Başbuğ Alparslan Türkeş´i Anarken Anlamak
Prof. Dr. Abdurrahman KÜÇÜK 11 Nisan 2007
Bugün 4 Nisan, Başbuğ Alparslan Türkeş'in Hakk'a yürüyüşünün onuncu yıldönümüdür.
Türk Milleti, 4.4.1997 Cuma günü saat 22.45'te acı bir haber ile sarsılmıştı.
Türk Kamuoyuna bomba gibi düşen bu haber, Bilge Lider Alparslan Türkeş'in vefat haberiydi.
Bulunduğu bir törenden evine giderken yolda rahatsızlanan Türkeş, Ankara'da kaldırıldığı bir hastanede "Hakk'a yürümüştü".
Haber Türkiye genelinde ve Türkiye dışında anında duyulmuştu. Telefon trafiği oldukça yoğundu. Televizyon kanalları faklı bilgiler veriyordu. Kesin haber 5.4.1997 Cumartesi günü saat, 02.20 gibi açıklanmıştı.
Tıp Merkezi'nin önü O'nu seven insanlar ile dolmuştu. Resmen açıklanmayan, fakat istihbar edilmiş vefat haberinin yalan olması için dualar ediliyordu. Kimse Türkeş'e ölümü yakıştırmak istemiyordu. Çünkü Türkiye'nin ve Türk Dünyasının Alparslan Türkeş'e daha çok ihtiyacı vardı. Hastane önünde Ülkücülerin sergilediği durum televizyon ekranlarına bile yansımıştı.
Her türlü sıkıntıya ve çileye sabırla göğüs germiş Türk Milliyetçileri, bu metanetini, istemeyerek de olsa, Alparslan Türkeş'in ölümünden sonra da gösterdi. Yapılan açıklamalarda bu sabrı ve metaneti bulmak mümkündü. Çünkü onlar, Allah'ın, Kuran'da haber verdiği "Her can, ölümü tadacaktır" hükmüne gönülden inanmış ve bağlanmış "Alperenler" idi.
Türkiye bilge liderini kaybetmişti. Ancak tesellimiz, İslâm'daki hayırlı "evlat" ve faydalanacak "eser" bırakıp ölen insanların "Amel Defteri"nin kapanmayacak olması idi. Hayırlı "evlat", yaptığı iyi işlerde atasının, ecdadının, büyüğünün hanesine sevap yazdıran "kimse"dir. İlmî çalışmalar da yine toplumlar ile ilgili, toplumun geleceğini aydınlatan ve geçmişi geleceğe bağlayan belgelerdir. Neticede bunlar da toplumun menfaati ile ilgili sosyal hadiselerdir. Bütün mesele, kişinin mensup olduğu millete faydalı işler yapmasıdır. Amel Defterinin açık kalmasını haber veren Hadisi Şerif de insanları, mensubu olduğu millete yararlı işler yapmaya teşvik etmektedir. Merhum Alparslan Türkeş'in yetiştirdiği ve yetişmesine vesile olduğu insanların yapacakları dualar ve iyi işler, onun Amel Defterini açık tutacaktır. On yıldır her yıl 4 Nisan'da MHP Genel Merkezi başta olmak üzere Türkiye'nin her tarafında Türk Milliyetçileri, Başbuğ Alparslan Türkeş'i Kuran Hatimleri ve Mevlidler ile, hayır ve dualar ile yad etmektedir.
Alparslan Türkeş, son dönemlerde Türk Milletinin yetiştirdiği ve eşine az rastlanacak liderlerdendir. O, "İslâm Ahlâk ve Faziletini, Türklük Gurur ve Şuûrunu" Türk Milletine sembol yapmıştır. Türklük ile İslâm'ı dengelemeyi yerleştirmiştir. Günümüzde bazı kimselerin söylemeye çekindiği "Yüce Türk Milleti" ifadesi de, Türkeş'in dilinden düşürmediği bir iftihar ifadesi olmuştur.
Alparslan Türkeş vefat etti, ancak Türk Milliyetçilerinin gönlünde O ve O'nun Türk Milliyetçiliği Ülküsü yaşıyor ve yaşayacaktır. İnsanlar fanidir. Baki olan fikirleridir. O'nun fikirlerini ve dâvâsını devam ettirmek her Türk Milliyetçisinin borcudur. Bu aynı zamanda Türkeş'e olan sevgisinin de bir ifadesidir. Çünkü Türkeş'i sevmek; onun fikirlerine ve emanetine sahip çıkmak demektir.
Bilindiği gibi Alparslan Türkeş'in üç emaneti vardır. Birincisi "Türk Milliyetçiliği Ülküsü", diğeri "MHP" ve üçüncüsü de "Ülkü Ocakları"dır. O her şeyin temeline, iyi yetişmiş, okuyan, düşünen, meselelere bilimin ışığında bakan, büyüklerini sayan, küçüklerini seven, gösterişten uzak ve mütevazı olan, ülke ve millet menfaatini her şeyin üzerinde gören, Türk Milliyetçiliği Ülküsünü duyan ve yaşayan gençliği koymuştu.
Allah, her insana bir "ecel" tayin ettiğini, bu vakit gelince bir saniye öne almanın da geriye bırakmanın da mümkün olmadığını bildirmektedir. Ölümü tadan insanları hayırla anmak ve anarken de onu "doğru anlamak" da gerekmektedir. Allah'ın emri de Türk Milleti'nin geleneği de bu yöndedir.
Alparslan Türkeş'i "tanımak ve anlamak" günümüz insanı için bir şereftir/meziyettir ve görevdir. Ondan günümüze ulaşacak mesajlar ve alınacak dersler vardır. Çünkü o, sabrın, sebatın, fikrin, ülkünün ve "dâvâ adamlığı"nın timsalidir. Tavrı, duruşu, tutumu ve görünüşü ile güven veren bir lider olmuştur.Yoktan bir Parti, Türk Milliyetçiliği Ülküsü'nü benimsemiş bir gençlik yetirmiştir.
Merhum Türkeş; vakur, dirayetli, okuyan, düşünen ve araştıran, eşine az rastlanan "devlet adamı" idi. " Devlet adamı nasıl olmalıdır?" diye sorulursa, tek kelime ile "Türkeş gibi" demek yeterlidir. Onun hayatı okuma, araştırma, düşünme, üretme ve proje ortaya koyma ile geçmişti. Devlet Adamı, "Dâvâ Adamı" duruşunu her zaman korumuştu. Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin menfaatini her şeyin üzerinde tutmuştu. "Uzlaşmacılığı temel felsefe" yapmıştı.Türkiye'nin ve Türk Milletinin menfaati gerektiğinde "uzlaşmacı" olması ve düşüncelerindeki isabetlilik, muvafık ve muhalif herkes tarafından üzerinde ittifak edilen hususlardandı. Bunun yanında üzerinde ittifak edilen diğer bir nokta; Türkeş'in millî meselelerde tavizsiz bir "devlet adamı", Türk Dünyası'nın benimsediği ortak "lider" ve "Başbuğ" olması idi.
Türkeş, kendinden daha çok, Türk Milletini düşünmüş ve Türk Dünyasının meselelerini öne çıkarmıştır. O, günübirlik politikaların değil, geleceğe yönelik ve kalıcı politikaların insanı olmuştur. Türk dünyasının yakınlaşmasına ve birbirini kucaklamasına çalışmış ve başarmıştır. Türk Milletinin varlığı ve yücelmesi onun temel hedefi olmuş ve her şeyden önde gelmiştir. Herkesin zikzaklar gösterdiği siyasî hayatta Türkeş, 1944 olayları ile ortaya koymuş olduğu siyasî ve fikrî çizgiyi aynen devam ettirmiş ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Türkeş'in bu değişmez çizgisi ve haklılığı, Tarih tarafından da ortaya konulmuştur.
Sert dış görüntüsünün aksine yumuşak ve hoşgörülü özelliğe sahipti. Karlı ve soğuk havaya rağmen 4 milyon civarında Türk insanının 8 Nisan 1997 günü Cenaze Töreni'nde Ankara'nın caddelerini doldurması bu kişiliğin bir göstergesi idi. Bu, Türkeş Bey'e karşı "millî görev" bilinmişti. İmkân olsa Türkiye'nin yarısına yakını Ankara'da olacaktı, ama hepsi manen orada hazırdı.
Vefatının onuncu yılında Rahmetli Başbuğ Türkeş'i anarken anlamaya çalışmak büyük önem taşımaktadır. O, Türk Milleti'nin bir kesimi tarafında ısrarla anlaşılmadı. Doğru anlaşılması hep önlendi. Onu hep rakipleri ve muarızları tanımlamaya çalıştı. Türkeş'in yazdığı ve anlattıklarının, yakınlarının bir kısmı tarafından da doğru anlaşıldığı kanaatinde değilim. Bunun bir istisnası MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'dir dersem bir hakkı teslim etmiş olurum. Çünkü benim, Alparslan Türkeş ile tanışıklığım 1965 yılında başlamış ve vefat ettiği 1997 yılına kadar olumlu şekilde devam etmişti. Sayın Bahçeli'yi de 1976 yılında tanıdım ve 1998'den sonra da yakın mesai arkadaşlığımız oldu. Bu süre zarfında Alparslan Türkeş'i en iyi anlayanlardan birinin Sayın Dr. Devlet Bahçeli olduğunu gördüm. Bu doğru anlama hem söylemlerinde hem siyasî duruşunda hem de "devlet adamlığı" tavrında kendini göstermektedir.
Türkeş'i bir kesim; ısrarla "ırkçı", "kafatasçı" göstermeye çalıştı ve onun Türk Milleti'nin tamamını kucaklayan görüşlerinin Türk Milleti'nin tamamına yayılmasını önlemeye gayret gösterdi. Onun 1944'deki fikri de 1997'deki fikri de aynı çizgide devam etmişti. Çünkü o, Atatürk çizgisinde idi. Atatürk'ü ve onun görüşlerini Türkiye'de en iyi anlayanlardan biri de Merhum Alparslan Türkeş oldu. Türkeş, Atatürk geleneğinin temsilcisi olmuş ve onun başlattığı anlayışı siyaset zeminine taşımıştı. Türkeş, Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği anlayışını da şu ifadelerde özetlemişti: "Türkçülük, Milliyetçilik anlayışımız; manevî şuûrlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimî olarak 'Ben Türküm' diyen herkes Türk'tür. Türkçülük ve Türk'ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız; maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş milliyetçiliktir..." (Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul 1975,s.23).
Onu rahmet ve minnetle anarken 1980 sonrası Sıkıyönetim Mahkemesi'ndeki Savunmasından şu ifadeleri aktarmayı önemli görmekteyim. Türkeş şöyle demişti: "Elhamdülillah inanmış samimî bir Müslüman'ım, fanilik hissine aşinayım. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu biliyorum. Şu anda burada bulunuşumuz da, inanıyorum ki her şeyden önce bir kader tecellisidir, ilâhî bir imtihandır. Sabır ve şükürle karşılıyor ve bu imtihandan da yüz akıyla çıkmayı bize nasip etmesini Cenab-ı Hakk'tan niyaz ediyorum. Rahmet ve şaşmaz adalet ümidimiz yalnız Allah'tandır. Ben burada önce Allah'ın huzurunda, sonra tarihin ve milletin huzurunda olduğumun huşuu, mesuliyet ve vakarı içinde konuşacağım. Benim için bir hesap verme bahis konusu ise, o hesabı milletime ve tarihe vereceğim. Türk Milleti'nin vicdanında teşekkül edecek olan hüküm ve tarih hükmü, Mahkemenin hükmünden önde gelir. Huzur-u İlâhiye yüz akıyla çıkmaktan başka hiçbir endişeye gönlümde yer yoktur..." (Savunma, İstanbul 1994,s.7).
Rahmetli Başbuğun birinci dileği yani Türk Milleti'nin vicdanında teşekkül eden hüküm onu aklamış, tarihî aklama da vefatının hemen akabinde başlamıştı. Huzur-u İlâhide de aklandığına inanıyorum. Ruhu şad olsun ve mekanı cennet bahçelerinden bir bahçe olsun.!
Türkeş'in nihaî hedefi; Türk Milliyetçiliğini iktidar yapmaktı. Çünkü bu bir "Ülkü" dür. Onun ülkü edindiği bu fikri, iktidara taşımak onu anlamanın ve onu sevmenin bir göstergesidir. Bu noktada Türk Milliyetçiliği Ülküsü Dâvâsına sahip çıkmalı, sabır ve sebat ile temel hatırası olan MHP'ni tek başına iktidara taşımalıdır. Rahmetli Türkeş'in son arzusu gerçekleştirmek için "60. Hükümet, Milliyetçi Hareket" diyelim ve ona sevgimizi bir kez daha ispatlayalım.