“Çin’in Bu Kadar Korkunç Olabileceğini Düşünemezdim”
Melissa Chan 01 Ocak 1970
Türkiye’de uzun süreli ikamet belgesi alma süreci keyfi, söz konusu günde çalışan memurun isteğine bağlı. Uyghur Human Rights Project (Uygur İnsan Hakları Projesi) Direktörü Ömer Kanat, bu sürecin “bürokratik ve dağınık” olduğunu söylüyor. Göçmenler “araftalar.”
Meryem Muhammet, ailesinin uzun süren özgürlük yolculuğunun yaklaşık dört yıl kadar önce, bir yaz günü öğleden sonra neredeyse tamamlandığını düşünmüştü. Çin’in Sincan bölgesinden kaçan bu Uygur kadın, biri bebek iki küçük oğluyla haftalar sonra Mısır’dan İstanbul’a ulaşmıştı. Eşi henüz Türkiye’deki aileye katılmamıştı. Bu çift, Mısırlı göçmen görevlilerinin Uygur erkeklerine ülkeden ayrılırken sorun çıkardıklarını (görünüşe göre Çin hükumetinden aldıkları buyruklara göre hareket ediyorlardı) kendi topluluklarından duymuş, bu nedenle de ayrı ayrı gelmeye karar vermişti. Kendisi çocuklarıyla birlikte önden gelmişti, eşiyse sonra, tek başına gelecekti.
Meryem’in kocası o öğleden sonra, limana doğru yola çıktığını ve gemi ile Türkiye’ye seyahat edeceğini söyleyen bir WhatsApp mesajı gönderdi. Yakında yeniden bir arada olacaklardı. Ancak izleyen haberler işin seyrini değiştirdi. Sorunlarla karşılaşmıştı ve görevliler onu alıp başka bir yere götürüyordu. Onu sevdiğini yazmıştı. Son mesajı akşam saat 6:06’da gelmişti: “Allah’a inancımı kaybetmeyeceğim” diye yazmıştı. İstanbul’a hiç gelemedi.
Meryem, yeni bir şehirde yalnız ve yabancı olarak geçirdiği bu ilk günleri hayatının en karanlık dönemi olarak nitelendiriyor. Daha önce kocasıyla düzenli olarak irtibat halindeydi. Başlarda kocasından haber alamayışının onun yolda olduğu anlamına geldiğini umuyordu. Ama bu sessizlik uzadıkça uzadı. Bir süre geleceğinin belirsizliğine ağlayıp, çocuklarına tutunmak dışında pek bir şey yapmadı. En kötü ihtimalin gerçekleştiğini, eşinin artık Çin yetkililerin ellerinde olduğunu varsaydı. Daha sonra kayınvalidesi de bu şüpheyi doğrulayacaktı.
Meryem, “Eşim tutuklanmadan önce bir dünyam vardı. Tutuklandıktan sonra ise başka bir evrendeydim” diyordu. “Bir zamanlar şanslı ve mutluydum. Şimdi karanlıktayım ve önümü göremiyorum.”
Pekin geçtiğimiz yıllarda Sincan’da, çoğunlukla Müslüman Uygur etnik gruba karşı baskı kurmaya başladı ve kendi halkını amansız bir toplu cezalandırmayla kitlesel tutuklamalar ve sonu gelmez gözetime maruz bıraktı. İnsan hakları grupları kabaca 1 milyon Uygur’un, namaz kılmak, türban takmak ve ülke dışında yakınları olmak gibi “suçlar” nedeniyle derdest edildiğini söylüyor. Birleşik Devletler’in yanı sıra Kanada ve Hollanda parlamentoları bu baskıyı bir soykırım olarak nitelendirdi.
Dünya Uygur Kongresi’ne göre, bu saldırı toplu bir Uygur göçünü tetikledi ve Meryem gibi sürgünde olanlar Sincan’da neler olup bittiğini dünyaya aktaran en önemli kaynaklardan bazıları haline geldi.
Uygurlar Çin bölgesinden uzaklaşmış olsalar dahi kendilerini güvende hissetmiyorlar. Sincan’dan ayrılanlar yurtlarına geri dönerlerse tutuklanıyor, dönmezlerse sürekli bir güvensizlik içinde yaşıyorlar. Bazıları, Pekin ile bağlarını güçlendirmek isteyen ülkelerin göçmenlik görevlilerince kovuluyor ve sınır dışı edilmekle tehdit ediliyor.
Eşlerinden ayrı olarak kaçan kadınlar, eşleri kaçarken yakalandığında, ki genellikle böyle oluyor, özel sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Patriarkal bir toplumda yetişen bu kadınların en eğitimlileri ve çok becerikli olanları dahi, yeni ülkelerde yalnız göçmenler olarak ve kocalarından, babalarından, amcalarından ve ağabeylerinden oluşacağını varsaydıkları hanelerin başına geçerek, kendilerini birden bire bilindik olmayan bir konumda buluyorlar. Örneğin Meryem Çin’de hukuk ve Mısır’da Arapça okumuş. Yüksek lisans için yurt dışında kalmayı umuyormuş ancak şimdi kendisi fiili olarak bekar bir anne. Tüm planlarını askıya almış, faturalarını ödeyebilmek için ilkokul öğrencilerine özel ders veriyor.
Bu sadece Meryem’e özgü bir hikaye değil. Sincan’dan ayrılan yarım düzine Uygur kadınla konuştum. Seyahat ve sığınma belgelerinin yanı sıra sosyal medya paylaşımları da söylediklerini doğruluyor. Çin’in gözaltı sistemini yakından takip eden analistler, farklı geçmişleri, gelir düzeyleri ve eğitimlerine rağmen, Sincan’daki yaşam öykülerinin ve ülkeleri dışında yaşadıkları deneyimlerin kapsamlı bir biçimde belgelendirilmiş bir istismar ve korku örüntüsü izlediğini söylüyor. Geride bıraktıkları yakınlarının memleketlerinde çok daha fazla acı çektiğini gördüklerinde, sürgünde karşı karşıya oldukları sıkıntılar çok dikkat çekmiyor ve Çin dışında yaşadıkları zorluklar genellikle gözardı ediliyor. Dünya Uygur Kongresi avukatlarından Zumretay Arkin, bana Uygurların maruz kaldığı baskının “çok çeperli bir kriz” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti: “Kamplara öyle uzun zamandır bir uluslararası ilgi söz konusu ki bu nedenle krizin diğer pek çok yönü göz ardı edildi.”
Kelbinur Tursun, yedinci çocuğuna hamileyken, zorunlu kürtajdan kaçmak için 2016’da Çin’den ayrılmıştı. Çin, ülkedeki egemen etnik grup olan Han toplumu için tek çocuk politikasından vazgeçti ancak etnik azınlık nüfusunun kalabalık olduğu Sincan gibi yerlerde saldırgan aile planlama önlemleri uygulamayı sürdürüyor.
Şimdi iki yaşında olan en küçük oğlu onunla birlikte seyahat etmişti. Ailenin geri kalanı da sırayla seyahat belgelerini alacak ve sonra onu takip edecekken Kelbinur’un kocası kaybolmuştu. Kelbinur, eşinin kısmen ülkeden çıkma planı nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldığını daha sonra öğrenecekti. Daha sonra İstanbul’da tek başına kızı Merziye’yi doğurdu.
Kelbinur, Sincan’da yaşarken çalışmıyordu ancak yeni ekonomik gerçekliği ile yüz yüze geldi. Merziye’nin doğumundan iki ay sonra bir terzi dükkanına girdi ve terziliğe başladı. Bu onun ilk işiydi. Bir yıl sonra kendi atölyesini açarak, eşarptan paltoya her şeyi dikmeye başladı. Çocukları etrafta koşuştururken saatlerce dikiş makinasının başında çalıştı. Şimdilerde, kâr amacı gütmeyen yerel bir kuruluş, gıda paketi ve 100 lira ya da ayda 12 dolar vererek Kelbinur’un kazancına katkıda bulunuyor ve zaman zaman kirasını ödemesine yardım ediyor.
“Kendi işimi kurabileceğimi ve bunu yurt dışında yapacağımı hiç düşünmemiştim” demişti bana. “Bazen tüm bunları yapabildiğime inanamıyorum.”
İstanbul’un Avrupa yakasında bir semt olan Zeytinburnu’nda, büyük ölçüde Orta Asya’dan gelen göçmenlerin arasında, topluluk desteği için bir araya gelen ve hepsi eşlerinden ayrı bir Uygur kadınları kardeşliği yaşıyor. Kebinur, çalışmadığı zamanlar diğerlerinin tekstil sektöründe iş bulmasına yardımcı oluyor. Çoğu eşlerinden ayrı çok fazla zaman geçirmemiş. Birlikteyken travma sonrası yaşadıkları stresten, kocalarının çocuklarının hayatında olmayışından ve kendi yaşamlarının ne denli değiştiğinden konuşuyorlar. Kelbinur, kendi parasını kendi kazanmasının ve kazandığı parayı harcamasının kendisini ne kadar iyi hissettirdiğini, tekrar bir araya gelirlerse bu yeni bağımsızlığın kocasını şaşırtabileceğini itiraf ediyor.
Bu kadınlar, mücadele edebilme konusunda birçok yönden erkek akrabalarından daha iyiler. Kelbinur’un dediği gibi, en azından İstanbul’da kentin kadın ağırlıklı hazır giyim sektörünün büyüklüğü dikkate alındığında, Uygur kadınların iş bulma şansı daha fazla. Uzmanlar ve aktivistler kadınların aynı zamanda duygularını gözden geçirerek akıl sağlıklarını daha fazla kontrol etme eğiliminin olduğunu belirtiyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün kadın hakları alanında kıdemli bir araştırmacısı olarak birçok kıtada mülteci ve göçmenlerle çalışan Hillary Margolisin’ın söylediğine göre “Genellikle kadınlar arasında gerçek bir metanet ve direnç var.” Yine de bu, “özellikle de buna hazır olmayanlar için, olağanüstü bir stres, sıkıntı ve sorumluluk demek.”
Bununla beraber, Zeytinburnu’nda Kelbinur’un içinde bulunduğuna benzer destek ağları geçici. Devlet desteği yok. Bu kadınlar bırakın diğer güvenlik ağlarından yararlanabilmeyi, sadece yasal çalışma hakkını elde edebilmek için bile Bizans bürokrasilerini geçmeliler.
Uygurların tek istikameti Türkiye değil. Küçük ama önemli bir azınlık kendini Kuzey Amerika’da buluyor. Geçtiğimiz yılın sonlarında ABD Vatandaşlık ve Göçmenlik Servisleri tüm dünyadan göçmenler tarafından yapılmış 370,000’den fazla sığınma başvurusuyla karşılaştı. Trump yönetiminde bürodaki değerlendirme süresi istikrarlı bir şekilde uzuyor, hatta bazen iki katına çıkıyordu. Biden yönetimi göç reformu gerçekleştirmek istediğinin sinyallerini verdi. Uygurların sığınma dosyalarının hızlıca takibi için lobi yapanlar yakında bu konuyla ilgili bir açıklama duymayı umuyorlar.
Şimdilik başvurular oldukça yavaş işleniyor. Kalbinur Awut, ABD’ye altı yıl önce bir yüksek lisans programına devam etmek için gelmiş. Geldiğinde iki aylık hamileymiş ve kısa bir süre sonra da sığınma başvurusunda bulunmuş. Kocası ona eşlik etmek istemiş ama vize alamamış. Bu nedenle de yolu epeyce uzatarak Sincan’dan kaçmaya çalışmış ve Belçika’ya varabilmiş.
Kalbinur’un başvurusu hala bekliyor — bu yılın başlarında bir duruşmaya katılmış. Sığınma başvuru süreci devam eden insanlar ülke dışına çıkmaları halinde engellerle karşılaşabildikleri için, ABD’ye vardığından bu yana ne kendisi kocasını, ne de eşi oğlunu görebilmiş. Aktivistler Kalbinur’un yaşadıklarının olağan dışı olmadığını, yüzlerce Uygur’un sığınma başvurularının işleme sokulması için bu kadar ve hatta daha uzun süre beklediklerini söylüyorlar.
Kalbinur “Bu çok üzücü” diyor telefonda. Oğlu arkada bir şeyden haberi olmadan, neşeli bir şekilde oynarken Kalbinur ağlamaya başlıyor. “Bu özgür dünyada, ülkemizden uzaktayız, ama babasını yüz yüze görmesi mümkün değil.”
Kalbinur, başvurusu sistemde yolunu ararken geçici bir çalışma iznine sahip. Ancak işverenler göç statüsü hakkında endişeliler. Bir yüksek lisans derecesi almasına rağmen — ki bu eğitim almak için ABD’ye gelmesinin ardından aldığı ilk dereceden sonra ikinci derecesi de bilgisayar bilimleri alanından — iş başvurularında şansı olmamış. Arabasını satmış ve sadece birkaç ay yetecek birikimi kalmış.
Türkiye’de uzun süreli ikamet belgesi alma süreci keyfi, söz konusu günde çalışan memurun isteğine bağlı. Washington D.C. de bir savunu grubu olan Uyghur Human Rights Project (Uygur İnsan Hakları Projesi) Direktörü Ömer Kanat, bu sürecin “bürokratik ve dağınık” olduğunu söylüyor. Göçmenler “araftalar.”
Uygun evraklara sahip olmamaları Uygurların ve diğer göçmenlerin eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlere erişmesini engelliyor. Ve bilakis Türkiye’deki Uygurların beklentileri giderek kötüleşiyor. Ankara, Çin’den gelen ,Türkçe konuşan ve Türklerin çoğu ile aynı dine mensup olan Uygurlara 1950’lerden bu yana sığınma hakkı veriyor. 2009’da, Türkiye’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan Çin’in Uygurlara davranışını “soykırım” olarak itham etti. Şimdi çok daha güçlü bir Çin karşısında çok az şey söylüyor. Hatta hükumeti, Pekin’le geniş ve yanıltıcı sebeplerle Uygurların sınır dışı edilmesi anlamına gelebilen bir suçlu iade anlaşması üzerinde çalışıyor. (Türk hükumeti, sığınma başvurusu değerlendirme sistemindeki gecikmelere ilişkin yorumda bulunmadı.)
Meryem ve Kelbinur birçok bakımdan şanslı: İkisi de uzun süreli ikamet izni aldılar ve bu onların çalışmasına mümkün kılıyor. Onlar gibi sürgünde olanların çoğu, evrak işlerinin hallolması için sekiz yıl kadar uzun bir süre bekledi. Bu evraklarla Uygur göçmenler bir parça istikrar kazanıyor. Meryem bundan sonra ne yapabileceğini bile düşünüyor: Okula dönmeyi umuyor, bu sefer insan hakları hukuku okumak için.
Meryem’in eşini görebileceğine dair çok az umudu var. Şimdilik, oğullarını babalarının yokluğundan korumaya çalışıyor, çocukluklarını normalleştirmek için onlara babalarından çok az bahsediyor. Birkaç yıldır Çin dışında yaşamış biri olarak ülkenin yaşamı ve ailesi üzerinde muazzam bir etkiye sahip olduğu sonucuna varıyor. Bir zamanlar öğrenci olarak Pekin’de yaşamış ve kendisini bir Çin vatandaşı olarak görmüştü. “Çin’in bu kadar korkunç olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti” diyor “bu kadar vicdansız olabileceği.”