Rant ekonomisinin ideolojisi olarak laikçilik
Prof. Dr. Mümtaz’er TÜKÖNE 17 Nisan 2007
Son zamanlarda okuduğum en kışkırtıcı yazı. Herkesin sezdiği, fark ettiği, ama ifade edemediği sebep-sonuç ilişkisini "işte tam da bu" dedirtecek şekilde ete kemiğe büründürüyor; yani laik-antilaik çatışması ile devletin ekonomik iktidarı arasındaki birebir ilişki cüretkâr bir dil ile anlatılıyor.
Eser Karakaş'ın geçen hafta Zaman'da yayımlanan "Laik-antilaik çatışmasının iktisadî temelleri" başlığını taşıyan zihin ve çığır açan makalesinden bahsediyorum. Yazının son cümlesi bir soru: "Bugünün Türkiye'sinde dışa açık piyasa ekonomisini savunan bir tek katı laikçinin görülmemesi bir tesadüf olabilir mi sizce?" Yazının bütünü ise bu soruya verilmiş tatmin edici bir cevap niteliğinde. Hikâyenin özeti şu: Cumhuriyet 20'li yıllardan itibaren üretim konusunda karşılaştığı zorlukları aşmak için, kendi çekirdek kadrosuna sermaye transferinde bulunuyor. Kaynak kamu bankaları, teşvik sistemleri ve korumacılık. Kısaca rant ekonomisi. Bu model başarılı olmuyor -zira rant ekonomisi ile zenginleşen bir ülke zaten yok- ama rantiyecilik ile iştigal eden bir seçkin zümrenin ortaya çıkmasına da yetiyor. İşte laikçilik, bu rantiyenin ideolojisi haline geliyor. Böylelikle ortaya "ulus model eksenli rant ekonomisi" ile "cumhuriyetçi laiklik anlayışı"nın vazgeçilmez birlikteliği çıkıyor. Laikçilik, bu kurumsallaşan ilişki ile rant ekonomisinin ideolojisi olarak kabul görüyor, savunuluyor.
Devletten rant sağlayan imtiyazlılar
Öbür taraftan devletten sağlanan rantlarla imtiyazlarını sürdürenler, geniş bir kesimi de özenle bu kaynağın uzağında tutmaya çalışıyor. Çok partili siyaset, 1950'den itibaren bu rantı paylaşma mücadelesi olarak keskinleşiyor. Rant ekonomisinin cılız imkânlarından pay alamayan geniş kesimler ise laikçi kesimin yaşam biçimiyle mücadeleye girişiyor. Ve sonuçta ortaya rant ekonomisi ekseninde laikçiler ve antilaikler kutuplaşması çıkıyor. Ekonominin dinamikleri değişirken, değişime en şiddetli direniş rantçı kesimden geliyor. Dışarıda kalan kesim ise büyümek için ihracata yöneliyor. Yöneldikleri yer Avrupa olunca, dışa açık ve dünya standartlarına uygun üretimi içselleştirmek zorunda kalıyorlar. AB standartları siyasete bakışı da belirliyor. Bu durumda rant ekonomisinin çekirdek kadrosuna kendisini yakın hisseden "CHP, TSK ve diğer ulusalcı çevreler" anti AB çizgisine yerleşiyorlar. Geçmişte Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu "Hıristiyan kulübü" olarak gören karşı tarafta yer alan çevreler ise ihracata yönelmelerinin sonucu olarak AB projesini sahiplenmeye başlıyorlar. Küreselleşme, varlığını rant ekonomisine bağlamış olanları tehdit ediyor ve zümre çıkarları gereği AB sürecine karşı çıkıyorlar. Rant ekonomisinin nimetlerinden istifade edemedikleri için ihracata yönelenler ise Mart 2007'de 9 milyar ihracat yapacak kapasiteye geldikleri için kendi geleceklerini serbest piyasaya, dolayısıyla AB'ye bağlıyorlar. Karakaş, bu berrak analizi şu hükümle bitiriyor: "Türkiye'de laik, anti-laik çatışmasını Ankara'nın rant ekonomisi yanlıları ile dışa açık piyasa ekonomisi yanlıları (biraz da mecburiyetten) arasındaki kavga olarak da görmek lazım. Geleneksel laikçi çizgi maalesef bugün rant ekonomisi yanlılarının ideolojisi haline gelmiş durumda." Uzun bir özet yapmamın tek sebebi, bu berrak ve insan muhakemesini bütünüyle teslim alan analizin Türk siyasetindeki gelişmeler için anahtar niteliğinde olması.
Devletin dini ve inancı olmayacak. Devlet bütün dinlere ve inançlara eşit mesafede duracak. Neden? Farklı din ve inançlara mensup vatandaşları arasında tarafsız bir kamu otoritesini sürdürebilmek için. Böylelikle bireyin eşitliği ve özgürlüğü garanti altına alınacak. Toplum tehlike potansiyeli en fazla olan çatışmalardan, din ve inanç çatışmalarından korunmuş olacak. Laiklik, bu basit ve güçlü mantığı ile evrensel bir anayasal prensip olarak kabul görüyor. Türkiye'de kimsenin bu evrensel prensibe itirazı yok. Dinler ve inançlar, insanlar için, devletler için değil. Aynı din ve inanç sistemi içindeki farklı yorumlara da laiklik sağlam bir koruma sağladığı için, kimse devletin tarafsızlığı ile dindarlık arasında bir çelişki görmüyor. Ama laiklik prensibi, Türk siyasetinin, daha çok da devlet iktidarının sürekli gerginlik kaynağı olarak hüküm sürüyor. Neden? Çünkü rant ekonomisinin bu türden bir gerginlik kaynağına ihtiyacı var. Laiklik, devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir prensip olmaktan çıkıp devlet içindeki iktidarı, bunun da ötesinde devletin ekonomik gücünü elinde tutan azınlığın iktidarını sürdürmenin kuvvetli bir silahına dönüşüyor. Nasıl? Laiklik bir anayasal prensip olmaktan çıkıyor, bir rant kaynağına dönüşüyor.
Laiklik, toplumsal barışı sürdüren ve toplumun uzlaşmasını temsil eden bir anayasal prensip olarak rantiyeye bu korumayı sağlayamazdı. O zaman değişmesi, ideolojik bir silaha dönüşmesi gerekiyor. Bunun için Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki modernleşme hamleleri model alınıyor. Cılız bir Türk aydınlanması projesi ekseninde hurafe ve batıl inanç olarak nitelenen halk kültürünün yerine bilimi ve aklı kutsayan bir pozitivizmin savunulmasına geçiliyor. Bilimsel düşüncenin ve aklın egemenliğinin, basit ve geri bir pozitivizm şeklinde tezahürü, Cumhuriyet aydınlarının sığ dünyası ile açıklanamaz. Modernleşme hamleleri içinde "modern bilim ve Batı düşüncesi" vülgerleşerek bir inanca, itikada ve ideolojiye dönüşüyor; çünkü rakip olarak karşısında bir din bulunuyor. Halkın inançlarını tepeden bakarak "hurafe" olarak nitelediğiniz zaman, bu inançların karşısına yerleştireceğiniz "bilimsel düşünce" de bir inanca dönüşecektir. Çünkü halkın inancı ile rekabet edecek olanların bilimi kavrama ve aktarma yetenekleri sınırlı. Sonuçta karşımıza, laikliği pozitivizm ile temellendirilen bir inanç hatta bir ideoloji olan laisizm (laikçilik) çıkıyor. Devletteki seçkinlerin sorunu toplumsal barışı sağlamak değil; tersine rant üzerindeki imtiyazlarını sürdürebilmek için halkın çoğunluğunu devletin uzağında tutacak sürekli bir gerginlik yaratmak. Laikçilik, böylelikle rantiyeye eldiven gibi uyan ve onların ayrıcalıklarını ve çıkarlarını koruyan bir silaha dönüşüyor.
Rant kollama
"Rant sağlama" ile "rant kollama" politik iktisadın dikkatle ayırdığı farklı ekonomik aktivitelerdir. Rant kollamanın, "kâr kollama"dan farklı olarak üretimle ilgisi yoktur. Devletin ekonomik iktidar alanına özgü ayrıcalıkları elde ederek kazanç sağlamak için tetikte beklemeye "rant kollama" denmektedir. Çıkar ve baskı grupları devlet tarafından sun'i olarak yaratılmış bir ekonomik transferi elde etmek üzere giriştikleri faaliyetler "rant kollama" olarak kabul edilmektedir. Lisanslar, kotalar, tekeller, imtiyazlar ve teşvikler "rant kollama"nın bilinen türleridir. Karakaş'ın vurguladığı gibi bu faaliyetlerin üretime herhangi bir katkısı yoktur, sadece devletten ayrıcalıklı gruplara transfer yapılmaktadır.
28 Şubat süreci ile bankacılık sektörü arasındaki sıkı ilişkiyi hatırlayanlar, laikçilik ile rant kollama faaliyetleri arasındaki bütünlüğe dair somut bir fikir sahibi olacaklardır. Mevduata yüzde yüz devlet garantisi, yani devletin sağladığı koruma, bankacılık sektörünü rant kollamanın merkezine yerleştirince hem 28 Şubat süreci hem de bankaların el değiştirmesi hızlandı. Ekonomi bu rantiyenin sağladığı transferlerin yükünü taşıyamayınca çöktü. Rant kollama ile toplam bütçe harcamaları arasında yapılan karşılaştırmalar var. Avrupa ülkelerinde % 4 civarında seyreden oran, Türkiye'de % 18'e çıkıyor. Üretimde, istihdamda, ihracatta sıfır paya sahip olan rant ekonomisi ayrıca tükettiği alternatif fırsatlar yüzünden ekonominin üzerine çok ağır bir sosyal maliyet bindiriyor. İşte laikçilik dört başı mamur biçimde bu rant ekonomisinin çıkarlarını koruyan bir ideoloji olarak karşımıza çıkıyor. Devlet iktidarı ve nüfûzu ile yaratılan ekonomik fırsatlara, kursağına giren her şeyi halktan toplanan vergilerden karşılayan bürokrasiye gözlerinizi dikin. Laikçiliğin, oradaki çıkarların savunma hattı olduğunu göreceksiniz. Karakaş'ın herkesin yüzündeki maskeyi indiren sorusunu tekrarlayarak yazıyı bitirelim: "Serbest piyasa ekonomisini savunanlar arasında neden hiç laikçiler yer almıyor?"