‘Devlet geri geliyor!’
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
Finansal krizde kurtarma, Covid’de izleme, ekonomide korumacılık ve sanayi politikası... “Devlet geri geliyor!” Hiçbir zaman bir yere gitmedi ki! Liberaller entelijansiya, “Küreselleşme içinde artık ulus devletler dönemi geride kalıyor” diye sayıklarken, ulus devletler dünya çapında yeni kriz yönetim modelini inşa ediyorlardı. Ulus devletler şimdi başka şeyleri inşa etmekle meşguller.
‘Küreselleşme biziz’
Eski ABD Harp Akademileri Deniz Stratejileri Başkanı Prof. James Kurth, 11 Eylül olayından on gün önce The National Interest’te yayımlanan “The Next NATO: Building an American Commonwealth of Nations (Yeni NATO: Ulusların ABD -liderliğinde- ortak refah alanını kurmak” - Biden’ın kulakları çınlasın) başlıklı denemesinin “Küreselleşme biziz” bölümünde “Son on yıl boyunca ABD’nin büyük projesi küreselleşmeydi... ABD dünyada o kadar merkeziydi ki... Bu, küreselleşme çağı olarak tanımlandı. Amerikan liderleri küreselleşmeyi, serbest piyasanın yayılması, sınırların açılması, liberal demokrasi ve hukuk düzeni olarak tanımladılar” diyordu.
Başka ülkelerin sınırlarını, piyasalarını, işgale gerek kalmadan açmanın, ekonomik siyasi mekânlarını düzenlemenin bir adı daha var: Modern Kapitalist Emperyalizm (MKE). MKE, ülkelerin ekonomilerini, siyasi-hukuki yapılarını uluslararası sermayenin gereksinimlerine uygun biçimde yeniden düzenlerken o ülkelerin seçkinlerini, siyasi partilerini, lobi gruplarını ve devletlerini, “Küreselleşme engellenemez” (Clinton), “Küreselleşme bir seçenek değil, geri çevrilemez bir süreçtir” (Kofi Annan), “Ulus devletler, sendikalar küresel piyasalara direnemezler, en iyisi uyum sağlamaktır” savlarıyla avutuyordu.
Prof. John Gray’ın Fals Dawn (Sahte Şafak, 1998) başlıklı yapıtında gösterdiği gibi “serbest piyasa düzeni” hem geçmişte (İngiltere hegemonyası) hem de bugün devlet eliyle ve yukarıdan aşağı inşa edildi.
Bu süreçte emperyalist devletlerin gücü arttı. Bağımlı devletlerin (post-colonial states) yönetimlerinin manevra alanları, Kees van der Pijl betimlemesiyle, diktatörlükle liberal demokrasi arasına sıkıştı. Halk, emperyalizmin projesini benimsediği oranda siyasi rejim demokrasiye doğru, benimsemeyip direndikçe de yönetici sınıfın iktidarda kalabilme çabalarına bağlı olarak açık diktatörlüğe doğru kayıyordu.
Üç basınç altında
Ancak tarih, omnia mutantur (her şey değişir) diyor. Niye küreselleşme bir istisna olsun ki? İngiltere hegemonyası altında, Büyük Bunalım’a, İspanyol gribi pandemisine, göç dalgalarına, iki büyük savaşa, faşizme ve devrimlere yol açarak çökmemiş miydi?
Prof. Williamson, “Küreselleşme ve eşitsizlik” üzerine çalışmalarında (1996-98), dün küreselleşmenin çöküşünde ülkelerin içindeki gelir dağılımındaki bozulmanın, toplumsal muhalefetin baskısıyla üretilen korumacı politikaların rol oynadığını gösteriyordu. Bunlara, Cecil Rhodes’un İngiltere parlamentosunda konuşurkenki “Beyler, devrim istemiyorsanız emperyalist politikaları kabul edeceksiniz” (aktaran S. Amin) sözlerinin değindiği, yeni pazarlara ve ekonomilere ulaşma yarışını ekleyebiliriz. Nihayet sermaye küreselleşirken beraberinde ister istemez yeni birikim noktaları da yaratıyordu. İngiliz hegemonyası altında Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da yeni birikim (güç) merkezleri yükseldi. Bunlar dünyanın kaynaklarının paylaşımındaki yerleşik hegemonya düzenini sorgulamaya başladılar.
İlk iki basınç, teknolojik gelişmeleri, korumacılık eğilimlerini, yabancı düşmanlığını, ırkçılığı üretti, sömürgecilik yarışını hızlandırdı. Üçüncü basınç, emperyalist güçler arası savaşa giden yolu açtı. Güçlü bürokrasileri, planlamacı devlet kapitalizmi, müdahaleci, korumacı ekonomi politikaları, otoriter ve faşist rejimler, emperyalist jeopolitik de bu üç basınç altında şekillendi.
Bugün, son 10 yılın gelişmelerine, ülkelerin içinde ve uluslararası alanda yaşanan kutuplaşmalara, korumacılık eğilimlerine, yabancı düşmanlığı dalgasına, Biden yönetiminin ekonomi paketine, dış politikada “demokrasiler ittifakı” çabasına, Çin’in “Tek Yol Tek Kuşak” projesine dağıttığı kredilere, Afrika’da hızlanan nüfuz alanları rekabetine bakınca, yukarıdaki resme benzer bir resim şekilleniyor diye düşünüyorum. Ulus devletler bu kez neyi inşa etmekle meşguller dersiniz?