İslam Erkek Dini midir? İslam da Kadın Hakları Var mı?
Ahmet Özcan 01 Ocak 1970
21. yüzyıl dünyasının Müslümanları için en can alıcı ve problematik soruları kadın özgürlüğü ve eşitliği temelinde artmaktadır. Zira yaşanan koşullar artık tarım çağlarının alışkanlıklarıyla cevaplanamayan yeni durumlar ve sorunlar üretmiştir. Bu bağlamda sorun aslında tüm dinler inançlar için de geçerlidir.
Modern çağa kadar, tarihte hiçbir dini metin doğrudan kadınlara hitap etmez. Hint kutsal metinleri Vedalar, Upanişadlar, Mahabarata ve Ramayana destanları, Bhagavat Gita destanı, erkeklere hitap eder ve erkeksi bir dil kullanır. Budist kutsal metinleri de böyledir. Zerdüşt Avesta, Tevrat, İncil de aynıdır. Hatta Tevrat ve İncil’de ve diğer dinsel metinlerde kadınların aşağılanması hatta insan olup olmadıkları bile tartışılmıştır. Ki, eski ahit yaratılış mitolojisinde Adem’i baştan çıkartan ve şeytana uyan ilk insan kadındır.
Bu kadın düşmanlığı ortaçağda büyücü, cadı diyerek canlı canlı kadınları yakmaya kadar varmıştır. Çünkü tarih, erkek egemen bir tarihtir. Bazı göçebe kavimler ve bazı toplumlardaki kadın kraliçeler dönemi istisna tutulursa bütün tarih, erkek merkezlidir. Çünkü hem avcı toplayıcı toplumlarda hem de tarım çağları boyunca beslenme, barınma, güvenlik ve diğer temel yaşam ihtiyaçları erkekler tarafından karşılanmaktaydı. Bu nedenle, sadece maddi yaşam değil, edebiyat, sanat ve din de erkek merkezlidir.
Öte yandan tarihin ironisi, şiirler ve şarkılar kadınlara yazılır, masallarda kadınları elde etme çabası anlatılır, anne-sevgili-eş-evlat olarak kadınlar, ev-ocak-mutfak-tarla işlerinde yani hayatın merkezindedir, pagan tarihin en yaygın tanrıça telakkilerinde Kybele, İştar, İnanna, Artemis, Venüs, kadındır, İlahi inanç telakkilerinde en kutsal anneler, Meryem, Hatice, Ayşe, Fatma kadındır ama altını olan kuralı koymuştur, yani parayı kazanan, eve ekmek getiren erkektir ve dolayısı ile muhatap erkektir. Bu gerçek, doğru veya yanlışın ötesinde koca bir insanlık tarihinin tuhaf yönlerinden biridir.
Geçmiş tarım toplumlarının kendi içerisinde tutarlılığı olan bu düzen, sanayileşme, yani kadının da evinden çıkıp çalışma hayatına katılmasıyla beraber değişmiştir. Özellikle ekonomik bağımsızlık, yani kadının kendi parasını kazanması erkeğe bağımlılıktan kurtulmasını sağlamış ve ardından hak ve özgürlüklerine dair diğer talepler gündeme gelmiştir. Kadın hakları, kadın kimliği, kadın özgürlüğü, kadın sorunu, son yüzyıllık bir gündemdir.
Bu anlamda, Kuran da indiği erkek egemen toplumun üslubuyla konuşmuştur. Yani erkeklere hitap edip erkeksi bir üslup kullanmıştır. Ama Kuran mesajları, diğer birçok kutsal metne kıyasla yer yer kadını da muhatap almış ve daha önemlisi dönem koşullarına göre devrim sayılabilecek kadar kadınlara hak ve itibar vermiştir. Hiçbir miras hakkı olmayan kadına en azından bir pay, hiçbir şekilde şahitliği kabul edilmeyen yani insan yerine konmayan kadına şahitlik hakkı, kendi kararlarını alma hakkı olmayan kadına evlilik, boşanma, çocuk bakma, emzirme, vb. konularda çeşitli haklar tanınmıştır. Yani dönem koşulları içerisinde sosyal dokuyu birden çökertecek kurallar yerine, kölelik, alkol yasağı gibi konularda olduğu gibi, daha ıslahatçı adımlar ve öğütler Kuran’da yer almaktadır. Allah, bizzat kadınlara hitap eden ayetler indirmiştir ve hatta bir sürenin adı Nisa’dır. Bu noktada, Kuran’ın erkek egemen kültüre uygun genel üslubunun tarihsel olduğu ama içerik ve maksat itibariyle rahman ve rahim olan Allah’ın yarattığı insanlar arasında adaletsizlik yapmadığı, kadınları 2. sınıf görmediği, hatta aksine kadın-erkek eşitliğine yönelmiş çok önemli değişiklikleri getirdiği söylenebilir.
Ancak diğer birçok konuda olduğu gibi, dini de tekellerine alan erkeklerin Kuran yorumu ve içtihat tekelini alıp, ayetleri erkek bakış açısı ve statükonun gözünden yorumladığı, erkek egemen kültürü İslam adıyla devam ettirdiği de bir gerçektir.
İslam adına bu geleneğe ilk itirazlar, Meşrutiyet döneminde başlamış ve birçok kadın derneği, kadın dergisi, kadın vakıfları kurularak Müslüman kadınlar da eğitim ve iş hayatı başta olmak üzere her alanda hak ve özgürlüklerini talep etmiştir. Cumhuriyet döneminde bu meşrutiyet devri atılımları unutturularak, ilk defa yapılşıyormuş gibi ve batıya öykünerek aslında sadece başı açık kadınlara seçme seçilme hakkı ve memuriyet imkânı verilmiş, ancak başı örtülü veya çarşaflı kadınlar aşağılanarak bu eski erkek egemenliği bu defa çağdaşlık adına sürdürülmüştür.
İslam, özü itibariyle kadın-erkek eşitliğini insan kavramıyla kabullenir ve hiçbir konuda özel olarak kadını dışlayıp erkeğe imtiyaz vermez. Sadece yerel-lokal bazı gelenekler veya özel şartlar içinde geçerli alışkanlıkları kabul etmiştir ki açıkça İslam itikadına aykırı olmayan her konuda örf ve adetlere karışılmamıştır.
Ama ilkesel olarak Kuranın genel maksatları çerçevesinde bugün gerçekten kadın kimliği, kadın hakları, kadınlara dönük ayrımcılık konularında ciddi bir sıkıntı vardır ve tabii ki başta Müslüman kadınlar olmak üzere bütün Müslümanların bu konuda da adaleti savunmaları gerekmektedir. Sorun, inanın insana kulluğu bağlamında kadınların erkeklere kulluğuna dönmüş ilişki biçimlerinin reddedilmesi, özellikle ahlak ve namusun kadının davranışlarına ve kıyafetlerine indirgenmiş çarpık algısı ve hala miras, çalışma, sosyal hayat gibi konularda kadınların kısıtlanması veya haklarının erkek tarafından bir lütuf gibi değerlendirilmesi şeklinde ciddi sorunlar vardır.
Batıdaki feminist akımların başı çektiği kadın hakları mücadelesinin bugün, diğer insan hakları mücadelesinin LBGT haklarına indirgenip sulandırılması ve ahlaksızlığı-edepsizliğin bir hak ve özgürlükmüş gibi dayatılması gibi, gayrı ahlaki ve aile karşıtı bir kampanyanın parçası yapıldığı malumdur. Batının her konuda ölçüsüz ve sulandırıcı tavrı, bu konularda da doğru başlayıp yanlışa dümen kırmış, bu nedenle kadın hakları ve benzeri gündemler, zaten pek işlerine gelmeyen muhafazakâr erkek egemen tutuma malzeme vermektedir.
Oysa sorun, gavura bakıp oruç bozulacak bir sorun değildir ve insanın gerçek özgürleşmesi, kadınların özgürleşmesine bağlıdır. İnsanı sadece doğuran değil, eğitip donatan da kadındır. Ezik, mağdur, mazlum ve güçsüz kadınların çocukları, özellikle erkek çocukları da böyle yetişmekte ve hayatın içinde köle ruhlu, başkasına bağımlı, özgür olamayan, şahsiyet ve haysiyet kazanamayan insanlar olmaktadır. Unutulmamalıdır ki, kadınların erkeklerle eşitlenmesi, yani insan olarak ayrımcılığa uğradığı her alanda erkeklerle aynı haklara sahip olması, erkek tahakkümünden kurtulması, erkeklerin de insanlaşmasına hizmet eder. Yani bütün toplumun anası, kadınlardır. Merhum Anadolu ozanı Neşet Ertaş’ın ârifane tabiriyle, ‘kadın insandır, erkek ise insanoğlu’.
Bu nedenle, modern çağla birlikte ilk defa ekonomik bağımsızlığıyla birlikte temel insan haklarına kavuşan kadınların, bundan sonra Kuran’ı, dini, Allah’ı, peygamberi, ahlakı, namusu, devleti, vatanı, savaş ve barışı, ekonomiyi, mülkü, ticareti, eğitimi, kamusal alanı, çalışmayı, yani erkeklere ait her şeyi özgürce tartışıp, yorumlayıp, karar verici konuma gelmesi gerekir.
Kadın hakları, İslam’ın değil, erkeklerin zoruna giden bir taleptir. İslam, indiği koşulların erkek diliyle kadınları o toplum koşullarının çok ötesinde bir itibar, saygı ve haklar tanımıştır. Bu anlamda, kadınların özgürleşmesine ve bunun sonuçlarına hazır olmak gerekir. Binlerce yıldır, ekonomik üstünlük, töreler veya çarpıtılmış dini hükümlere sığınarak erkek tahakkümüne maruz bırakılmış kadınları erkeğe kullaştırmış olan alışkanlıklar, diğer bütün tahakküm biçimlerinin de kaynağıdır.
Erkek, hayvanlardan sonra kadını da evcilleştirip kendisine tabi kılınca diğer insanları da köleleştirmeyi öğrenmiştir. Kadının özgürleşmesi, eşitlenmesi özünde bu kadim kölecilliğin tasfiyesi yani aslında bizatihi insanın özgürleşmesinin en önemli kapısıdır. Ve tüm efendi köle diyalektiğinde olduğu gibi, aslında erkekte kendisine yüklenmiş efendi rolünden kurtulup, bağımsız bir şahsiyet kazanacaktır.
Bu çerçevede, meselenin özellikle dinsel temelde erkek egemen alışkanlıklardan başlayarak yeniden yorumlanması, eşitlik temelinde güncellenmesi gerekir. Zira, geleneksel alışkanlıkların meşruiyet kaynağı olarak din, erkeklerce yorumlandığı sürece bu konularda mesafe alınamaz. Mesela artık kadınların tefsir yazdığı, ayet ve hadisleri yorumladığı din kitaplar gündem olmalı, yasaları ve yönetmelikleri artık daha fazla kadınlar yapmalı, savaş ve barış kararlarını kadınlar almalı, neyin ahlak neyin ahlaksızlık olduğuna kadınlar karar vermelidir. Bu belki erkeklerin empati yapmasına yol açabilir. Yine de aslolan eşitlik, denge ve karşılıklı saygıdır.
Bugün kadınlara pozitif ayrımcılık adına birçok değişiklik yapılmaktadır ama bir yandan doğru bir iş yapalım derken, bu defa tersinden abartılı bir kadın imtiyazı getirilip bu defa da başka dengeler bozulmakta, öte yandan kadınlar da erkek egemen düzenin içinde bir süre sonra kadın gibi değil de erkek gibi davranmaya başlamaktadır. İnsanlık bu konuda daha uzun süre deneme yanılma yoluyla mesafe kat edecek gibidir. Nihai hedef, erkek-kadın-çocuk-işçi-vb. kategorilerini ayrı ayrı hak hukuk konusu yapma ihtiyacı bile duymadan, tevhidin gerektirdiği adalet ve iyilik perspektifiyle bütün insanları eşitlemektir. Bütün insanların eşitlenmesi, tekdüze/tektip insanlık var etmeye çalışmak değil, aksine sınıfsal, cinsiyetçi, ırkçı yaklaşımların reddi ve felsefi, dini veya mezhebi temeldeki farklılıkların ayrımcılık, imtiyaz, inhisar, istiğna veya istismar kaynağı olmaktan çıkartılması demektir. İnsanların doğuştan veya sonradan edindiği her tür kimlik ve rolün, başkasına hükmedeceği veya başkasına kul olacağı bir sebebe dönüşmesini engellemektir. Rahmani bakış, bugün daha yakıcı hale gelen kadın sorunu konusunda işte bu irfanla yaklaşıp, tarihsel ve sosyal eşitsizlikleri tashih etmeyi, hakkı ve hukuku zayıf, mağdur ve mazlumlar lehine ikame etmeyi gerektirmektedir. Müminler olayları daima en mazlum, en zayıf, en alt ve en güçsüzlerin gözünden bakarak değerlendirmek zorundadır. Çünkü adalet, merhamet, insaf ve vicdanın nöbetini tutmak, hakkı ve hukuku savunmak, yani mümin olabilmek, işte bu hassasiyetler ve eylemlerle mümkündür. Hem de ‘ama’sız, ‘fakat’sız…