AB-Türkiye hattında `şartlı işbirliği` sürecinin şifreleri
Değer Akal 01 Ocak 1970
Erdoğan'ın AB lideriyle yapacağı görüşme ilişkilerde yeni döneme atılmış ilk adım olarak görülüyor. Uzmanlar "şartlı işbirliği" üzerine inşa edilen bu sürecin Türkiye için ne anlama geldiğini DW Türkçe'ye değerlendirdi:
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, 6 Nisan'da Türkiye'yi ziyaret ederek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek.
Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Dr. Ronald Meinardus, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, bu ziyaretin "ilişkilerde yeni bir başlangıcı sembolize ettiğini" söyledi.
Tarafların ağır krizlere sahne olan ilişkilerdeki gerilim dönemini geride bırakarak, yapıcı bir işbirliği dönemini başlatmayı hedeflediklerini belirten Meinardus, bu görüşmelerin gündeminde de Gümrük Birliği'nin modernizasyonu ve 2016 Mülteci Mutabakatı'nın güncellenmesi gibi yine her iki taraf için önemli konuların yer aldığına işaret etti.
"Hem AB hem Türkiye için önem taşıyan bu konularda somut sonuçlara ulaşılması bekleniyor" diyen Meinardus, ziyaret sırasında Erdoğan'a, AB-Türkiye ilişkilerinde ilerlemenin, Doğu Akdeniz'de provakasyonların tekrarlanmamasına bağlı olduğu mesajının da net bir şekilde verilmesinin beklendiğini dile getirdi.
"AB'den Erdoğan'a ikaz"
Meinardus, "Avrupalılar, Erdoğan'a, Türk araştırma gemilerinin tartışmalı deniz alanlarından uzak tutulması gerektiği konusunda ikazlarını iletecek. Bu sertlikteki bir ön koşul ilişkilerde yeni. Sayın Erdoğan'ın buna ne şekilde tepki vereceğini görmek ilginç olacak" değerlendirmesini aktardı.
AB, Mart ayındaki liderler zirvesinde, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetlerini "uluslararası hukuka aykırı" olarak nitelendirmiş, bunların durdurulmasının memnuniyet verici olduğunu bildirmişti. AB liderleri ayrıca, Türkiye ile Yunanistan arasında başlatılan ikili görüşmelerden ve Kıbrıs görüşmelerinin Birleşmiş Milletler (BM) himayesi altında yapılacak olmasından memnuniyetlerini dile getirmişti.
Zirve açıklamasında Türkiye'nin gerilimi düşüren tutumunu muhafaza etmesi ve yapıcı angajman sergilemesi durumunda, AB'nin "ortak çıkar alanlarında" işbirliğini, "kademeli, orantılı ve geri çevirebilir" şekilde güçlendirebileceği belirtilmişti.
En dikkat çeken ise "Türkiye ile işbirliğine dayanan ve her iki tarafın kazançlı olacağı bir ilişki geliştirilmesi AB'nin stratejik çıkarınadır" ifadeleri olmuştu.
Peki, bu ne anlama geliyor? Türkiye ile AB arasında artık farklı bir dönemin tohumları mı atılıyor?
"İlişkiler yeniden tanımlanacak"
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan uluslararası ilişkiler uzmanı Michaël Tanchum'a göre Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini Doğu Akdeniz krizi belirleyecek.
Avusturya Avrupa ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü (AIES) kıdemli uzmanı ve Navarra Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Michaël Tanchum, "Doğu Akdeniz krizi, eninde sonunda Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden tanımlanması ile sonuçlanacak. Bu hem Ankara hem de Brüksel için gerekli" dedi.
Tanchum, "Türkiye'nin ekonomik ve güvenlik ortaklıklarında artık AB belirleyici bir referans noktası değil. Anlaşılan o ki, Brüksel şimdi Ankara'ya dönük bazı teşvik edici adımlarla, mevcut statüko ile tam üyelik arasında bir yerde konumlanacak, özel bir ilişki için girişim başlattı. Bu özel ilişki yeni ve daha şekillendirilmesi gerekecek" değerlendirmesini aktardı.
AB son yıllarda Türkiye'yi "tam üyeliğe aday ülke" yerine, "stratejik öneme haiz bir komşu" olarak nitelendiriyor. AB'nin son zirve açıklamasında da Türkiye ile ilişkilere "Doğu Akdeniz" başlığı altında yer verildi, işbirliğinin gelişmesi de büyük ölçüde Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikalarına, Yunanistan ve Kıbrıs ile ilişkilerine endekslendi.
"Aday ülke değil üçüncü ülke"
DW Türkçe'ye konuşan AB uzmanı Dr. İlke Toygür, AB'nin Türkiye ile ilişkilerde dış politika konularında daha ılımlı ilişki kurmayı önceliklendirmesinin çok da şaşırtıcı olmadığı görüşünde.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) ve İspanyol Elcano Kraliyet Enstitüsü uzmanlarından olan Toygür, "Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanındaki gerileme, Türkiye'nin zaten uzun süredir aday ülke konumunun bir kenara koyulmasına yol açmıştı. Türkiye bir aday ülke değil, büyük ölçüde üçüncü bir ülke olarak görülüyor. AB nasıl kendisini çevreleyen komşu ülkelerle dış politika ve ekonomi alanlarında işbirliğine dayalı ilişki kuruyorsa, Türkiye ile de bu zeminde bir ilişki kurmaya çalışıyor" diye konuştu.
AB, Mart zirve kararıyla bu ilişkiyi nasıl şekillendirmek istediğinin de yol haritasını belirledi.Türkiye, dış politika konularında gerilimi tırmandırmadığı takdirde, Gümrük Birliği modernizasyonu, üst düzey siyasi diyalog ve insandan insana temas ile seyahatlerin kolaylaştırılması alanlarında AB adımlar atmayı vaat etti. Türkiye zirve açıklamasında ifade edildiği gibi, "yeniden provokasyonlara ve uluslararası hukuku ihlal eden tek taraflı eylemlere girişirse" o zaman da yaptırımlar için düğmeye basılabileceği belirtildi.
Bu yaptırımların ne olabileceği ise AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından hazırlanarak liderlere sunulan raporda yer alıyor. Borrell'in raporunda "kısıtlayıcı tedbirler" olarak nitelendirdiği bu adımlar arasında, Avrupa Yatırım Bankası ve diğer mali kurumların desteklerinin kısıtlanması, ekonomik ilişkilerin sınırlandırılması ve turizm sektörüne yaptırım gibi Türkiye ekonomisi üzerinde baskıyı artırabilecek tedbirler öneriliyor.
Özetle AB'nin Türkiye için yeni yol haritası, yapıcı tutum karşılığında teşvik, gerilimi artıracak adımlar karşılığında ağır sonuçlar doğurabilecek ekonomik yaptırımlar öngörüyor.
"İkili yaklaşım"
SWP uzmanlarından İlke Toygür, "ikili yaklaşım" olarak tanımladığı bu yeni strateji ile AB'nin tansiyonu düşürmeye aynı zamanda Türkiye ile genişleme politikası üzerinden yürütülen ancak işlemez hale gelen ilişkileri yeni bir çerçeveye oturtmaya çalıştığına dikkat çekti.
AB'nin teşvik edici ekonomik araçları aynı zamanda yaptırım olarak da masaya koyduğuna işaret eden Toygür, "AB sonuçta Türkiye'nin en büyük pazarı, en önemli dış ticaret ortağı, yabancı yatırımlarının da en önemli kaynağı. Görünen o ki elindeki enstrümanları Türkiye ile iyi anlaşmayı sağlayabilecek şekilde kullanmaya çalışıyor" diye konuştu.
Türkiye'nin demokrasi karnesi ikinci planda
Avrupalı siyasetçiler, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefinin gündemden düşmesinden, izlediği politikalarla demokratik hukuk devletinde gerilemeye yol açtığına işaret ettikleri Erdoğan'ı sorumlu tutuyorlar. Avrupalılara göre bu politikalar Türkiye'yi Kopenhag kriterlerinden, yani istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasiden, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünden, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıdan daha da uzaklaştırdı.
Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Dr. Ronald Meinardus, gelinen noktada AB için Türkiye'de insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki sorunların öncelik olmaktan çıktığına dikkat çekti.
"Görünün o ki, AB'nin temsil ettiği ya da temsil etme iddiasında olduğu normatif değerler Ankara ile istişarelerde çok da büyük bir rol oynamıyor" görüşünü aktaran Meinardus, AB için aynı zamanda birliğin sınırları olarak görülen Yunanistan ve Kıbrıs'ın deniz sınırlarına, Türkiye'deki insan haklarından daha büyük önem atfedildiğine işaret etti. Meinardus, "Özellikle Berlin, Türk-Yunan geriliminin askeri olarak tırmanmasından büyük endişe duyuyor ve bu süreçte arabuluculuk için, tüm siyasi ve diplomatik gücünü kullanıyor. Türk-Yunan diyalogunda kaydedilen ilerleme ve Doğu Akdeniz'de sağlanan sükunet dikkate alındığında, bu dış politika bakımından aslında gayet başarılı bir strateji. Ancak Türkiye'de siyasi nedenlerden ötürü hapiste olanlar için bu çok da iyi bir perspektif değil" değerlendirmesini yaptı.
Top Erdoğan'ın sahasında
AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde izlemek istediği yeni yol haritasının nasıl sonuç vereceğini zaman gösterecek.
AB liderleri Ursula von der Leyen ile Charles Michel'in Erdoğan ile görüşmesinden sonra, tarafların bir kaç fotoğraf paylaşmakla mı yetineceği yoksa daha kapsamlı bir açıklama mı yapılacağı merak ediliyor.
Alman uzman Meinardus ise görüşmelerde ilerleme sağlanmasının Türkiye'nin AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs ile gerilimden kaçınması şartına bağlandığını hatırlatarak, "Türkiye fiilen AB'nin gözetimi altında olmaya alışmak zorunda" dedi.
Meinardus, değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı:
"AB'nin 25 Mart zirve açıklamasında, Ankara ile görüşmelerin 'kademeli, orantılı ve geri çevrilebilir' bir şekilde gerçekleşeceği belirtiliyor. Yani adım adım ilerlemek, bu süreçtede Doğu Akdeniz'de sükunet olmasında emin olmak istiyor. Yeni AB stratejisinden anladığım, şayet sayın Erdoğan, Oruç Reis'i tartışmalı bölgelere göndererek gerilimin tırmanmasına yol açarsa, o zaman görüşmeler kesilecek… Ama sükunet korunabilirse ayrıntılarda ilerleme kaydedilecek. Hem Avrupa hem de Türkiye için bunun olumlu bir gelişme olacağı görüşündeyim."
©? Deutsche Welle Türkçe