Hoca Dehhanî
İsmail Ünver 01 Ocak 1970
Elde bulunan tek kasidesinde Horasan’dan Anadolu’ya geldiğini ve tekrar oraya dönmek istediğini söyleyen Dehhânî’nin hayatı hakkında bilinenler kendisinin bu ifadesinden ibarettir. Hoca Dehhânî’yi ilim dünyasına tanıtan M. Fuad Köprülü’nün tesbitlerine göre şair, III. Alâeddin Keykubad zamanında (1298-1302) Anadolu’ya gelerek bu hükümdara intisap etmiş, onun sarayında bulunmuş, eğlence ve irfan meclislerine katılmıştır. Ayrıca sultan tarafından bir Selçuklu şehnâmesi yazmakla görevlendirilmiştir. Dehhânî’nin sonraları izine rastlanmayan bu eseri Şikârî’nin Târih’indeki rivayete göre 20.000 beyitten meydana gelmekteydi. Devriyle ilgili olarak söz konusu kasidesinde yer alan bazı telmihler, son yıllarda Hikmet İlaydın tarafından farklı bir şekilde değerlendirilerek intisap ettiği belirtilen Selçuklu hükümdarının III. Alâeddin Keykubad değil I. Alâeddin Keykubad (1220-1237) olması gerektiği ileri sürülmüştür. Aynı müellif, onun Farsça Selçuklu şehnâmesi yazdığına dair Şikârî’deki kaydın, Dehhânî’nin gerçekte böyle bir şehnâme yazmış olan şair Kaniî-yi Tûsî ile karıştırılmasından ortaya çıkmış bir yanılma olabileceğine dikkat çeker (TDl., sy. 277 [1974], s. 769-774). Ömer Faruk Akün ise iki müellifin de Dehhânî’nin yaşadığı yıllarla ilgili faraziyelerinin yanlış yorumlardan kaynaklandığını öne sürmüş ve bir manzumesindeki ipuçlarından hareket ederek onun 1361’de hayatta olduğunu söylemiştir (bk. bibl.).
XV. yüzyılda Ömer b. Mezîd’in Mecmûatü’n-nezâir’i ile XVI. yüzyılda Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiu’n-nezâir’i gibi önemli nazîre mecmualarında şiirlerinin yer alması ve Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-küberâ’sında kendisinden bir şiir örneği seçilmiş olmasının yanı sıra Hatiboğlu’nun, Hacı Bektâş-ı Velî’nin makalelerini tercüme ettiği Ba?rü’l-?a?a?i? adlı eserinde adının bazı ünlü Türk şairleriyle birlikte anılması, Dehhânî’nin şöhret ve etkisinin sonraki yüzyıllarda da sürmüş olduğunu göstermektedir.
Köprülü, Dehhânî’yi Anadolu’da “lâdinî klasik şiirin başlangıcı” olarak gösterir. Döneminde hemen bütün şairlerin dinî-tasavvufî konulara yönelmesine karşılık Dehhânî’nin şiiri bahar, gül, içki meclisleri gibi dünya zevklerini; hasret, arzu, heves, içli şikâyetler halinde dünyevî aşkın çeşitli tezahürlerini, hayatın geçiciliğini, bu yüzden içinde bulunulan zamanı hakkıyla yaşamak gerektiğini yer yer şuh bir eda ile aksettirir.
Az sayıdaki şiirlerinde daha sonraki yüzyıllarda karmaşık mazmunlar haline gelecek olan teşbih ve istiarelerin yalın ve ilkel bir tarzda zengin örnekleri görülür. Bu bakımdan Dehhânî’nin manzumeleri klasik Osmanlı şiirinde İran tesirinin görüldüğü ilk örnekler sayılmıştır. Dehhânî’nin şiirlerinin ifade ve teknik bakımından aynı devirdeki diğer Anadolu Türk şairlerine nisbetle daha başarılı olduğu kabul edilmektedir. Onun divan tarzının temel özelliklerini yansıtan şiirlerindeki nazım tekniğiyle dil ve muhteva, Anadolu’da bu şiirin kendisinden önce başka mümessillerinin yetişmiş olabileceğine de işaret sayılmaktadır.
Dehhânî’nin bugüne kadar ele geçen şiirleri bir kaside ve altı gazelden ibaret olup toplam yetmiş dört beyittir. İki gazeliyle kasidesinin bazı parçaları ilk defa Köprülü tarafından yayımlanmış, bunlara daha sonra Ömer b. Mezîd’in nazîre mecmuasında bulunan dört gazel daha ilâve edilmiştir. Mecdut Mansuroğlu, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki bir nazîreler mecmuasında rastlanan üç gazeli, son beyitlerindeki “dehânı” kelimesinin “Dehhânî” mahlasının vezin gereği değiştirilmiş şekli olabileceği düşüncesiyle Dehhânî’nin şiirleri arasına katmıştır (TM, VII-VIII [1942], s. 101-104). Bunun isabetsizliği Köprülü tarafından ortaya konmuşsa da (TTK Belleten, VII/27 [1943], s. 396) Mansuroğlu bu üç gazeli Dehhânî’nin diğer şiirleriyle birlikte ayrıca neşretmiştir. Daha sonra bu gazellerden birinin XV. yüzyıl şairi Resmî’ye, diğer ikisinin de Kemalpaşazâde’ye ait olduğu tesbit edilmiş ve Dehhânî’ye ait olduğu bilinen bütün şiirler bazı filolojik düzeltmeler, bir indeks-sözlük ve orijinal nüshanın fotokopisiyle birlikte yayımlanmıştır (İlaydın, TDl., sy. 277 [1974], s. 765-774; Ömer Asım Aksoy Armağanı, s. 138-139).