“İçimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmak isteyen hainler”
Taha AKYOL 01 Ocak 1970
Başlıktaki bu ifade, biliyorsunuz, bana ait değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hakkında Abdülkadir Selvi’ye söylediği sözler…
Mescid-i Aksa’da İsrail faşizminin katliam yaptığı bir sırada, yeni kurulmuş iki parti liderini bu sözlerle suçladı.
Anayasal olarak kurulmuş partilerden biri “kutsal”, diğerleri “kutsal karşıtı” ise o ülkede huzur olabilir mi, demokrasi sağlıklı işleyebilir mi?
‘KUTSAL’ SİYASETİ
Şu sözü de hatırlıyorsunuz değil mi:
“Esenyurt belediye seçimlerini kaybedersek Kudüs’ü kaybederiz, hiçbir yeri kaybetmeyiz, İslam’ı kaybederiz, Mekke’yi kaybederiz…” (2 Nisan 2x018)
Bir ilçe belediye başkanlığı seçimi bile nasıl bir güç hırsı ve nasıl bir din istismarı yaratabiliyor, görüyorsunuz.
Bu partiye oy vermenin ahiretimizi kurtaracağı gibi sözler çok uzun bir liste oluşturur…
Nihat Ergün’ün “Adım Adım Siyaset” kitabını okuyun lütfen, parti liderine itaat sağlamak için “İslam’da emîrlik (başkanlık) ömür boyudur” diye laflar uydurulduğunu anlatır…
Hele siyasi karşıtlarını dinen suçlamak, hain ilan etmek!
Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsü parti içinde Erbakan’a isyan etmemişler miydi? “Bizans’ın çocukları” diye suçlanmamışlar mıydı?!
Bu nasıl bir siyaset anlayışı?
ESKİ HASTALIK
1946-1950 arasında iktidardaki CHP’liler muhalefetteki DP’nin Rus parasıyla kurulduğunu söylediler! Hatta Mareşal Çakmak’ın komünistlere alet olduğunu ileri sürmek için Çankaya’da İnönü’nün başkanlığında toplantılar yapıldı, İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer Meclis’te bu yönde konuşma yaptı!
DP iktidara gelince de Bayar ve Menderes İnönü’yü komünistlerle işbirliği yapmakla suçladılar, “Vatan Cephesi” kurdular.
Benim “Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca” adlı kitabında bunlar anlatılır.
Rakibini siyasi kavramlarla eleştirmek yerine, dinen yaftalamak veya hain diye suçlamak eski hastalığımızdır.
Meşrutiyet döneminin kavgalarına da bakın, öyledir.
Demokrasi kültürünün zayıf olduğu bütün toplumlarda karşı tarafı hain ilan etmek kolaydır ve yaygındır.
DAVUTOĞLU NEDEN?
Davutoğlu en başta yolsuzluklarla mücadele olmak üzere ciddi konularda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ihtilafa düştü. Başbakanlığının daha ilk günlerinde “restorasyon” yani bozulanları düzeltelim diye tutturmuştu.
İhtilaf konularını uzun boylu anlatmaya gerek yok. Davutoğlu’nun 64. Hükümet Programında “Yolsuzluklarla mücadele” ve “ihalelerin şeffaflaştırılması” bölümlerini okuyun… Davutoğlu tasfiye edildikten sonra bu bölümler AK Parti’nin hiçbir belgesinde yer almadı!
Sistem konusunda ise çok net “kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, denetim ve denge” ilkelerini savundu. CB sisteminin zararları konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rapor verdiğini kendisi açıkladı.
Bu gibi nedenlerle yolları ayrıldı.
BABACAN NEDEN?
Başbakan Erdoğan dönemin Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı faizi indirmiyor diye ülkeye ihanetle suçlarken, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek Merkez Bankası’nın bağımsızlığını savundu.
Babacan, imar rantlarının vergilendirilmesiyle sanayiin desteklenmesini savunurken Erdoğan, istihdam yaratıyor gerekçesiyle inşaat sektörünün desteklenmesini sürdürdü.
Bakın rakamlara, ekonomideki bozulma Babacan ve ardından Şimşek’in uzaklaştırılmasıyla başladı.
Babacan, hukuktaki bozulmaların ekonomiyi vuracağı uyarısında da bulunarak
“tek çaremiz hukukun üstünlüğünün Türkiye’de en iyi şekilde uygulanıyor olmasıdır” diye konuşmalar yaptı. (22 Nisan 2014)
Bu gibi nedenlerle yolları ayrıldı.
ÜLKENİN HALİ
Davutoğlu da Babacan da sadık ve itaatkar olsaydılar makamlarını sürdürür, yeni sistemde de ‘mesned-i izzette serefraz’ olurlardı. Bu yolu değil itiraz yolunu seçtiler.
Bugün ülkenin içinde bulunduğu ağır sıkıntılar gözler önünde. Keşke o itirazlar zamanında dikkate alınmış, itiraz edenler tasfiye edilmemiş olsaydı, değil mi?
Şimdi, Mescid-i Aksa, ümmet, ihanet gibi kavramlarla sorunların üstü örtüldüğünde… Yahut illet zillet, Pontus gibi karamalarla karşılandığında… Siyaset çıkmaz sokakta kavgaya dönüşüyor.
O yüzden sorunlar çözülmeden ağırlaşarak devam ediyor.
Babacan ve Davutoğlu daha erken bayrak açabilmeliydiler diye eleştirilebilir. Ülkenin son 6-7 yılda içine düştüğü durum karşısında itaat ve ikbali değil, bu gidişe muhalefeti seçmeleri ise takdir edilecek bir tavırdır.