MİLLİYETÇİLİK VE ÜLKÜCÜLÜK / Galip ERDEM
01 Ocak 1970
Kendi varlığımıza duyduğumuz sevgi nefsimize karşı vereceğimiz mücadelede de en çetin engel ve ülkücülüğün en kuvvetli düşmanıdır. Doğru , güzel ve haklı fikirlere bağlanmak kolay, ama inandığımız fikirlerin şartlarına uymak çok zordur. İşte bundan ötürü herkes milliyetçi olabilir, fakat ülkücü olamaz. Oysa sen, çok defa, milliyetçilikle ülkücülüğü birbirine karıştırıyorsun. Yazacaklarımı daha iyi anlayabilmen için önce bu yanlış değerlendirmeyi düzeltmem gerekecek: Tek insandan itibaren gittikçe genişleyen ve insanlık adını verdiğimiz en büyük toplulukla sona eren iç içe daireler düşün. Milletten tek insana doğru gidildikçe dairelerin küçüldüğünü, buna karşılık, milletten insanlığın bütününe doğru gidildikçe dairelerin büyüdüklerini göreceksin. Tek insanla millet arasındaki başlıca daireleri biliyorsun: Aile, akrabalar, hemşehriler, aynı köy (aşiret) ve aynı bölgenin mensupları. Değişik bir açıdan bakarsan zümre, sınıf ve meslek birliklerini de saydıklarımıza katabilirsin. Milleti aşan dairelere gelince: İktisat, siyaset; medeniyet ve inanç açısından çeşitli tasnifler yapılabilir. İktisat açısından insanları çalışanlar ve çalıştıranlar diye, iki sınıfa ayırabilirsin. Çalışanlardan meydana gelecek bir topluluk milletten daha geniştir. Hür dünya, demirperde ve tarafsız ülkeler adını verdiğimiz siyasi birlikler de milleti aşan dairelerdir. Medeniyet bakımından geçmişte yerleşik, göçebe, bugün de Batı-Doğu ve başka isimlerle tanıdığımız yaşama tarzlarına bağlı topluluklar, tek bir milletten daha büyük birliklerdir. Nihayet aynı dine inananların meydana getirdiği “ümmet” adını verdiğimiz din birlikleri de milleti aşar. Böyle bir açıdan bakıldığı zaman milliyetçilik, milletin çıkarları ile milleti aşan birliklerin çıkarları çatışınca millet çıkarlarının tercih edilmesi demektir. Tarihi tarafsız bir gözle incelersen, kitaplar ne yazarsa yazsın, bahis konusu tercihin, mutlak çoğunluk tarafından daima uygulandığını göreceksin. Marksçı-Leninci ideolojinin bütün gayretlerine rağmen hiçbir milletin işçileri, dünya işçilerinin ortak çıkarları uğruna, milletlerine henüz ihanet etmemişlerdir. Siyaset , medeniyet ve inanç birlikleri için de aynı gerçeğin varlığını ispatlayacak yüzlerce misâl verilebilir.
Milliyetçilik insanın yapısına ve çıkarlarına uygundur. Kolay bir yol olması, herkesçe benimsenmesinin tabii sayılması da bu özelliği yüzündendir. Milleti aşan birliklerin çıkarları, milletinin çıkarları ile çeliştiği vakit, birliğine hizmet etmek hiç kimseye bir şey kazandırmaz, fakat çok şey kaybettirir. İnsanlıkla millet arasındaki dairelere göre yapılacak bir değerlendirme tek insanın çıkarlarının millet çıkarları ile çelişmediğini ortaya koyacaktır.. Milletinin yükselmesi için çalışan bir insan, aynı zamanda kendini de yükseltir.
Milletten daha küçük dairelerin, nihayet insanın çıkarları ile milletin ortak çıkarları çatışınca durum değişiyor. Ülkücülük; milletimizin maddi ve mânevi çıkarlarını, milletten daha küçük ve bize daha yakın birliklerin, nihayet nefsimizin çıkarlarına üstün tutabilmektir.
Ülkücülük, kendimize, ailemize, şehrimize, bölgemize , sınıfımıza ve mesleğimize fayda sağlasa bile milletimize zarar verecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmaktır.
“Milletimizin çıkarlarını, milleti aşan birliklerin çıkarlarına tercih etmek özümüzün ve yakınlarımızın çıkarları ile çelişmez” demiştim. Ama yakınlarımızın ve nefsimizin çıkarları ile milletimizin çıkarları çok zaman çelişir. Bundan ötürü, bir insanın milliyetçi olması tabii bir haldir ve ülkücülükle birleşmediği takdirde fazla bir değer taşımaz. Fakat ülkücülük devamlı bir fedakârlığı emrettiğinden, pek az insanın ulaşabileceği bir üstünlüktür.
Nefsimizin ve yakınlarımızın çıkarları ile milletimizin çıkarları nasıl ve niçin çelişir? Gelecek sohbetimizde bu konuyu işleyeceğiz.
(Bu yazı BOZKURT Dergisinin Mart/1974 tarihli 18. sayısında yayınlanmıştır.)