Şehit Alper Tunga Uytun
S.Ahmed Arvasi 01 Ocak 1970
22 Nisan 1979… Pazar günü. Evimdeyim. Misafirlerim de var. Sohbet ediyorum, yahut dertleşiyoruz. Sohbetimizin can alıcı noktası: halimiz dökülen kanlar, yıkılan yuvalar, yakılan yürekler…Ülkücü avına çıkan kızıl militanlar ve onlara cesaret verenler…Radyo ve televizyon istediği kadar gizlemeye çalışsın acı haberler durmadan geliyor. Şehitlerimizin vücutlarına saplanan hançerleri giren mermileri ta yüreğimizde duyuyoruz yine de. Bu mübarek şehitlerin pek çoğunu da görmedik onlarla daha önceden tanışmadık; tanıdıklarımızda oluyor, bu sefer acımız biraz daha katmerleşiyor.
Nitekim çok sevdiğim arkadaşım öğretmen Necdet Özkaya’nın kardeşi Yavuz’un şehadetini işittiğim zaman bir tuhaf olmuştum. Diğer kardeşi Ferit, ağır yaralı da olsa kurtulmuştu. Buna da sevinmiştim. Necdet’e teselli ve başsağlığı mektubu yazmıştım. eline geçti mi bilmem ?
İşte dostlarımla bunları konuşuyorduk. Bu arada, diğer bir dostumun da adı geçiyordu. Bu, Erzurum Erkek Öğretmen Okul’undan arkadaşım, Milliyetçi ve Ülkücü şair Göktürk Mehmet Uytun’du. Onun bir amcazadesi olan öğretmen Yaşar Uytun’un da kızıl ve bölücü militanlarca şehit edildiğini bugün öğrenmiştim . Ona da bir başsağlığı mektubu yazmalı derdini dert edindiğimi, acısını paylaştığımı bildirmeliydim. Bunu düşünürken, misafirlerim izin isteyip kalktılar.
Onlar gittikten sonra, Göktürk Mehmet Uytun’un adresini araştırmaya başladım. Düşündüm . O da bir öğretmendi. O da kıyıma uğramış, kurtarılmış bölgelere tayin edildiği için gidememiş ve öğretmenlikten ayrılmıştı. Acaba onu eski adresinde bulabilecek miydim?
Tam bu sırada kapının zili çalındı.
Kapıyı açtım ve donup kaldım. Çünkü karşımdaki Göktürk Mehmet Uytun ve onunla birlikte gelen birkaç genç vardı Sonra kendimi toparladım.
İçeri buyurun. ben de sizi arıyordum dedim. Girdiler hasretle ve hüzünle kucaklaştık .Başınız sağ olsun dedim. Kederinizi bütün kalbimle paylaşıyorum dedim.
Arkadaşım serzenişle ;
Biz sizi cenazemize gelirsiniz diye bekledik, gelmediniz. Bu sebepten biz geldik demez mi? Gerçekten şaşırmıştım ;
Benim Çemişkezek’e gelmemi mi beklediniz? Diye sordum. Şaşırmak sırası bu sefer onlardaydı;
O halde senin son şehidimizden, Alper Tunga Uytun’un ölümünden haberin yok dediler.
Alper Tunga’da akrabanı zmı? diye sordum ve Göktürk Mehmet Uytun anlatmaya başladı;
Alper yeğenimdir. Ağabeyim Nurettin Uytun Bey’in oğludur. Anadolu hisarı Spor ve Gençlik Akademisi’nde öğrenciydi. Son sınıfta bulunuyordu. Bu haziranda mezun olacaktı. Üstelik sözlüydü yakında nişanlanıp evlenmek istiyordu. 13 nisan Cuma günü boy abdestini alıp her zaman ki gibi vedalaşarak evinden ayrılıyor. Akademiye çok yakın olan camide namazını kılıyor; Cuma namazından çıkarken sayıları on beş civarında olan kızıl militanların saldırısına uğruyor, camiden çıkan cemaatin gözleri önünde şehit ediliyor. Cemaat sadece korkak ve ürkek bakışlarla cinayeti seyrediyor. İşte biz şimdi onu defnettik dönüyoruz. Seni de cenazede aradık bulamadık hocam.
Gerçekten çok müteessir olmuştum. Durumdan haberdar olmadığım için gelemediğimi, özür dileyerek ve ıstırap duyarak ifade etmeye çalıştım. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Onlar peş peşe gelen acılar içinde kıvranırken yakınlarını ve dostlarını yanlarında, haklı olarak görmek istemişlerdi. Ben Öğretmen Yaşar Uytun için başsağlığı yazmayı düşünürken onlar daha büyük acılara maruz kalmışlardı. Bu acı tablo karşısında bir müddet sustum. Bu daha manalı geldi. Çünkü konuşmak için kelime bulamıyordum. Sonra galiba bir şeyler söyledim. Herhalde bunlar teselli edici sözler olacaktı.
Daha sonra onlarda izin isteyip kalktılar. Giderken Şehit Alper’in babasının ev adresini yazıp bana bıraktılar.
Yatsı namazından sonra mevlit okunacak seni de bekliyoruz dediler.
Ben yatsı namazını kılmaya hazırlanırken bir başka misafirim daha geldi. Ona durumu anlattım Namazdan sonra verilen adresi aramaya koyulduk. Sokaklar tenhaydı. Terör İstanbul’u korkutmuş ve yıldırmıştı. Caddelerde in cin top oynuyordu. Nihayet adresi bulduk. Apartmanın kapısı aralıktı 11 numaralı daireyi arayacaktık. Lüzum kalmadı yukarıdan dua ve amin sesleri geliyordu. Oysa ben ağlayan çığlık atan ve inleyen insanlarla karşılaşacağımı sanıyordum. 11 numaralı dairenin kapısı açıktı. İçeri girdik. Manzara şahaneydi. Türk-İslâm Ülkücüleri, Şehit Alper’in babası, amcaları, kardeşleri, akrabaları, dost ve arkadaşları oturmuşlar ellerini sema ya açmışlar başlarını göğüslerine dayamışlar kainatın yaratıcısı ,mülkün sahibi her şeyi kendi varlı ile var eden ve varlıkta tutan yüce Allah’a yalvarıyor, yaratılmışların en yücesi alemlere rahmet olarak gönderilmiş ve başımızın tacı olan Şanlı Peygamberimizi salat ve selam ile anıyorlardı. Devletimize ve milletimize saadet ve selamet diliyor, bütün müminleri ve bütün şehitleri rahmet ve mağfiret ile hatırlıyorlardı.
Hemen bir köşeye çökmek istedik ve ellerimiz açarak duaya katıldık. Fakat o şartlarda bile misafirperverliğini esirgemeyen ev sahipleri bizi alıp yukarı başa götürdüler.
Mevlit ve dua bitmişti. Bu arada şehit Alper’in bir iman ve zarafet iadesi olan muhterem babası Nurettin Bey ile tanıştık. Bizi Hergün Gazetesinden S.Ahmet ARVASİ hocamız ’ diye takdim ettiler.
Aman Allah’ım ne korkunç metanet ! Acılarını nasılda yüreklerine gömebilmişler. Misafirlerle bir düğün evindeymiş gibi ilgileniyorlar. Şeker veriyorlar, sigara tutuyorlar lokma ikram ediyorlar. Millet ve memleket meseleleri üzerinde, gayet makul ve soğukkanlı yorumlar yapıyorlar .
Ağlamıyorlar ve fakat bütün davranışlarına bir hüzün hakim!.. Oğullarından çok Türklüğün ve Müslümanların haline yanıyorlar. Evde yas yok. Bu sebepten kimse ağlamıyor. Fakat kimse gülmüyor da. Çehrelerde iman, ihtişam ve kararlılık var. Yarınki Türkiye var. Şehadeti nimet ve şeref bilen insanların sükuneti içinde konuşuyor ve hareket ediyorlar.
Nurettin Bey’e Alper’in annesi ne durumda dedim. Allah’a çok şükürler olsun hepimize örnek olacak bir metanet içinde diye cevap verdi. Orada bulunan tanıdığım bir gençte şöyle dedi;
'' Hocam biz Alper’in annesine başsağlığı dilemek ve onu teselli etmek için gittik. Çok metindi ve bize bir oğlu daha olduğunu onu da Allah ve Resulünün yolunda, din ve devlet için kurban verebileceğini söyledi.’ Bu büyüklük ve asalet karşısında ürperdim. Müslüman Türk’ü ayakta tutan sırları müşahhas olarak müşahede ettim. Sevindim, ümitlendim. Bulacağımı sandığım bir yas evinden iman, aşk, kahramanlık ve yiğitlik öğrenerek ve yüreklenerek ayrıldım.
Şuna kesin olarak inandım ki bu vatan, bu millet parçalanamaz. Kandırılmış bir avuç gafile ve yabancılaştırılmış aydın ihanetine rağmen. Türk Milleti dünya var oldukça şerefle yaşayacaktır. Türk –İslam ülkücüleri şehitlerinin akan aziz kanlarının hararetini duyarak ,muzaffer gaziler yetiştirerek her gün biraz daha hedefine yaklaşmaktadır. Yüce kitabımızda buyurulduğu gibi ; ‘’VE FETİH YAKINDIR’’