İkinci Ermeni Açılımı
Ahmet Turan Esen 29.04.2013 01 Ocak 1970
Türkiye’de 2002 sonrası değişen Türk Dış Politikası yaklaşımına göre, “komşularla sıfır sorun” kapsamında AKP hükümeti 2006-2008’den başlayarak Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirme çabasına yönelmiştir. Bu bağlamda ABD başkanı Obama’nın 6 Nisan 2009’da TBMM’de yapmış olduğu konuşma çok önemlidir. Obama Türkiye’nin “Ermeni açılımı” konusunda yaptığı vurgularla AKP iktidarının yol haritasının belirleyicisi olmuştur. Obama’nın TBMM’de yaptığı konuşmanın Ermeni meselesine ilişkin kısmını çalışmanın giriş kısmında verilmesi konunun anlaşılmasına büyük yarar sağlayacaktır. “İnsanın çabası, mücadelesi, yine kendi doğası gereği hiç bitmez. Tarih genellikle trajiktir ama çözümsüzdür, çok büyük bir ağırlığı olabilir. Her ülke kendi geçmişi üzerinde çalışmalıdır. Geçmişle hesaplaşma, daha iyi bir gelecek kurmakta bize yardımcı olur. Bu mecliste 1915'in korkunç olayları konusunda sert görüşler olduğunu biliyorum. Benim görüşlerim üzerine de çok değişik yorumlar yapılabilir; ama asıl önemli olan, Türk ve Ermeni halklarının geçmişi nasıl değerlendirdikleridir. Türk ve Ermeni halkları için ilerlemenin en iyi yolu, geçmişi dürüst, açık ve yapıcı bir şekilde ele alan bir süreçtir. Türk ve Ermeni yönetimlerinin attığı tarihi ve umut verici adımları zaten gördük. Bu temaslar yeni bir dönem vaat ediyor. Sınırların açık olması Türk ve Ermeni halklarını yeniden barış ve refah içinde bir arada yaşamaya döndürecek, bu da her iki ülkenin yararına olacaktır. Birleşik Devletlerin Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesini sonuna kadar desteklediğini bilmenizi istiyorum. Bu, uğrunda çalışmaya değer bir konudur. Bu durum, Türk yöneticilere bölgede bütün Güney Kafkasya ülkeleriyle normal ve barışçı ilişkiler kurmak durumunda olan tek ülke olmaya hazır olmanızı söylüyor. Bu barışı sağlamak için, gereğinden fazla uzayan Karabağ sorununun çözümüne yardımcı olmakta yapıcı bir rol oynayabilirsiniz.”Türkiye, ABD’nin baskısı sonrasında benimsediği politikalarla Erivan ile ikili ilişkilerin geliştirilmesinin önünün açmak istemiştir. Ancak bir yandan Türk ve Azerbaycan kamuoylarından gelen tepkiler öte yandan ve belirleyici olarak Ermenistan’ın uzlaşmaz tavrı bu sürecin önünü tıkamıştır.
Her ne kadar süreç tıkanmış olsa da Türk dış politikasının mimarları, Ermeni açılımını sürdürme kararlılığını 2013’te gerçekleştirdikleri uygulamalarla ortaya koymuştur. Söylemlerinde Ermenistan meselesinde sınırın açılması ve ilişkilerin normale dönüştürülmesini Azerbaycan topraklarındaki işgalin sona ermesine bağlayan Türkiye, uygulamada ise Ermeni açılımının tıkanmasından sonraki süreçte öne çıkan “Suriyeli Ermenilerin Ermenistan’a Yerleştirilmesi” meselesi ve Ermeniler için büyük bir öneme sahip olan Türkiye’nin Van iline Ermenilerin kolay ulaşımının sağlanması konusunda Ermenistan’ın önünü açan adımlar ile teori ve pratik çelişkisini yaşamıştır. Bu bağlamda, Van Akdamar Kilisesi’ni onarıp ibadete açmakla hükümet Ermenilere büyük bir ikramda bulunmuştur. Van-Erivan direk uçuş seferlerinin başlatılmasına müsaade etmek ise bu gelişmeyi tamamlayan bir adım olmuştur. Van-Erivan uçuş seferlerini yalnızca bir turizm olarak görmek veya sadece dini özgürlükler bağlamında değerlendirmek “aşırı iyimser” bir yaklaşım olacaktır. Van-Erivan seferlerinin, Suriyeli Ermenilerin Ermenistan’a yerleştirilmesi kapsamında düşünülmesi ve bu amaca hizmet edeceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu çalışmada, protokollere ve tepkilere kısaca değinilerek protokoller sonrasında “Ermeni Açılımı”nın devamını gösteren Suriyeli Ermenilerin Türkiye üzerinden geçişleri meselesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonrasında Sarkisyan’ı tebriği ve Van-Erivan uçuş seferleri konusu üzerinde durulmuştur. Son bölümde ise Ermenilerin 2015 Stratejisi ve Ermenilerin bu stratejisi karşısında Türk dış politikası mimarları tarafından geliştirilmeye çalışılan tezlere yer verilmiştir. Bu bağlamda Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “adil hafıza” söylemi değerlendirilmeye çalışılmıştır.
“Ermeni Açılımı” Protokolleri
Ermenistan’la sorunların ortadan kaldırılması ve ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki irade çerçevesinde, 2007 yılında İsviçre’nin arabuluculuğunda başlatılan süreç Obama’nın müdahalesinden sonra, 10 Ekim 2009 tarihinde “Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü” ile “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü”nün imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. İmza aşaması Ermenistan’ın ‘’önkoşul yok’’ açıklamaları ve bu yöndeki uzlaşmaz tavrı yüzünden gecikmiştir. İmza aşamasının atlatılmasından sonra Türkiye, protokollerin hayata geçirilmesi sürecini Ermenilerin işgal ettiği toprakları boşaltması ön koşuluna bağladıklarını bildirmiştir. Ancak Ermenistan Türkiye’nin bu açıklamasının aksine açıklamalarda bulunmaya devam etmiştir. Protokol metinlerinde işgalin sona erdirilmesi önkoşulunun yer almaması Türkiye’de ve Azerbaycan’da tepkiyle karşılanmıştır. Protokollerin imza sürecinden sonra her iki devletin de meclislerine onaylanması öngörülmüştür. Ancak Ermenistan Meclisi konuyu Anayasa Mahkemesine yönlendirmiş ve Anayasa mahkemesi protokolleri durdurma kararı almıştır.[3] Netice olarak Türkiye’nin “Ermeni açılımı” ölü doğmuştur.
Türkiye açısından protokollerin en zayıf noktası protokol metinlerinde Karabağ’a ilişkin herhangi bir maddenin yer almamasıdır. Bu durum Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye-Ermenistan sınır kapıları açılıyor düşüncesini de beraberinde getirmiştir.[4]
Ankara ile Bakü Arasında Gerilen İlişkiler
Bakü’nün Ankara’dan temel beklentisi, Erivan’ın işgalci tavrına karşı ve Erivan’ı caydırma amacıyla benimsenen Karabağ konusundaki sınırların kapatılması meselesinin kararlılıkla sürdürülmesi ve ikili ilişkilerin iyileştirilmesi sürecinde de bunun devam ettirilmesidir. Öyle ki Bakü yönetimi, Ermenistan’ın izole edilmesini Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin kilit unsuru, Ermenistan’ı işgallerinden vazgeçirmesi noktasındaki en güçlü yaptırım olarak benimsemiştir. Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik olarak 1993 yılından beri benimsediği izolasyon politikasının başarılı olduğu söylenebilir. Ermenistan başta Birleşmiş Milletler(BM) Güvenlik Konseyi kararları ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kararlarında olmak üzere uluslararası örgütlerce işgalci olarak tescillenmiştir. Ermenistan, işgalci tutumu ve İran dışındaki bütün komşularından toprak talep eden yayılmacı politikası ile yalnız kalmış ve bölgede gerçekleşen birçok projenin dışında kalarak izole olmaya yüz tutmuştur.[5]
Ermenistan sürekli ve ağır bir ekonomik krizin pençesine düşmüştür. Ülke ekonomisini ayakta tutan ise, Rusya’ya giden işçiler ve Diaspora yardımları olmuştur. Diaspora yardımları konusunda Ermenistan’ın bağımsızlığı sonrası oluşan beklentilerin boşa çıktığının da altının çizilmesi gerekmektedir. Ermeni diasporası, Ermenistan ve Ermenistan’daki Ermeniler üzerinden politika yapmayı ilke edinmiştir, ama mesele yatırım yapmaya ve Ermenistan’ın kalkınmasına geldiğinde diaspora Ermenileri aynı hassasiyeti hiçbir zaman göstermemiştir.[6] Ancak Türkiye’nin 2002 sonrası dış politikasındaki değişim Ermenistan’a nefes aldıracak adımların atılmasının önünü açma yönündedir. Bu durum ise Azerbaycan’da siyasi ve sosyal bir rahatsızlığı da beraberinde getirmiştir.
Türkiye-Ermenistan protokollerine tepki gösteren Bakü, uluslararası piyasa fiyatlarının altında Türkiye’ye sattığı doğalgaz fiyatlarını yükseltmiştir. Türkiye, Ermeni açılımının herhangi bir yararını görmemiştir ama önemli zararlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanan anlaşma gereği gaz fiyatları gizli tutulmakla birlikte uzmanların tahminlerine göre; Türkiye, Ermeni protokolleri öncesinde Azerbaycan’dan düşük ücretle aldığı doğalgazı, protokoller sonrasında daha yüksek bir fiyattan almak zorunda kalmıştır. Doğalgaz fiyatlarındaki artışın Türkiye’ye 1 milyar dolar ek maliyet getirdiği ileri sürülmektedir. Burada bir diğer önemli mesele ise, Türkiye’nin “Ermeni açılımı” sonrası Azerbaycan’ın Rusya ile yeni bir doğalgaz anlaşması imzalayarak doğalgaz konusunda Rusya’ya bir adım daha yaklaşmasıdır. Ermeni Protokolleri sonrasında ilişkilerin bozulduğunu gösteren bir diğer önemli gelişme Türkiye ve Azerbaycan arasındaki Bayrak krizidir. 14 Ekim 2009’da Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan futbol maçında Azerbaycan bayraklarının stada sokulmaması ve toplanan bayrakların yere atılması karşısında, Azerbaycan tepki olarak Bakü’deki Türk Şehitliği’ndeki bayrakları indirtmiştir. İki ülke arasındaki gerginlik, karşılıklı Nota verilmesine kadar gitmiştir. Neticede ”Ermeni açılımı” hem Türkiye’ye ekonomik bir yük olmuş, hem Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu güçlendirmiş hem de –en önemlisi beklide – Türkiye ve Azerbaycan arasında güvensizlik sorunu doğurmuştur.[7] Ayrıca Ankara’nın Bakü’yü küstürmesi, Bakü’nün İsrail ile yakınlaşmasında önemli bir etken olmuştur. Azerbaycan-İsrail ilişkilerinin geliştirilmesi sonrasında Bakü, İsrail ile ilişkileri bozuk olan Ankara’nın tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye’nin “Ermeni açılımı”, “İki Devlet Bir Millet” söylemi çerçevesinde düşünen ve hareket eden Azerbaycan ve Türkiye Türklerinde ciddi bir motivasyon kaybına neden olmuştur. Bu rahatsızlığın derinleşmesinin önüne, Türkiye’deki iktidarın benimsediği politikaların Türk Milleti’nin yaklaşımını yansıtmadığı görüşü geçmiştir.
Başarısızlığa Rağmen Türkiye’nin Açılım Adımları Devam Ediyor:
Türk dış politikası mimarları birinci “Ermeni Açılımı” fiyaskosuna rağmen Ermenistan ile ilişkileri normalleştirme politikasına devam etmiştir. Hatta bölgesel sorunların aşılması ve Türkiye’nin geniş bir manevra alanı kazanması Davutoğlu tarafından Ermenistan ile sorunların aşılmasına bağlanmıştır.[8] Ankara “Ermeni açılımını” sürdürmekte kararlı olduğunu attığı adımlarla ortaya koymuştur. Bu son dönem adımların ilki Suriyeli Ermenilerin Ermenistan’a geçişini Türkiye üzerinden gerçekleştirmelerine müsaade edilmesi olmuştur. İkinci adım, Ermenistan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası tekrar cumhurbaşkanı olmaya hak kazanan Sarkisyan’ı ilk tebrik edenler arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bulunmasıdır. Üçüncü adım ise Ermenilerin tarihsel hak iddialarında önemli bir yeri olan Türkiye’nin Van şehrinden Ermenistan’ın başkenti Erivan’a uçuş seferlerine izin verilmesidir. Aşağıda bu gelişmeler incelenmiştir.
1) Suriyeli Ermenilerin Türkiye Üzerinden Ermenistan’a Geçişi
Amerika Birleşik Devletleri’nin Beyaz Saray internet sitesinde açılan bir imza kampanyasında, Suriye’den kaçan Ermenilerin Türkiye üzerinden Ermenistan’a ulaşmasının sağlanması için Türkiye’nin sınır kapılarını açması talep edilmiştir. Bu gelişmenin ardından Türk Dış İşleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Suriyeli Ermenilerin Türkiye üzerinden ve çeşitli yollardan Ermenistan’a ulaştığı vurgulanmıştır.[9] Türkiye’nin insani düşüncelerle yapıldığı iddia edilen Suriyeli Ermenilerin Türkiye üzerinden Ermenistan’a geçişine müsaade edilmesi, Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarında Ermeni nüfusunun artırılmasına zemin hazırladığı gibi, Karabağ’ın ve diğer işgal altındaki rayonların Ermeni işgalinden kurtarılmasının da önünü tıkayacak bir niteliğe sahiptir. Ermenistan o bölgelere yerleştirdiği Ermenileri göstererek, bu toprakların Ermenilere ait olduğu iddiasını güçlendirecektir.[10]
2) Abdullah Gül’ün Sarkisyan’ı Tebriği
Ermenistan’da 18 Şubat 2013’te gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Serj Sarkisyan’ın, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından tebrik edilmesi, Türkiye-Azerbaycan arasındaki soğukluğu artırmıştır. Gül’ün bu adımı, Azerbaycan’da ciddi tepkilerle karşılanmıştır.
Azerbaycan parlamentosu milletvekili ve Azerbaycan’da iktidardaki Yeni Azerbaycan Partisi'nin başkan yardımcılarından Mübariz Gurbanlı, Gül’ün Sarksiyan’ı kutlamasının son derece üzücü bir davranış olduğunu dile getirmiştir. Gurbanlı, Rus devlet başkanı Putin’in de Serj Sarksiyan’ı kutladığını belirtmiş, ancak Rusya devlet başkanının kutlamasını normal karşıladıklarını ifade etmiştir. Gurbanlı’ya göre Ermenistan Rusya’nın Kafkaslardaki dayanağıdır. Türkiye ise Azerbaycan’ın “kardeş ülke”sidir. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı kutlayan 3’üncü şahıs olması Azerbaycan’ı derin bir rahatsızlığa sürüklemiştir.[11]
3) Van’ın Ermeniler için Önemi ve Van – Erivan Uçuş Seferleri
Ermeniler için ayrı bir öneme sahip olan Türkiye’nin Van şehri, Ermenilerin tarihsel hak iddiaları kapsamında sürekli bir hedef olarak görülmüştür. Ermenistan anayasasında Ağrı Dağı’nın sembol olarak yer aldığı bilinmektedir[12] ancak Van şehrindeki Akdamar kilisesi de Ermenilerin vazgeçilmez kabul ettiği sembollerden biridir. Akdamar kilisesi 2005-2007 döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde Türkiye’deki Ermeniler ve komşu Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir adım olarak, 1,5 milyon dolar harcanarak restore edilmiştir. Restorasyon çalışması bazı uluslararası kültür çevrelerinde "siyasi amaçlı" olarak tanımlanmıştır.Kilise 29 Mart 2007’de müze olarak tekrar açılmış, 19 Eylül 2010’da ise Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan yönetiminde bir ayin düzenlenmiştir.[13] Türkiye ve Ermenistan arasında İstanbul-Erivan-İstanbul uçak seferleri ve Gürcistan üzerinden otobüs taşımacılığı zaten yapılmaktayken Van-Erivan uçuş seferlerinin başlamasına müsaade edilmesine gösterilen tepkilerin ardında Van’ın önemi yatmaktadır. Türkiye’nin önemli bir şehri olan Van, Ermeniler için tarihi bakımdan bir hac yeri gibidir, çünkü Ermeniler tarafından Ermenistan’ın en eski başkenti olarak kabul edilmiştir.[14]
Türkiye Tur Operatörleri Birliği ile Ermenistan Sanayiciler ve Girişimciler Birliği gerçekleştirdikleri görüşmeler sonrasında Erivan-Van ve Van-Erivan karşılıklı uçuş seferlerinin 3 Nisan 2013’te açılacağını duyurmuştur.[15] Bu açıklama sonrasında Türkiye’nin resmi bir açıklamasının bulunmaması Azerbaycan kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.
Ø Van-Erivan Seferleri Konusunda Bakü’nün Tepkileri
Türkiye’nin Van-Erivan Uçuş seferlerine müsaade edeceği haberlerinin kamuoyuna yansımasının ardından, Azerbaycan’dan ciddi tepkiler yükselmiştir. İlk tepki Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı İdaresi Sosyal ve Politik Konular Daire Başkanı Ali Hasanov’un açıklamasıdır. Hasanov, gazetecilere yaptığı açıklamada Azerbaycan'ın işgalci rejimle her hangi ülkenin, özellikle dost ülkelerin temas halinde olmasına olumsuz yaklaştığını vurgulamıştır.[16] İkinci resmi tepki Azerbaycan Siyasi Yenilenme ve Teknoloji Merkezi Başkanı siyaset bilimci Mubariz Ahmetoğlu’ndan gelmiştir. Ahmetoğlu da bu karara tepki göstererek, "Van-Erivan uçak seferlerinin başlatılması, Ermenistan-Türkiye sınırının açıldığı anlamına geliyor. İlişkilerin normalleşmesine neden olacak söz konusu adım, Türkiye Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Parlamento Başkanı ve diğer üst düzey yetkililerin defalarca yaptıkları açıklamalara ters düşüyor" şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.[17]
Ø Ermenilerde Van Sevinci
Ermeni “Narekavank Tour” şirketinin müdürü Armen Hovhannisyan uçuşun özel şirketlerinin girişimi olduğunu belirtmiştir. Hovhannisyan uçuşlar hakkında da bilgiler vererek uçak seferlerinin haftada iki kez, Çarşamba ve Pazar günleri yapılacağını duyurmuştur. Bilet fiyatlarının ortalama 250 dolar olacağı bildirilmiştir (bu fiyatlarla, yarısı açlık sınırı altında yaşayan Ermenistan’daki Ermenilerin Van’a ziyarete gelip gelemeyecekleri de tartışma konusudur). Armen Hovhnannisyan’a göre Van şehrini her yıl yüzlerce Ermeni ziyaret etmektedir. Hovhannisyan, ziyaretçilerin sayısının Erivan-Van uçak seferi sayesinde artacağını ve bunun Ermenistan-Türkiye ekonomik ilişkilerini olumlu etkileyeceğini ifade etmiştir.[18]
Türkiye’de de bazı sivil toplum kuruluşları ve basın yayın organları da bu konudaki gelişmeler karşısındaki memnuniyetlerini belirtmiştir. Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi (TABDC) Eşbaşkanı Kaan Soyak da konu hakkındaki memnuniyetini ve beklentilerini getirdiği konuşmasında, Van'da başta kiliseler olmak üzere birçok tarihi eserin Ermeniler tarafından yapıldığını ve bu uçuş seferleri sonrası Van’da turizm patlaması olacağını iddia etmiştir.[19] Ancak burada gözlerden kaçan veya görmezden gelinen nokta, Van-Erivan uçuş seferleri öncesinde Ermenilerin Van’ı ziyaret etmesinin yasakmış gibi yansıtılmasıdır. Bu seferlerden önce de Türkiye’nin diğer illerine gittikleri gibi Ermenilerin Van’ı ziyaret etme özgürlüğüne sahip olduğunun altı çizilmelidir. Ayrıca konuyu yalnızca turizm veya dini özgürlükler bağlamında bir düşünce sistemi temeline oturtarak kamuoyuna yansıtmak da siyasi hesapları gölgede bırakma girişimlerinin bir parçasıdır. Daha önce de belirtildiği gibi Van şehri Ermeniler için tarihsel hak iddialarının önemli bir parçasıdır.
Ø Van-Erivan Seferleri Ölü Doğmuştur
Ermenistan’ın içinde bulunduğu ekonomik durumu göz önüne almadan Ermenilerin büyük bir turizm hamlesi yaparak Van’ı ziyarete gelmesini beklemek büyük bir hata olmuştur. Ermenistan’da 14 uçaklık filosuyla 20 ülkeye haftada 100'ü aşkın sefer yapan ulusal havayolu şirketi Armavia ekonomik sıkıntıları nedeniyle iflas ettiğini açıklamıştır. Açıklamada, şirketin tüm seferlerini durduracağı bildirilmiştir.[20]
Ermenistan ulusal havayolu şirketinin iflasıyla birlikte Van-Erivan seferlerinin akıbeti düşünülmeye başlanmıştır. Van-Erivan seferlerinin Türkiye’deki sorumluluğunu üstlenen firma bir açıklama ile beklenen talebin çok altında bir taleple karşılaştıklarını belirterek söz konusu seferlerin iptal edildiği duyurmuştur. Ermenistan basını, uçuş seferlerinin Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün talimatıyla durdurulduğunu iddia ederken, Türk makamlarının bu yönde bir kararı olmadığı ifade edilmiştir.[21]
Türkiye’deki iktidarın Ermenilere yönelik açılımını devam ettirme kararlılığına karşı Ermenistan Ermenilerinin ve özellikle de diaspora Ermenilerinin Türkiye’ye yönelik politikalarının incelenmesi, Türk dış politikası aktörlerinin Ermeni açılımını bir an önce gerçekleştirme gayretlerini anlamaya yardımcı olmuştur. Türk Dışişleri bakanı Davutoğlu önderliğindeki dış politika mimarları Ermenilerin 2015 stratejisinin önüne geçmek için Ermenistan sınırının 2015’ten önce açılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Dikkatlerden kaçan husus, Türkiye’nin 2015 öncesi diasporayı yumuşatmak için atmak istediği adımların hedefi Ermenistan’dır. 2015’e iki yıl kalmasına rağmen Ermeni diasporasına yönelik tutarlı bir karşı stratejiden bahsetmek şimdilik mümkün değildir.
Ermeni Diasporası’nın 2015 Stratejisi
Ermenilerin bugünkü politikalarının arka planında özellikle diaspora Ermenilerinin bilinçaltında -her fırsatta “Türk Karşıtlığı” ile birleştirilerek öne çıkarılan- “Büyük Ermenistan Hayali” yatmaktadır. Nesilden nesile Türk düşmanlığı ile yoğrularak bir varolma savaşına dönüştürülen Ermenilerin bu iddialarının temel çıkış noktası ise “soykırım yalanlarıdır.” Bu bağlamda Ermenilerin sözde soykırım propagandalarını ifade etme açısından “4T Planı” önem arz etmektedir. “Tanıtım-Tanınma-Tazminat-Toprak” talepleri olarak başlıklandırılan bu plan çerçevesinde Ermenilerin önceliğini “Tanıtım” başlığı altında açıklamak mümkündür. Ermeniler “sözde soykırımı” terör ve siyasi propaganda yoluyla dünyaya duyurmayı amaçlamıştır. Ermeni terör örgütü ASALA, “sözde Ermeni topraklarının kurtarılması” için temel yolun, “devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğini” siyasi programında açıklamıştır. Bu kapsamda Ankara-Paris Havaalanlarındaki ve İstanbul Kapalıçarşı’daki terör eylemleri, Türk diplomatların katledilmesi, kadın-çocuk ayırmaksızın öldürülen insanlar ASALA terörünün dünyayı dehşete düşüren saldırılarından bazılarıdır.[22] ASALA’nın üstlendiği misyon 1980’lerde tamamlanmıştır ve artık Ermeniler dünyanın farklı ülkelerinde Ermeni Örgütleri kurarak siyasi mücadeleye başlamıştır. Bir sonraki aşama siyasi mücadelenin devamı niteliğinde olan ve dünya kamuoyunca sözde soykırımın tanınması kararlarıdır. Bu aşamada dünya kamuoyunda ve devletlerin parlamentolarında sözde soykırımın tanınmasının ardından asıl hedef söz konusu iddiaların Türkiye tarafından da tanınmasını sağlamaktır. Üçüncü aşamada hedeflenen tanınmanın tamamlanmasından sonra Ermenilerin Türkiye’den tazminat talep etmesidir. Dördüncü ve son aşamada ise tazminat talepleri bir adım daha ileri götürülerek; Ermeniler, “Büyük Ermenistan” hayalleri için Türkiye’den toprak talep edeceklerdir. Ermeni diasporasının 2015 Stratejisi’ni ikinci aşamadaki ”tanınma” yani sözde soykırım iddialarını dünyaya kabul ettirme çabaları çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Bu bağlamda 2000’den sonra Türkiye’deki sözde aydınların benimsedikleri “közkamanlık” neticesinde Ermenilerden özür dilenmesi, Ermenistan sınırının açılması ve buna benzer tezler, Ermeni diasporasının bu stratejisine hizmet etmiştir.[23] Ermenilerin 2015 Stratejisi’nin temel amacı; yoğun bir propaganda süreci sonunda final yılı olarak nitelendirdikleri 2015’e kadar, başta ABD ve AB üyesi ülkeler olmak üzere sözde soykırımın dünyadaki devletler tarafından ulusal ve yerel parlamentolarda kabul edilmesini sağlamak ve sonrasında Türkiye’nin sözde soykırım iddialarını tanımasının yolunu açmaktadır.
“Ermeni Diasporası 2015 Stratejisi için neler yapmaktadır?” Bu konuda bazı öne çıkan örnekleri aktarmak, diasporanın 2015 stratejisine ne kadar önem verdiğini ortaya koyacaktır. Kilikya Ermeni Katogikosluğu sözde Ermeni soykırımının 100. yıldönümü için Türkiye’de yaşayan Ermenilerle ilgili kitaplar yayına hazırlamaktadır bunun yanında katogikosluk, 100. yıldönüm ile ilgili farklı ülkelerde “soykırım” anıtının dikilmesini ve sözde soykırım ile ilgili panellerin ve resim sergilerinin gerçekleştirilmesini üstlenmiştir. Ermeni diaspora kuruluşlarının propaganda çalışmaları sonucunda Amerika’nın 50 eyaletinin 43’ü sözde Ermeni soykırımını resmen tanımıştır. Ermenistan sözde Ermeni soykırımının 100. yıldönümü faaliyetlerini koordine etmek için özel bir komisyon kurmuş ve Erivan Ermeni Soykırım Müzesi Başkanı Hayk Demoyan bu komisyonun sekreterliğine getirilmiştir. Komisyona alt komiteleri oluşturulmaktadır. Komisyonun yoğunlaşacağı konular ise: Sözde Ermeni soykırımının yaşandığı konusunda insanlar bilgilendirilmesi, ülke ve dünya genelinde bu konuda Ermenice ve yabancı dillerde kitaplar, broşürler yayımlanması, Ermenistan devletinin bütün resmi organlarının bu faaliyetlere katılması olarak belirlenmiştir.[24]
2015’e yaklaşırken Ermeni lobileri ve örgütleri seferberlik ilan etmiş gibi çalışarak sözde soykırım söylemlerinin en temel silahı -psikolojik savaşın bir parçası- olan Türk milletine yönelik algı yönlendirme faaliyetlerine hız vermiştir.[25]
Ermenistan ve Ermeni diaspora kuruluşlarının bu yöndeki faaliyetlerinin 2015 yılına kadar artarak devam edeceği aşikardır. AKP Hükümeti’nin ise bu konuda mevsimlik faaliyetleri yetersizdir ve gelişmelerin önünü alacak kadar etkili değildir.”[26] Ayrıca Türkiye’nin Ermeni diasporasını değil de Ermenistan’ı hedef alan açılım politikalarının da hedef kitlesi doğru değildir. Türk düşmanlığı çerçevesinde soykırım meselesini bir varolma savaşına çevirenler Ermeni diasporası mensuplarıdır. Diaspora Ermenileri ekonomik olarak güçlüdürler ve anavatandan uzak oldukları için birlikteliklerini ancak “Türk karşıtlığı” çerçevesinde devam ettirebilmektedir. Diaspora Ermenilerinin esnek davranmayı Ermeni olmakla çelişen bir durum olarak görmeye devam edeceklerini ve uzlaşmaz tavırlarını sürdüreceklerini ifade etmek yerinde olacaktır.[27] Ermeni diasporasının fikri altyapısının temelinde irredentizm ve saldırganlık yatmaktadır.[28]
Türkiye’nin Karşı Stratejisi?
2015 yılında Ermeni Diasporası ve Ermenistan Devleti tarafından sözde soykırımı dünyaya tanıtma amacıyla yapılan bu projeye karşı Türkiye’nin atabileceği adımları sınırlı olarak gören ve tek çıkar yolun normalleşme sürecinin devamının sağlanması ve diyaloğun artırılması düşüncesi Türkiye’nin bataklığa sürüklenmesi anlamına gelmektedir. Ne yazık ki Türk dış politikası mimarları Ermeni diasporasının planlayıp yürüttüğü politikalar karşısında Ermenistan ile ilişkileri geliştirerek birtakım tedbirler alma yolunu benimsemiştir.
AKP hükümetinin Ermeni meselesinde içine düştüğü çıkmaz, AKP’yi dış politikada hatayı hata ile kapatmaya yöneltmiştir. Bazı dış politika mimarlarında, Ermenilerin 2015 Stratejisi’ne karşı Rusya ile hareket edilerek sorunun çözüme kavuşacağı inancı oluşmuştur. Bu bağlamda TBMM’de Dış İşleri Bakanlığı aracılığıyla Meclis Dış İlişkileri Komisyonu’na basına kapalı olarak Ermeni meselesi hususunda bir bilgilendirme toplantısı gerçekleştirilmiştir. Dışişleri Bakanlığı Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya ve Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Mehmet Fatih Ceylan, Ermenistan’ın dünyaya ve Türkiye’ye kapalılığını aşmanın yolunun Rusya’dan geçtiğini kaydetmiştir. Müsteşar Yard. Ceylan komisyonda Türkiye’nin Ermeni Diasporası’nın final yılı ilan ettiği 2015 yılına yönelik gerekli tedbirleri almaya başladığını da vurgulayarak “2015 dünyanın sonu değil. Türkiye’nin Ermenistan’la ilgili sorununu Rusya çözebilir. Bunun için Rusya ve Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını ortak paydada buluşturacak projeler hazırlıyoruz. Ermenistan ve Rusya’dan da geçecek ikinci bir demiryolu hattı projesine Rusya da sıcak baktı. Bununla ilgili görüşmelerimiz sürüyor. Rusya samimi davranırsa Ermenistan’la ilişkilerimiz farklı boyuta gelebilir” ifadelerini kullanmıştır.[29] Bu konuda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da aynı doğrultuda söylemleri mevcuttur. Davutoğlu da Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ihtilafın çözülmesinde Rusya ile hareket etmenin yararlı olacağını ifade etmiştir.[30]
Türkiye kendi diasporasını oluşturmak ve Ermenilerin iddiaları karşısında kendi haklı tezlerini savunmak yerine Rusya merkezli bir politikaya yönelerek hem Azerbaycan ile hem de diğer Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini ateşe atmaktadır. Rusya’nın yardımıyla Ermenistan’ı yatıştırmak yeterli olmayacaktır, üstelik Ermenilerin yatışıp yatışmayacağı da şüphelidir. Böyle bir politika Türkiye’yi Rusya-ABD ekseninin istismar alanına sürükleyecektir. Türkiye’nin Ermeni diasporasına karşı çok boyutlu bir strateji geliştirmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin Ermenistan’ın uzlaşmaz tavırları ve soykırım yalanları karşısında takınacağı tavır ise Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun “2013 Yılına Girerken Dış Politikamız” başlıklı kitapçıkta şu ifadelerle yer almıştır: “Ülkemiz, Güney Kafkasya’da işbirliği ortamının yaratılmasına yardımcı olacağı ve bölgenin istikrarına katkıda bulunacağı inancıyla Ermenistan’la da ilişkilerinin normalleşmesini arzu etmektedir. İlişkilerin normalleştirilmesi sürecini, bölgede tam ve kapsamlı normalleşmenin sağlanması perspektifimizin bir parçası olarak görüyoruz.”[31]
Yine aynı kitapçıkta yer alan “1915 Olayları” başlıklı bölümde Ermeni iddiaları karşısında tarihi kaynakların ortaya konulması ve konunun bu belgeler çerçevesinde açığa kavuşturulması gerektiği ifade edilmiş, ancak Ermeni diasporasının 2015 stratejisine karşı temennilerden öteye geçmeyen değerlendirmeler yapılmıştır.[32]
Davutoğlu ve “Adil Hafıza” Söylemi
Protokollerin imzalandığı dönemde Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından ortaya atılan “adil hafıza” söylemini Davutoğlu kendi ifadesiyle tanımlamaktadır: “Adil hafıza kilit bir kavram. Yani bütün o tarihe tek taraflı bir hafızayla bakmamak. Biz, Ermenilerin neler yaşadığını, neler hissettiğini anlamak için empati yapmalıyız ama onlar da bizim hafızamıza saygı göstermeliler” sözleriyle Davutoğlu meseleye bakışını ortaya koymuştur.[33] Davutoğlu ayrıca iki ülke arasındaki sorunların çözümünde asıl meselenin “psikolojik bariyerlerin aşılması” olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Davutoğlu, 24 Mart 2010’da bir televizyon programında, Hrant Dink’in ölümünden sonra Türkiye’nin Dink’e sahip çıktığını gören Ermeni diasporasının önde gelenlerinin duydukları hissiyatı aktarmaları karşısında Ermeni diasporasıyla görüşmeye hazır olduklarını açıklamıştır.[34]
Davutoğlu’nun Ermenilerin soykırım yalanları karşısında izleyeceği yolu gösteren kısa konuşmasında ise şu sözleri sarf etmiştir: “Ermenilerin karşısında ‘1915’te hiçbir şey olmamıştır’ diyen bir Dışişleri Bakanı yok. Ben yaşananlara soykırım demem ama diyenin kendi tercihi. Bu konuda yeni bir dil geliştirmemiz lazım. Sizin acınızı reddetmiyoruz, anlıyoruz, ne yapılması gerekirse beraber yapalım. Ama tek taraflı bir suç deklarasyonu değil.” Bu konuda dikkat çeken diğer önemli bir husus ise Hillary Clinton’un Ermenistan ziyaretinde Sarkisyan’dan işgal ettikleri Azerbaycan topraklarının küçük bir kısmından çekilmesini istemesi ve buna bağlı olarak Türkiye’nin sınırları açacağını vaat etmesi ise sürecin kimler tarafından ne şekilde yönetildiğini ve yaşanabilecek gelişmeleri ortaya koymuştur.[35]
ABD başkanı Obama’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki önerileri ve Clinton’un Ermenistan ziyaretindeki vaatleri dikkate alındığında Ermeni açılımı politikalarını AKP iktidarının ve Davutoğlu’nun belirlediğini söylemek güçtür. Bu bağlamda özellikle Ermeni meselesinde Türk dış politikasının ABD önerilerince belirlendiğini, Türkiye’nin dış politika aktörlerinin ise bu politikaları uygulamaya geçirmek için yeni yol haritaları ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. Ahmet Davutoğlu’nun; “adil hafıza” söyleminin arka planında “Ermeni iddialarını kabul edebiliriz ancak onlar da bizim acımızı anlasınlar” mantığı yatmaktadır.
Ermenilerin 2015 Stratejisi karşısında Türkiye’nin benimsediği Ermenilerin 2015 stratejisini önleyeceği iddia edilen politikaların yalnızca kamuoyunda tartışılanlarla sınırlı olmadığı ve kapalı kapılar ardında; diaspora Ermenilerine Türk pasaportu verilmesi, Türkiye’ye dönmelerinin teşvik edilmesi ve yerel seçimlerde bazı belediyelere Ermeni başkanların seçilmesi henüz kamuoyuna yansımayan iddialardır.
Sonuç
Türkiye’de 2007’de Akdamar Kilise’sinin resmi girişimlerle onarılması ve 2010’da Ermenilerin ayin yapması için hizmete açılması Türkiye’deki AKP iktidarının “Ermeni Açılımı”nı yürütmekte kararlı olduğunu gösteren gelişmelerin başında yer almıştır. Bu kararlılığı teyit eden diğer önemli gelişmeler ise; ölü olarak doğan Türkiye-Ermenistan Protokolleri’nden sonra Suriyeli Ermenilerin Türkiye üzerinden Ermenistan’a geçmesine göz yumulması, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Sarkisyan’ı ilk tebrik edenler arasında yer alması ve son olarak Van-Erivan uçuş seferlerine müsaade edilmesidir. Bu bağlamda atılan adımların Türkiye-Azerbaycan ilişkilerindeki güvensizliği derinleştireceği gibi yalnızca turistik ve ekonomik beklentilerle bu adımların atıldığını düşünmek iyimserliğin çok ötesine geçecektir. Benimsenen bu politikalar Ermenistan’ı izole olduğu düşüncesinden uzaklaştıracak ve bununla birlikte Azerbaycan ve Türkiye karşısında Ermenilerin motivasyonunu güçlendirecektir.
Neticede Türkiye’de ve dünya kamuoyunda yapılan haberler Türk insanına karşı geliştirilen psikolojik harbin uzantılarıdır. Türkiye ve Azerbaycan’ın birbirinden koparılması ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Ermenistan’ın rahat bir nefes alması amacıyla yürütülen politikalar yalnızca Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine değil, Türkiye’nin Türk Dünyası’ndaki imajına da ciddi zarar verecektir. Son olarak dış politikada “win win(kazan kazan)” yaklaşımı Türk düşmanları için uygulamaya geçmiştir. Bir yanda Ermeniler, diğer yanda ise Türk düşmanları “Ermeni açılımı”nın mutlak kazananları olarak tarihe geçecektir.
2015 yaklaşırken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun karşı strateji olarak geliştirdiği söylemler, Ermenilerin sözde soykırım iddialarını ikili ilişkiler ile yumuşatma stratejisi olarak karşımızda durmaktadır. Ancak gözlerden kaçan bir husus vardır ki Ermenilerin 2015 Stratejisi’nin mimarları da diaspora Ermenileridir. Yani Türkiye’nin karşı stratejilerinin muhatabı diaspora Ermenileri olmalıdır.