtinde doğdu. Kadı Halil Efendi’nin oğludur. Kendisi sekiz yaşında iken babası ölmüş, başıboş gezen ve hayırsız bir ağabeyi olduğu halde, kendinden küçük kızkardeşi ile ailesinin geçiminin ağırlığı omuzlarına binmişti. Böylece çocukluk yaşında çalışmak zorunda kalan Abdi Efendi, Kapalıçarşı’da bir yemenicinin yanında çalışarak hayata atıldı ve on yıl basma işlerinde çalıştı. “Basmacı” lakabı buradan kaynaklanır. Daha o yıllarda bir yandan günlük işlerini yaparken bildiği eserleri söyler, bazen de çarşı mescidinde ezan okuyarak sesinin güzelliği çevresinin dikkatini çekermiş.
On yedi on sekiz yaşlarında iken kızkardeşi ile Merdivenköyü’nde oturan bir akrabalarına giderken, Uzunçayır denen bir yerde bir ağacın altında oturup dinlendiği sırada bir şarkı okumaya başlamış. Bir söylentiye göre Sultan III.Selim kılık değiştirerek ve yanında musahibi olduğu halde oradan geçerken sesini duymuş. Bu olağanüstü güzellikteki sesi ve uslubunu çok beğenmiş. Çocuğun kimliği araştırılarak durumunun kendisine bildirilmesini emretmiş. Musahib birini göndererek soruşturmuş, sonucu Padişah’a arz etmiş. Bu olaydan bir süre sonra, saraylı bir görevli çalıştığı yazmacı dükkanına gelerek çocuğu saraya götürmüş. Abdi Efendi’nin Enderun’a alınışı bu ya da buna benzeyen bir olay sonucu olduğu kesindir. Bu suretle bu ilim ve sanat yuvasında iyi bir musiki eğitimi ile yetiştirildi.
Abdi Efendi bir yandan öğrenimini sürdürürken saraydaki musiki fasıllarına, padişahın binişlerine (gezintilerine) katılıyor ve dikkat çekiyordu. Tarihi kayıtlara geçmiş olan şu satırlar bu durumu pek güzel belgeliyor;
“…1239 Hicri senesi rebiyülevvelin beşinci cumartesi günü, Silahdar Ağa’nın Ayazağa dedikleri mahalde malik oldukları Gümrükçü Osman Paşa Çiftliği demekle meşhur yerde, ok talimleri yapılmış, badehu havuzbaşındaki köşke ikbal ve orada çavuşlar ve musahibler mazhar-ı atifet olup hemen her tebdilde bulunan kemani Mustafa Ağa, hanende Rıfat Bey, mukallit Aziz Bey, Keçi Arif Ağa ve acemisi Necip Ağa, neyzen Mustafa Efendi, Abdi Ağa, Suyolcusu Salih Efendi, Tanburi Numan Ağa, Kemani Ali Ağa incesazları ile havuz kenarında fasla agaze ve bülend avaz ile;
Çin-i gususuna zincir-i teselsül dediler
Yanılıp zaika sencan-ı mül dediler
Beste’sini sermaye-i imtiyaz etmişlerdir…”
Bu gibi musikişinaslar arasında bilgi ve ustalığını geliştiren Abdi Efendi, kısa sürede saray müezzinleri arasına girerek uzun yıllar bu hizmeti yürüttü. Müezzin oluş tarihi 1808’dir. Sultan III.Selim döneminden başlayarak üç padişah dönemi yaşadı. Sultan Abdülmecid zamanında Muzika-i Hümayun’da beş-altı yıl “muallimlik” yaptı. Sarayın izni ile Kabataş’ta satın aldığı bir evde otururdu. Bu evde 1851 yılında altmış beş yaşında öldü; Maçka Mezarlığı’nda toprağa verildi. Mezartaşında “Musahib-i Şehriyari’den sersazende Es-seyid Abdi Efendi, tarih-i vefatı 1287” yazılıdır. Sersazende dendiğine göre, akla haklı olarak bir sazı çalıp çalmadığı geliyor; ancak bu konuda hiçbir belgeye rastlanamamıştır. Yine bazı kaynaklarda adının baş tarafına “Münadi” kelimesinin eklendiği görüldüğünden, saray tellallığı yaptığı sanılıyor.
Itri’den itibaren ilk örnekleri görülmeğe başlayan ve Hacı Arif Bey’le olgunluk derecesine ulaşan şarkı formunun, XIX.yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan musikişinaslar arasında bir öncü olarak tanınır. Bir hayli eser bestelemişse de günümüze gelebilenler sınırlıdır. Elimizde bulunan üç beste ile on kadar şarkısı geleneklere bağlı, tekniği sağlam eserlerse de, bütün XIX. Yüzyıl bestekarları gibi yeni bir düşünüşün izlerini taşır. “Gülşen-i ezhar açtı her yane” güfteli mahur makamındaki eserini, Sultan II.Mahmud’un Beşiktaş sırtlarında yaptırdığı bir “Kasr” için bestelemiştir ki, en güzel eserlerinden biridir.
Abdi Efendi orta boylu, beyaz sakallı bir kimseymiş.
Dr.M.Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi kitabından alınmıştır.