Brüksel’deki görüşmeden ne beklemeli?
Barış Doster 01 Ocak 1970
Dünyanın ve Türkiye’nin gündeminde, önümüzdeki hafta yapılacak önemli zirveler var. 14 Haziran’da NATO zirvesi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında yapılacak görüşme, 15 Haziran’da Avrupa Birliği (AB) ve ABD arasındaki zirve, 16 Haziran’da Biden ve Rusya lideri Putin arasındaki görüşme...
Türkiye ve ABD’nin görüşme masasında hangi konuların olduğu biliniyor. Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sisteminin aktif hale getirilmemesini istiyor ABD. Türkiye; ABD’nin 11 Eylül 2021’de Afganistan’dan çekilmesinin ardından, Kâbil’deki havaalanının yönetimini ve güvenliğini üstlenmek istiyor, ABD’den alacağı belli destekler karşılığında. ABD; Türkiye’den Ukrayna konusunda şimdikinden daha aktif bir destek bekliyor, Ankara’nın Moskova’yla ilişkileri bozması pahasına. Suriye’de ise ABD; Türkiye’yi daha çok yanına çekmeyi, Türkiye ve Rusya’nın mevcut işbirliğini baltalamayı hedefliyor. ABD’nin, PKK - PYD - YPG ve FETÖ terör örgütlerine verdiği destek ve 24 Nisan’da sözde soykırım iddiasını tanıması da masada bulunuyor.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Bu görüşmede ne sorunların çözülmesi, beyaz bir sayfa açılması mümkün ne de ilişkilerin daha da gerilmesi. ABD; Türkiye’nin önüne, Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliği aleyhine talepler koyuyor. Türkiye’nin ekonomisi, siyaseti, bürokrasisi, iş dünyası üzerindeki nüfuzunu ve Türkiye’nin NATO üyesi oluşunu, Türkiye’yle ilişkilerinde kullanıyor.
TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİNİN DOĞASI
Şunu unutmamak gerekir. Türkiye; Doğulu, Müslüman, gelişmekte olan bir ülke olarak, Batılı, Hıristiyan, gelişmiş ülkelerin kurduğu kurumlarda en fazla temsil edilen, bu kurumlarla en fazla bütünleşmiş ülkedir. NATO üyesidir. Avrupa Konseyi üyesidir. OECD üyesidir. G20 üyesidir. AB aday üyeliği sürmektedir. Bunda elbette Türkiye’nin coğrafi konumunun, tarihsel yöneliminin, diplomatik tercihlerinin, güvenlik önceliklerinin, ticari ilişkilerinin, toplumsal - kültürel yapısının, Cumhuriyet devriminin etkisi büyüktür. Türkiye’nin doğuyla da, güneyle de, Ortadoğu ve Afrika’yla da, İslam âlemi ve Türk dünyasıyla da ilişkileri vardır. Bunların daha da güçlendirilmesi gerekir. O nedenle Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinin düzelmesini tüm sorunların çözümü olarak görmek, bu amaçla her türlü ödünü vermeye hazır olmak ne kadar yanlışsa, iki ülke ilişkilerinin gergin seyretmesini dünyanın sonu olarak görmek de o kadar yanlıştır.
Dahası var. ABD emperyalist bir güçtür. Bölgesine, bölgemize, dünyaya ve ülkemize bu gözle bakar. Öncelikleri, hedefleri, çıkarları, ittifak ilişkileri, tehdit tanımları, ABD’nin bu gereksinimlerine göre oluşur. İçeride üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileri; dışarıda pazar, hammadde ihtiyaçları, bu yapıya göre şekillenir. Onun bu yapısı ve yaklaşımı, şüphesiz Türkiye’yle ilişkilerinin de zeminini, doğasını, çerçevesini belirler. Türkiye’nin de bu gerçeği bilmesi, ona göre hazırlanması ve davranması gerekir.
Türkiye’nin açmazı şudur: Ekonomisi kırılgandır, dış kaynağa bağımlıdır. İleri teknoloji içeren üretim düşüktür. İç cephede gerilim yüksektir. Hukuk devleti ve demokrasi alanında büyük sıkıntılar vardır. Siyasette, sivil - asker bürokraside, akademide Soğuk Savaş ezberleri ve ilişkileri güçlüdür.
Sonuçta hiçbir zirveden mucize beklenmemeli, ABD’ye verilmek istenen yeni ödünlere karşı da uyanık olunmalıdır.