« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Haz

2021

Abdürrahim Karakoç

Macit Balık 01 Ocak 1970

Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi Celâ (eski adıyla Ekinözü) köyünde doğdu. Dedesi, Karakoçoğulları sülalesine mensup Balcı Fakı adıyla tanınan ve aynı zamanda da şair olan Mehmet Efendi’dir. Annesi ev hanımı Fatma Hanım, babası ise İstiklal ve Maraş savaşlarına katılmış çiftçi Gazi Ümmet Karakoç’tur. Ailenin beş erkek çocuğundan ikincisi olarak dünyaya gelen Abdurrahim Karakoç’un ağabeyi şair Bahaeddin Karakoç, kardeşi ise Milli Eğitim Bakanlığı müfettişliğinden emekli olmuş şair ve yazar Ertuğrul Karakoç’tur. İlkokulu köyündeki Celâ İlkokulu’nda tamamlamış (1944), fakat öğrenimini sürdürmemiş ve bir süre marangozluk yapmıştır. Şair, askerlik döneminde yakalandığı paratifo hastalığından dolayı moral bakımından olumsuz etkilenmiş, bu ruh haliyle de o zamana kadar yazdığı ve iki cilt olabilecek miktardaki tüm şiirlerini aynı zamanda “hamlık döneminin ürünleri” olduğu düşüncesiyle yakmıştır. 1953’te askerliğini tamamladıktan sonra bir süre kendilerine ait bağ ve bahçe işlerinde çalışmıştır. Şair, 1958’de Celâ’da belediyenin kurulmasıyla beraber açılan sınavlara girmiş ve belediyede mesul muhasibi olarak yirmi üç yıl görev yapmıştır. 1964 yılında ev hanımı olan Pakize Akın ile evlenmiştir. Bu evliliğinden, isminin geniş kitlelere yayılmasını sağlayan şiirinin de adı olan Mihriban ve Türk İslam ile Enderhan adını verdiği oğulları dünyaya gelmiştir.

Abdurrahim Karakoç, belediyedeki görevinden 1981 yılında emekli olmuş ve sonrasında herhangi bir işle de meşgul olmamıştır. 1984 yılında çocuklarının eğitim hayatlarını sürdürebilmeleri için Ankara’ya taşınan şair, ölümüne kadar yaşayacağı Sincan’a yerleşmiştir. Abdurrahim Karakoç, 1985 senesinde gazeteciliğe başlamış, siyasi yaşamının bir parçası olarak Büyük Birlik Partisi’nni kuruluş çalışmalarına destek vermiştir. Karakoç, Ankara’nın Sincan ilçesinde kurduğu Yeni Ufuk, Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Gündüz gazetelerinde yazı hayatını sürdürmüş, 2000 yılından itibaren de ülke meselelerine dair görüşlerini mizah ve hiciv türündeki köşe yazılarıyla Akit gazetesinde yazmıştır. Şiirlerinden dolayı hakkında pek çok dava açılan şair, bunların tümünden beraat etmiştir. Yazı ve şiir çalışmalarına Ankara’nın Sincan ilçesinde devam eden Abdurrahim Karakoç ciğerlerindeki enfeksiyon sebebiyle hastaneye kaldırılmış, 7 Haziran 2012’de tedavi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybetmiştir. Keçiören’deki Bağlum Semt Kabristanı’nda Şeyh Abdülhâkim Arvasî Türbesi’nin yanında toprağa verilmiştir.

Abdurrahim Karakoç şiir zevkini Balcı Fakı diye tanınan ve halk şiirleri söyleyen dedesi Mehmet Efendi ile babası Ümmet Efendi’den almış, Türk halk şiiri geleneğine sahip bir ortamda büyümüş, küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlamıştır. Aile bireyleri arasında özellikle babasının Nef’î’den Baki’ye, Fuzûlî’den Nedim’e kadar birçok şairin eserlerinin bulunduğu zengin bir kütüphanesinin bulunması Karakoç’un şairliğini besleyen önemli bir etken olmuştur. İlk şiiri 1950’li yıllarda Elbistan’da çıkan Engizek (1955) adlı bir dergide yayımlanan ve sınıf arkadaşlarını hicvetmek üzere kaleme aldığı bir şiirdir. Daha sonra da şiirlerini Fedai, Devlet, Töre ve Bizim Ocak dergilerinde yayımlamıştır. Karakoç, şiire başlamasını ve şiirinin yaslandığı kaynakları tecrübeleri ve yaşamıyla iç içe oluşu üzerinden anlamlandırmıştır: “Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Bana gelince: Sağ olsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, ‘bilimsel’ cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkâğıtçılar vs. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum” (Karakoç 1997: 50).

Abdurrahim Karakoç, 1960-1963 yıları arasında yazdığı şiirlerden oluşan ve Fedai dergisinde yayımlanan Hasan’a Mektuplar adlı ilk eserinde mektup tarzı şiiri denemiş ve bunda başarılı olmuştur. Şairin tanınmasında Hasan’a Mektuplar adını taşıyan ve birbirinin devamı olan yirmi iki şiirinden meydana gelen eseri oldukça etkili olmuştur. Daha sonra beş şiirden oluşan “Hasan’dan Gelen Mektup”, sekiz şiirden oluşan “Haberler Bülteni”, yedi şiirden oluşan “Vatandaş Türküsü”, beş şiirden oluşan “Masal” Karakoç’un şöhretini sağlamıştır. Köyde doğup büyümesi, memuriyet hayatını burada geçirmesi Karakoç’un köyü ve köylüyü yakından tanımasına vesile olmuş, onların duygu ve düşüncelerini, köy ve köylü gerçeğini şiirlerinde yansıtmaya çalışmış, özellikle “Hasan’a Mektuplar”da elli yıl önceki Anadolu gerçeğini bütün çıplaklığıyla dile getirmiştir. Bu arada Anadolu insanının hastane ve mahkeme kapılarında karşılaştığı zorlukları, çektiği sıkıntıları, siyasetçilerin vaatlerini yerine getirmeyip vatandaşları aldatmasını yergi ve öfke duygularıyla dile getirmiştir. Dönemin zihniyetini ortaya koymaya, toplumun fotoğrafını çekmeye çalışan Karakoç’un bu eserinde 1960 sonrası Türkiye’sinin kültürel, sosyal, sanatsal, ekonomik ve siyasi alanlarda yaşadığı değişimin karikatürize edilmiş hikâyelerini görmek mümkündür. Ahmet Kabaklı, Hasan’a Mektuplar’ın odağında yer alan Hasan’ın toplumun sembolü olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Abdurrahim Karakoç, bu tarz şiirlerini şiir diye değil, manzum şikâyetnâme, tuzlu-biberli istida gibi yazmıştır. Ancak unutulmasın ki eski, yeni ozanların, âşıkların da töresi dert açmada, yakınmada, zulme adaletsizliğe karşı çıkmakta, halkın gönül dili olmaktır. İşte Karakoç, bu görevi yozlaştırmadan, yönlendirmeden, sömürmeden ve taraf tutmadan yapmaktadır” (Kabaklı 1991: 737). 1975’te basılan ve önceki şiirlerinin büyük bir kısmını da içeren Vur Emri şairin sanat anlayışının bir aynası olarak değerlendirilmiştir (Filiz 2010: 16). Kan Yazısı’nda (1978) ağırlıklı olarak Türk-İslâm ülküsü, toplumdaki bozukluklar, siyasi istismarlar, Türk coğrafyasının içinde bulunduğu esaret hali ve şairin dinî hassasiyetini öne çıkaran şiirlerinden sonra Karakoç’un yergi şairi olarak tanınırlığı artmıştır.

Şair, Suları Islatamadım’da (1983) yer alan şiirlerinde geçmişe özlem, gelecek kaygıları, bozulan toplum, siyaset, Batı dünyası ve dinî-hamasî konulara yer vermiştir. Onun ilk kez hicivden uzaklaştığını gösteren eseri olan Dosta Doğru (1984) ise daha çok aşk ve Anadolu’ya dair şiirlerden oluşur. Eserin başında şiir hakkındaki görüşlerini de dile getiren Karakoç lirizmi, söyleyişteki samimiyetle birleştirmiştir. 1987’de yayımladığı Beşinci Mevsim’de önceki eserlerinden farklı olarak nazım ve nesri bir araya getiren Karakoç, nesir kısmında bazı şiirlerin yorumuna da yer vermiştir. Şair dört yıl aradan sonra yayımladığı Gökçekimi (1991) adlı kitabında daha çok felsefe, sevgi, tabiat, toplum ve kendisiyle hesaplaşmaya yoğunlaşmıştır. Akıl Karaya Vurdu (2000) eserinde ise sosyal meselelerden aşka, ülkü şiirlerinden tabiata kadar çeşitli konular işlemiştir. Bu şiirlerinde dikkat çeken özelliklerden biri de önceki eserinde dikkat çeken geçmişe dalma ve kendisiyle hesaplaşma konularında yoğunlaşmasıdır. Şairin bir seri şeklinde yayımladığı Gerdanlık I, Gerdanlık II ve Gerdanlık III başlıklı eserlerinde muhtelif konular bir araya getirilmiştir. Yasaklı Rüyalar’da (2005) düzyazı şiire de yer veren şair, şiir hakkındaki düşüncelerini içeren altı düzyazı kaleme almıştır. Şair, bu kitapta yer alan şiirlerinin aşk, öfke, ironi karışımı olduğunu ve yaşanan 90’lı yılların bir yorumunu ortaya koymak istediğini söylemiştir (Karakoç 2005: 1).

Abdurrahim Karakoç’un şiirinde lirizm ön plândadır. Bu Karacaoğlan’dan gelen bir geleneğin etkisidir. Bu lirizm, onun -bir bölümü bestelenmiş- aşk, gurbet, yabancılaşma, tutunamama, yoksulluk, adalet, din-inanç, ayrılık, vatan konulu şiirlerinde daha belirgindir. İnsanı yaşadığı toplum, tarih ve tabiatla birlikte düşünen şair bu ilişkilerden doğan ve birçoğunun insan elinin eseri olan paradokslar üzerinde düşünür. Tanrının kurduğu ve mükemmel işleyen bir düzenin insan tarafından nasıl tahrip edildiğini şiirlerine taşır. “Abdurrahim Karakoç’un şiirinin niteliklerinden biri de samimiyetidir. Sanat yapmak için özel bir gayret sarf etmez. Her şiiri doğaçlama söylenmiş gibidir. İmgeleri âşık tarzının bir tekrarı değil, “Lambada titreyen alev üşüyor” dizesinde olduğu gibi aksine modern şiirin arzu ettiği özgünlükte renkli ve çağrışım dünyası zengindir. Bu yönüyle halk şiirini dönüştürmüş, onu yüzeysel anlamın yansıtıldığı bir şiir olmaktan kurtarıp derin düşüncelerin işlendiği bir tür haline getirmiştir” (Kolcu 2008: 270).

Karakoç’un şiirlerinin önemli özelliklerinden biri olan samimiyet onu kolay anlaşılır hale getirmiştir. Şiirleri yazarken de herhangi bir kesime hitap etmemiş, toplumun genel-geçer sorunları üzerine eğilmiştir. Karakoç’la yapılan bir söyleşide, kendisine yöneltilen “Şiir için üst dildir deniyor. Peki sizce şiirde alt kültürle üst kültür birleşebiliyor mu?” sorusu üzerine şu cevabı vermiştir: “Vallahi şimdi belirli bir kitleye hitap etmek gerek bence… Alt kültür- üst kültür filan değil, herkese birden. Yani şu tarlaya yağmur yağsın da şu tarlaya yağmasın demek olmuyor. Ben mesela yazıyorum, yazdıklarımı bir profesör de anlıyor, severek okuyor. Bir çoban da severek okuyor. Budur işte şiir. Bazıları yazıyor profesörler anlasın, sırf edebiyatçılar anlasın diyor. Ben bunu uygun bulmuyorum. Herkes anlamalı.”(Akgül 2007)

Şiirin gelenekle ilişkili olması gerektiğini söyleyen Karakoç, geleneğe bağlılığın yanında şiirin evrensel bir nitelik de taşıması gerektiğini savunmuştur. Evrensellik hususunda şairin görüşü şu şekilde özetlenebilir: “Evrensel olabilmesi için güçlü olması lazım, imkânlar olması lazım. Millî olmadan da hiçbir şey evrensel olmaz. Şairin gücüne, zarafetine, kullandığı imajlara bağlıdır, neye bağlı olacak ki. Bir de içten yazılmasına, samimiyetine. Yürekten yazılan bir şey kalıcı olur” (Karakoç 1997: 47).

Abdurrahim Karakoç, şiirin kendi kültürüne yönelmesi, kendi kural ve ölçüleriyle yazılması gerektiğini vurgulamıştır. “Bizim şiirimiz ilk önce millî olmalıdır. Şaire göre şiirin görevleri; millîliktir, saflıktır, hakka bağlılıktır, halka saygılı olmaktır. Ağaç kökünden uzakta büyümez” (Karakoç 1997: 47). Abdurrahim Karakoç’un şiirlerine de yansıyan millîlik temel düşüncesinin tam karşılığı, Türk-İslâm ülküsüdür. Halka yararı olmayan, kendi özünden uzaklaşmış düşüncelere sahip aydınları bu ideal doğrultusunda hicvetmekten geri durmamıştır. Aynı zamanda realist bir şair olan Karakoç Türk-İslâm âleminin geri kalmışlığının ve esaretinin de farkında olduğunu şiirlerinde dile getirmiştir.

Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde bazı dönemlerde dozu artan bir şekilde insan eleştirisi ağırlık kazanmıştır. Karakoç, millî ve dinî konuları işleyen, şahsi ve sosyal problemlerin temelinde insanların sahip oldukları yanlış zihniyetler konusunda vicdanlarının sesine kulak asmamalarının, ahlaki ve dinî kıstasları görmezden gelmelerinin ya da reddetmelerinin yattığını düşünmüş, bu düşüncesini de şiirin ana malzemesi haline getirmiştir. Şair, şahsi problemlerini önceleyen insanların söz tavır ve davranışlarının kendisine ve topluma zarar verdiğini, toplumda görülen aksaklıkların kaynağında şahsın kendi menfaati ve doğruları dışında başka bir şey düşünmesinin yattığını şiirlerinde tez olarak ele almış ve bu tür insanları tanıtarak okurlarını vicdan muhasebesi yapmaya davet etmiştir. Şiiri davasının ifade vasıtası haline getiren Karakoç’un ana gayelerinden biri insanları bilinçlendirmek, onları bencillik, rüşvet yemek, halkın değerlerini küçümsemek ve kendilerini toplumundan ayrı bir yerde konumlandırmak, makama ve şöhrete karşı aşırı sevgi beslemek gibi kötü özelliklerinden kurtarmaktır.

Şiirlerinde hiciv ve eleştiriyi sade ve anlaşılır bir dille yapan Karakoç, hece ölçüsünden hemen hemen hiç vazgeçmemiştir. Hecedeki ustalığı onun günümüz âşık tarzı şiirin önde gelen temsilcileri arasında anılmasını sağlamıştır. Yalın bir söyleyişle çağdaş İslâmî duyarlılığı bir araya getirmiş, halk şiiri formunda dava ve düşüncelerini derinlemesine işleyerek kendisinden sonraki halk şairlerine öncülük etmiştir. Karakoç’un seyrek de olsa, kısmen serbest sayılacak tarzda şiir denemeleri ve halk şiiri tarzında olmayan ama heceyle yazılmış şiirleri de vardır. Ancak sanat yaşamının hemen her döneminde halk şiiri tarzını korumaya çalışmıştır. Bu şiirlerde daima gür konuşan bir şiir kişisinin varlığı hissedildiği gibi, ahengi gözeten ve kafiyeye önem veren bir şair olagelmiştir. Karakoç'un şiirini aşk, gurbet ve tabiat şiirleri; dinî-hamasî şiirler ve içtimaî yergiler olarak üç gruba toplayan Tural'a göre şair, hemen hemen bütün şiirlerinde ahengi aliterasyon ve asonanslarla sağlamış, vuzuhu esas almış ancak, "heyecanı tebliğ maksadıyla kullanılmış edebi sanatlar" arasında ağırlıklı olarak mecaza da yer vermiştir (2006: 139). Memleketi Kahramanmaraş çevresinden alınmış kelime ve deyimler, kimi zaman şive taklitleri onun şiirlerine bir yandan âşık çeşnisi ve anlatım zenginliği sağlarken öbür yandan kolay içselleştirilen ve geniş halk kitlelerince sevilen bir şiir yapısı ortaya çıkarmıştır. Ahmet Kabaklı tarafından “Halk şiirine derin düşünce ve davayı genişlemesine, derinlemesine sokan” (Kabaklı 2002: 844-845) bir şair olarak değerlendirilen Karakoç, Anadolu halkının devletinden, hükümetinden, gazetecisinden, doktorundan, hâkiminden ezelî şikâyetlerini dile getirmiştir. “Mihriban” ve “Bulduktan Sonra Arama” başta olmak üzere yüzden fazla şiiri şarkı ve türkü formunda bestelenmiştir.

Abdurrahim Karakoç, şiir dışında deneme de yazmış, bunları da Düşünce Yazıları (1990) ve Çobandan Mektuplar (1996) adlı kitaplarında bir araya getirmiştir. Düşünce Yazıları’nda 1986’dan 1989 yılı sonlarına kadar Yeni Düşünce adlı gazetede yer alan köşe yazıları yer almaktadır. Çobandan Mektuplar ise sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan ve aynı zamanda Karakoç’un kente ve insana dair yazılarını içeren eseridir. Kitapta çobanla arasında gerçekleşen ve hayali olup olmadığı belli olmayan mektuplar ve kendisiyle yapılmış söyleşiler yer almaktadır. Şairin bazı şiirleri 1996 yılında Mehriban/Goşgular adıyla Aşkabat'ta Türkmen lehçesiyle basılmıştır.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 127,47 M - Bugn : 106725

ulkucudunya@ulkucudunya.com