« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Mar

2009

FİKRİ’MİN İNCE GÜL’Ü / Yusuf Ziya ARPACIK

01 Ocak 1970

Sanki burnum, değdi burnuna yok’un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı...

Necip Fazıl



'Altı da bir, üstü de birdir yerin...'



Diyordu hücre arkadaşım. Yani, 'ha hücredeyiz, ha sarayda.'



Volta atarken bir taraftan söyleniyor, üç adımda yol biterken, geri dönüp bir üç adım daha atıyor ancak duvar yine yolunu kesiyordu. Ben ranzamda uzanmış onun şiir gibi estetik olan yürüyüşünü seyrederken bir taraftan da, böyle lânetlik hücreyi, ihtişamlı bir sarayla mukayese edecek kadar güçlü olan bu müthiş iradeyi hayranlıkla izliyordum. Bu arkadaşım, Ülkücü camia içinde idama en yakın olanıydı. Beş idam cezası Yargıtay’da onay beklerken, bir çok mahkeme de son aşamadaydı. MHP davası, Adana olaylarının 151 numaralı sanığı olarak Mamak Cezaevi’ne getirilmişti.



O Yunus Uzun'du... O bir destandı... Kartalları kıskandıran keskin gözleri hangi örgütçünün üzerinde çakılsa, o militan bir daha güneşin doğacağına olan inancını yitirirdi. Hayatı sevenler, Yunus gözlerine bakmasın diye başlarını eğip geçerlerdi.

O gün biraz sıkıntılıydık. Fikri Arıkan isimli arkadaşımız mahkemeye gitmişti ve onu sabırsızlıkla bekliyorduk. Zaman ise sanki durmuş, bize sabır eğitimi yaptırıyordu. Bu arkadaşımız daha önce iki kez idam cezası almış, Yargıtay ikisinde de cezayı esastan bozmuştu. Evet bu son mahkemeydi ve onaylanan idam cezaları üç günde infaz ediliyordu. 4 numaralı hücrede kalan Fikri Arıkan'ı sabah sekizde mahkemeye götürmüşler ve saat neredeyse 15.30 civarıydı hâlâ ortalıkta yok-tu. Bir müddet sonra askerlerin ayak seslerinden Fikri'nin geldiğini anladık. Hücrelerimizin kapısı demir mazgallardan oluştuğu için dışarıyı rahatlıkla görebiliyorduk.



İlk hücre olduğumuzdan Fikri bizim önümüzden geçecekti. Nihayet geldi ve tebessüm ederek bizi selâmladı. Onu böyle neşeli görünce büyük bir ümide kapıldık ve Yunus'la sevinç içerisinde birbirimize sarıldık. Hücreler arası konuşmak yasaktı aksi takdirde ağır cezaî müeyyideler vardı. Ama biz bir yolunu bulmuş ve her türlü haberleşmeyi herkesin önünde rahatlıkla yapar olmuştuk. Nazarî eğitim adı altında mecburî bir ders vardı ve bizlerden bir kişi hücrenin kapısına gelerek Nutuk kitabını okurken, bu arada metindeki sözleri değiştirerek, istediğini anlatabiliyordu. Başımızdaki nöbetçiler de ki-tabın metni zannederek bizimle beraber huşu içerisinde dinlerlerdi.



Nutuk, muhteva olarak bizim mevzularımıza çok uygundu ve mahkemeleri böylece tartışabiliyorduk. Nutuk'ta da mah-keme, iaşe ve tartışmalarla dolu metinler mevcuttu. Fikri, okumaya başladı. Sesi çok net ve vakurdu. Rahat ve huzur bulmuş bir sesle mahkemenin zaferle sonuçlandığını müjdeliyordu. Bizler âdeta nefes bile almadan onu dinlerken, biran önce sonuca gelmesini bekliyorduk.



-Ve Eyüp kurtuldu, dedi Fikri Arıkan. Eyüp Özmen, aynı davadan daha önce idam cezası almış ve idam bekleyen bir arkadaşımızdı. Sehpaya hazırlanırken beraat etmişti. Bunu bir zafer olarak bizlere müjdeliyordu Fikri. Ya kendisi? O’nun için ne karar çıkmıştı acaba?



-Senin için ne karar çıktı?.. diye bağırarak sordum ben. Sabrım kalmamıştı artık. Askerler benim bu kuralsız çıkışımı duymamazlıktan geldiler ki; bu davranışları kararın vahametini göstermeye yetiyordu.



-Benimki idam... diye devam etti Fikri.



Yıkılmıştık. Ama o ayaktaydı ve berrak bir ses tonuyla bizleri teselli etmeye çalışıyordu. Sesi dik ve metindi...



Aman Rabbim! Fikri, arkadaşının beraat ettiğini söylüyor ve bunu bir zafer olarak bizlere müjdelerken, kendisinin aldığı idam cezasını sıradan bir kararmış gibi, sanki bir düğün davetiyesiymiş gibi bizlere anlatıyordu. Biz çökmüştük. 5 numaralı hücreden bir feryat yükseldi. Bu isyan eden sesin sahibi üç komünist liderle beraber kalan Şahin Göksel Arduç isimli genç bir arkadaşımızdı. Sekiz hücreden oluşan, tecrit bölümünde başkaca çıt çıkmıyordu.



Üç gün sonra bir şafak vakti kurulacak idam sehpası, cellat, yağlı urgan, yüze karşı okunacak olan ferman, beyaz gömlek bir anda buralara hâkim olmuştu. Sanki kafatasım büyümüş ben de içindeydim. Kendi kafamın içinde. Bu nasıl bir hâldi bu nasıl bir duygu!.. Çok ölüm görmüştüm ama bu başka bir vaziyet, bambaşka bir hâl. Daha önce İstanbul’da bu duyguları yaşamış, asılarak idam edilen İsmet Şahin olayında bizler de yanmış, bizler de ölmüştük. Bir kere daha, dedim kendi kendime, insan bir kere ölür ama, biz bin kere. Fikri Arıkan sakin ve tereddütten uzak mistik bir ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu:



-Bu gece çok rahat uyurum artık...



Fikri'nin rahat uykudan söz etmesini anlamaya çalışıyordum. O ise konuşmaya devam ediyordu:



-Şimdi dünyanın en rahat insanı benim. Yüce yaratıcının rızası yolunda, ölümümü her türlü tehlikeye karşı keskin bir silah olarak kuşandım. Demek ki, kendi ölümüm benim en etkili silahım olacakmış. Büyük, güçlü bir silah olan insanın kendi ölümü. 'Ve ben şimdi yaşamımın en güzel, en tatlı, en dinlendirici uykusunu uyuyabilirim.'



-Adalet terazisini, oduncu kantarına çevirdiler, diyordu, hücre arkadaşım Yunus. Evet, oduncu kantarı daha hassastı bunların terazisinden, nasıl olsa üç aşağı beş yukarı fark etmiyordu.



Birkaç gün sonra güneş, Fikri'siz doğacaktı. Takvimler ve zaman bir kere daha durmuştu.



O'nu şafakta astılar...



Ülkücü hareketin altın halkalarından olan ele avuca sığmaz acar Adana çocuğu, A-blok 1 Numaralı hücredeki can yoldaşım Yunus Uzun ise idam beklerken, kader onu başka bir yerde yakalayacak ve bu arkadaşım da Aydın Cezaevi’nde şehit düşecekti.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 14634

ulkucudunya@ulkucudunya.com