Laik-anti laik çatışmasının iktisadî temelleri
Prof. Dr. Eser KARAKAŞ 17 Nisan 2007
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan günümüze laiklik ekseni üzerinden çatışmaların çok yoğun yaşandığı bir ülke. Bu gazetenin küçük yorum yazısında ne bu çatışmaların kısa da olsa bir tarihçesini ne de geleneksel yorumlarını aktarmak niyetinde değilim.
Türkiye gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi konumunda bir ülkede 1920'li, 30'lu yıllarda yaşanan radikal hukuk dönüşümleri (isterseniz üstyapı da diyebilirsiniz) sonrası anti-laik olarak tanımlanabilecek bir tepkinin oluşmasını doğal karşılamak da gerekebilir; ama meseleyi bu kadar basite indirgemek, sonuçları günümüze kadar uzanan hatta artarak süren bu çatışmanın kökenlerini sadece ilerici-gerici ekseninde ele almak çok anlamlı gibi durmuyor. Her geçen gün sertleşen, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeni ile daha da tırmanan, askerî darbe söylentilerinin etrafında dolaştığı bir çatışma ekseninin mutlaka başka nedenleri de olmalı.
Rant ekonomisi ile laiklik ilişkisi
Bu muhtemel farklı nedenlerden biri de hiç kuşkusuz ekonomik nedenler; ama tüm çatışma eksenini sadece ekonomiye de indirgememek gerek; ama ekonomik boyutu görmeden olan biteni açıklamak pek mümkün görünmüyor. Cumhuriyet dönemi iktisat tarihinin iyi incelenmesi bu sürece önemli sayılabilecek açılımlar getirebilir. Osmanlı'dan bürokratik bir tarım imparatorluğu miras alınıyor ve bu yapı Cumhuriyet ile birlikte pek dönüşmüyor, 20'li yılların radikal hukuk dönüşümlerine soğuk kitlelerine aşarın kaldırılması rüşveti ile birlikte dönüşümü de zaten olanaksızlaşıyor. Üretim konusunda sorunlar yaşayan Cumhuriyet, kendi çekirdek kadrosunun sermaye birikimi amaçlı rant ekonomisini, kamu bankalarını, teşvik sistemlerini, korumacılığı vs. devreye sokuyor; ama tarihte rantlarla sanayileşen, zenginleşen başka ülke örneği olmadığı gibi, bizim model de pek başarılı olamıyor. Ama bu başarısızlık, beraberinde laiklik konusuna gerçekten inanmış ve rant ekonomisi ile de zenginleşen dar bir kadronun oluşumunu da yaratmamış değil; Cumhuriyet'in ilk günlerinden beri cumhuriyetçi laiklik anlayışı ile dışa kapalı, ulus model eksenli rant ekonomisinin beraber hareket ettiğini görmek, süreci anlamak için kanımca anahtar. İkinci bir anahtar ise çekirdek laikliğe gönülden inanmış kadro dışında kalan ve 20'li, 30'lu yılların radikal hukuk dönüşümlerine mesafeli geniş kesimlerin rant ekonomisinden çekirdek kadro kadar pay alamadığı ve bu sıkıntının 1950'den günümüze her seçimde kendini gösterdiği. Ekonomi ve nüfus büyüdükçe çekirdek laikçi kadro ve olanakları sınırlanan rant ekonomisi, bu ikili çerçeve içinde kendini tanımlayan kesimin daha da bilenmesine, keskinleşmesine ve dönem dönem de (mesela 27 Mayıs) darbecileşmesine neden olmuş. Rant ekonomisinin zaten tanım gereği cılız olanaklarından yeterli pay alamayan (hiç almayan demiyorum) geniş kesimler de tepkisel olarak laikçi çekirdek kadronun başta yaşam biçimi ile kavgalı hale gelmişler ve kendilerini yavaş yavaş laiklik ekseni dışında tanımlamaya başlamışlar. Tüm bu çerçeve geçmişle ilgili; ama günümüzde de bu ayrışma, önemli bir biçimsel değişim ile de olsa devam ediyor. En az değişen kesim galiba çekirdek rantçı yani kapalı ekonomi yanlısı ve 20'lerin, 30'ların din-devlet anlayışına iman etmiş kesim. Ama öbür kesimde çok önemli bir değişim yaşanıyor; Ankara'nın rant ekonomisinin olanaklarının geleneksel olarak dışında kalmış bu kesim büyümek, palazlanmak için mecburen dış piyasalara yani ihracata yönelmiş; zira başka bir sermaye birikim modeli kendilerine pek tanınmamış. Gelenekselci diye tanımlayabileceğimiz bu kesim Ankara'nın yarattığı rant, teşvik, kredi olanaklarından uzaklaştırıldığı ölçüde kendi ayakları üzerinde durabilmek için dış piyasalara ve özellikle bizim dış ticaret yapımızın gereği olarak AB'ye ihracata yönelmiş bulunuyor. AB'ye ihracat yapmanın yani AB'lilere mal ve hizmet kullandırmanın ise belirli kuralları var ve bu gelenekçi kesim sermaye birikimi için, Ankara'ya rağmen ayakta kalabilmek adına bu standartları önce üretim koşullarında içselleştirmek zorunda kalıyor. Bu söylediğim belki biraz eski sol söylemi çağrıştıracak; ama üretimde bu AB koşullarını, standartlarını benimsemek, uygulamak bir ölçüde yaşama bakışı da, hukuka bakışı da, siyasete bakışı da belirliyor galiba. AB sürecinin ilk senelerinde, daha henüz üye ülkeler ulus-devleti radikal olarak aşma çabasına girmeden bizim çekirdek ulus-devletçi, laikçi kesimin AB (AET) ile bir problemi yoktu, mevcut Ankara sistemi ile AET hedefleri çok çelişmiyordu, hatta geniş kesimlere karşı merkez, AET'yi laikliğin tehlikeye girmesine karşı bir güvence olarak bile görüyordu. Oysa bugün gelinen aşamada AB artık eski AET değil ve hedefleri ile Ankara'nın geleneksel çekirdek çizgisi ciddi biçimde ayrıştı ve bu nedenden de bugün kendini bu çekirdek çevreye yakın hissedenler mesela CHP, TSK ve diğer ulusalcı çevreler ciddi bir anti AB çizgisine geldiler. Geçmişte AET'yi Hıristiyan kulübü olarak algılamış gelenekçi çevreler ise yaşama tutunmak için ihracata yönelmelerinin bir sonucu olarak AB projesini daha içten sahiplenmeye başladılar. Bugün CHP'nin anti AB'ci bir çizgiye gelmesini, AKP'nin ise AB'ye yakınlaşmasını sadece CHP'nin Atatürkçü refleksleri ile, AKP'nin tavrını da TSK'ya karşı bir güvence arayışı olarak yorumlamanın çok ciddi olmadığı kanısındayım. Katı laikçileri bekleyen sorun... AB süreci ve daha da genel ve önemli olmak üzere küreselleşme süreci kendi mevcudiyetini rant ekonomisine, kapalı ekonomiye bağlamış kesimleri tehdit ediyor ve onlar da zümresel açıdan son derece tutarlı davranıyorlar ve bu süreçlere karşı çıkıyorlar. Gelenekselci kesimler de kendi mevcudiyetlerinin icabı olarak dış piyasalara yönelmek zorunda kaldılar zira Ankara, ya kapılarını kendilerine kapalı tuttu ya da dönem dönem açılan bu kapıların sürekliliğine Anadolu sermayesi pek itimat edemedi. Ankara'nın çekirdek laikçi ve kapalı ekonomi yanlısı kadrolarının bu malum tutumu bugün kendi karşıtını üretti ve Mart 2007 ayında 9 milyar ihracat yapabilen bir kesim ortaya çıktı ve bu kesim kendi sürekliliğini ihracatta yani dış piyasalarda görüyor, bu nedenden hem Gümrük Birliği'ni hem AB'yi Ankara çekirdek kadrosundan daha çok destekliyor. Türkiye'de çok önemli bir ekonomi itmeli sosyolojik dönüşüm yaşandı ve yaşanıyor. Çekirdek laikçi, kapalı ekonomici kadro bu tutumunda ısrar ettikçe, ülkemizde laik-anti laik çatışması kanımca küreselleşme ekseni üzerinde yürüyecek; ama bu süreç gelenekselci kesimi hem güçlendirecek hem de seküler değerlere biraz daha yakınlaştıracak. Çekirdek Ankara, kazanılması bu çağda olanaksız bir kavgayı bakalım daha ne kadar sürdürecek? Türkiye'de laik, anti-laik çatışmasını Ankara'nın rant ekonomisi yanlıları ile dışa açık piyasa ekonomisi yanlıları (biraz da mecburiyetten) arasındaki kavga olarak da görmek lazım. Geleneksel laikçi çizgi maalesef bugün rant ekonomisi yanlılarının ideolojisi haline gelmiş durumda. Bugünün Türkiye'sinde dışa açık piyasa ekonomisini savunan bir tek katı laikçinin görülmemesi bir tesadüf olabilir mi sizce?