Unutulmayanlar: Necmettin Hacıeminoğlu
Efendi Barutçu 01 Ocak 1970
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir isimli kitabından bir cümlesini hatırlıyorum: ‘’Türk Milletinin beşeriyete ve İslam’a büyük hizmetleri olan insanlara verdiği bir rütbe vardır: Evliyalık.’’ Sade mimarili bir türbe, çok defa tahtadan, sırasına göre oymalı ve zarif, bâzan de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz yeşil çuha, bir kavuk, bir tuğ… İşte cedlerimize ebedi hayatı tecessüm ettirmeye yeten malzeme bundan ibarettir.
‘’Peygamberlere ve velilere göre daha dünyevi görülen, ancak hemen bütün hayatlarını birtakım ülkülere adayan ve büyük insan çoğunluğunun pek çok fedakârlık yaparak ulaşmaya çalıştığı dünyalıkları elinin tersiyle itmeyi başarabilen, ancak çok fazla örneği olmadığı için kalabalıklar tarafından çoğunlukla “iş bilmemekle” suçlanan “Ülkücü insanlar”da bir başka insan “kısmı”nı oluştururlar. Bu insanlar da aynen velilerin yaşadığı gibi bir hayat yaşarlar, dünya nimetlerine iltifat etmezler, dünyanın bütün servetleri ancak ve ancak düşüncelerini gerçekleştirmek için kullanılacak bir “araç”tır. Bu insanlar bilirler ki isimlerinin önüne getirilen her unvan onların yükünü artırır, o yüzden resmî makamların verdiği unvanlardan çok ailelerinin kendilerine verdiği isimleri severler. Bir dünyalık teklif edildiğinde önce başkalarının daha layık olduğunu düşünür ve kabul etmemenin yollarını ararlar. Makamı kabul etmeye mecbur kaldıklarında da makamın gücünü kendi gücü olarak görmek yerine makamın yükünü kendi yükleri olarak görür ve “arac”ı nasıl daha verimli hale getirebileceklerinin hesabını yaparlar… Bu tip insanların dostu da düşmanı da çok olur, ancak dostları da düşmanları da bunlara güvenirler, bilirler ki bu insanlar haksızlık yapmazlar, başları sıkıştığında mutlaka yanlarında olurlar, bunlardan umulmadık işler sadır olmaz. Herkes bu tip insanların nerede ne yapacağını aşağı yukarı bilir. Çevrelerindeki çok kimse bu tip insanların özel sorunları olabileceğini düşünmez. Rahat zamanlarda çok hatırlanmayan bu tip adamlar, ancak dar zamanlarda akla gelirler ve onların bir şeyler yapması beklenir, onlardan yardım istenir, onlar da yardım etmekle ve iyilik yapmakla görevli olduklarından bekleneni yaparlar. Ve Türkler bu tip adamları “Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.” şeklinde tarif ederler. Bu tip adamlar, içinde yaşadıkları toplumlar için kutup yıldızı görevi yaparlar, aydınlatır ve yol gösterirler.’’
Bu kutup yıldızlarından biri de hayatını Türk Milliyetçiliği davasına vakfetmiş ilim adamı, dava adamı, fikir adamı örnek insan merhum Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu hocamızdır.
İnsanlığa hizmet uğruna bir ömür vermiş bir hayat sunmuş bu fedakâr, cefakâr ve hizmetkâr büyüklerimize sevgi ve hürmet beslerken, onlardan aldığımız dünyamızı da ahretimizi de huzura dönüştürecek manevî mirası, Türk İslâm ülküsü mirasını ve bu büyük mirasa sahip çıkarak ilim, irfan yuvalarında, yazılarıyla, kitaplarıyla ve örnek şahsiyetleriyle temayüz etmiş büyük dava adamlarını her vesileyle hatırlamak ve onların unutulmaz hizmetlerini gelecek nesillere aktarmak ve tanıtmak bizim için bir vefa borcudur.
Vefa; sözünü yerine getirmek, sözünü tutmak, borcu ödemek anlamlarına geldiği gibi; görülen iyiliği unutmamak ve iyilik yapana teşekkür etmekle kalmayıp minnet duymaktır. Vefa sadakatin nişanesidir. Rahmet, inayet ve şefkat vefalı olanlara gelir. Ahde vefa göstermek imanın gereğidir. “Ahde vefası olmayanın imanı ve dini olmaz”
“Necmettin Hacıeminoğlu denildiğinde, onu tanıyan hemen herkesin zihninde bu tarif edilen insan tipi canlanacaktır. Dostu da, düşmanı da çok olan, ancak dostlarının da düşmanlarının da emin olduğu, yakından tanıdıkça büyüyebilen nadir insanlardan, “güzel ahlak” sahibi bir er kişi. Peki, ama kimdir Hacıeminoğlu? Aslen Darendeli, Kahramanmaraş’ta doğmuş. 1 yaşında yetim kalmış ve Darende’ye dönmüş, ilkokulu köyde bitirmiş, her gün 14 km yürümek suretiyle köyden Darende’ye ortaokula devam etmiş, sonra Osmaniye’ye göçmüşler. Ortaokulu Osmaniye’de, liseyi Adana’da okumuş ve 1954’te İstanbul’a gitmiş. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş. Kısa süre Bitlis’te ve Osmaniye’de öğretmenlik yapmış. Çapa’dan tanıştığı Meral Hanım ile evlenmiş. 1963 yılında doktorasını tamamlamış, 1970’te doçent olmuş ve 1972 yılında Bağdat Üniversitesi Türkoloji Bölümü’ne misafir öğretim üyesi olarak gitmiş, ancak orada bölüm yok. Daha önce oraya hocalık yapmak için gidenler olmuştur, ancak T.C. Devleti’nden maaş almanın ötesinde herhangi bir iş yapmayan bu anlı şanlı hocaların aksine Hacıeminoğlu orada bölümü kurmuş ve ilk hocası olmuştur. 1983 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde hocalığa devam eden Hacıeminoğlu, iki yıl süreyle işsiz bırakılır ve 1985 yılında Trakya Üniversitesi’nde yeniden işe başlar. 1995 yılına kadar bu üniversitede çalışan Hacıeminoğlu, hastalığının ilerlemesi üzerine tekrar İstanbul Üniversitesi’ne döner ve 1996 yılında Hakk’ın “dön” buyruğuyla, “ancak rüku için eğilen baş” eğilir ve yaratıcısına döner. Bu hayat hikâyesi, herhangi bir insanın hayat hikâyesidir ve ansiklopedilerde Hacıeminoğlu’nun hayat hikayesi yaklaşık böyle olacaktır. Mütevâzi yapısıyla herhangi bir insan olan Hacıeminoğlu, yaşadığı hayat ve ortaya koyduğu mücadeleci, yılmaz, geri adım atmayı bilmez tavrıyla farklı bir insandır. Farklı bir insan olmak, elbette ki farklı yaşamakla mümkündür. Bu farklı insanı hayatından birkaç örnekle analım. İlkokul yılları, yoksul ve babasız ailenin elif cüzü almaya imkânı yoktur, ama Kur’an okumayı öğrenmek gerekli. Komşudan elif cüzü alınır ve sabaha kadar baştan sona ezberlenerek sabah iade edilir. Köyden Darende’ye her gün 7 km. gidiş, 7 km. dönüş yol yürünerek okula gidilir ve bu bir yıl böyle sürer. Bu süre zarfında öğle yemeği fırından alınan yarım sıcak somun ekmeği ile bazı günlerde içine konulabilirse 50 gr. tahin helvasıdır. Merhum mide hastalığını bu beslenme şekline bağlardı. Ağabeyi Nihat, Necmettin’deki cevheri gördüğü için ne yapıp yapıp onu okutmak istemektedir. Adana’da lise biter ve yüksek öğrenim için İstanbul’a gidilir. Kayıt için Çapa’ya giden Hacıeminoğlu valizini buraya bırakır ve lisede iken takip ettiği Türk Düşüncesi dergisinin sahibini görmeye gider. Bu dergiyi çıkaran zamanın en büyük ve meşhur yazarı Peyami Safa’dır. Peyami Safa, durup dururken büyük olunamayacağını gösterircesine, taşradan gelmiş bu liseli delikanlıyı kabul eder ve daha sonra nikâh şahitliğine kadar gidecek olan dostlukları başlar. Bu olay bize iki büyük ruhu haber verir. Birincisi, taşralı bir liseliyi hiç gocunmadan kabul eden Türkiye’nin en meşhur yazarı, diğeri de bu şöhret karşısında ezilme duygusuna kapılmayan bir karakterin ve cesaretin sahibi olan Anadolu delikanlısı. Akademik hayat, yukarıda anlatıldığı üzere devam ederken, aslında iyi bir “İsmet Paşacı” ve “inkılapçı” olan Necmettin Bey, hocalarıyla da sürekli tartışma ve çatışma halindedir. Bu tartışmaların birinde Kaplan Bey; “-Necmi, Mümtaz Bey’in Kültür Değişmeleri kitabını oku sonra konuşalım.” der ve Necmettin Bey’deki köklü değişikliğe de yol açılmış olur.
Türkiye 1960’lı yılların sonlarından itibaren yoğun ve örgütlü bir komünist saldırının hedefi durumuna gelir. Bu saldırılar, komünist olmayan herkesi hedef alır ve işgaller, boykotlar derken canlara kastedilmeye başlanır.
1970 yılında doçent olan Hacıeminoğlu’nu artık akademik çalışmalardan daha çok, saldırıları püskürtmeye çalışan ve bütün Türk dünyasını yutan komünizmin ve Rus emperyalizminin Türkiye’yi de yutma tehlikesi karşısında Türk milletini uyarma çabası içerisinde görürüz. Bu mücadele içerisinde Hacıeminoğlu, yerine göre kılıçtan daha keskin, kurşundan daha etkili bir kalemin sahibi, memleketin her tarafında konferanslar veren ve gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmayan bir er kişidir. Mücadelenin temel konularından biri dil, yani Türkçedir. İmparatorluk bakiyesi bir kültür dili olan Türkçe, doğal gelişme seyrinden saptırılıp, aynen Osmanlı aydınının ağdalı dili gibi, yapay bir dil haline getirilmek istenmektedir. Bu konunun uzmanı olan Hacıeminoğlu, elbette ki sessiz kalamazdı ve kalmadı da. Pek çok gazete ve dergide konuyla ilgili yazılar yazdı ve bunların bir kısmı Türkçenin Karanlık Günleri adıyla kitaplaştı.
Türkiye’nin ve Türk milletinin en temel meselesinin eğitim olduğunu bildiği için konuyu sohbetlerle sınırlı tutmayıp kitaplaştırdı ve Milliyetçi Eğitim Sistemi’ni yayınladı. Sosyal ve siyasi konularla ilgili yazılarının bir kısmını Türkiye’nin Çıkmazları adıyla, bir kısmını da Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar adıyla kitap halinde yayınlattı. Hoca, bilim ve fikir adamlığı yanında bir sanatkârdı da. Hikâyelerini muhtevi kitabının adı Yeni Bir Dünya’dır.
Hacıeminoğlu’nun yazılarının yalnızca başlıklarını okuyarak bile onun nasıl bir hayat yaşadığını, hayatını dolduran şeylerin neler olduğunu, hayat karşısında durduğu yeri ve sağlam, sarsılmaz duruşunu anlamak mümkündür. Türkiye’nin ve Türk milletinin her meselesi karşısında lafı-sözü dolaştırmadan kesin ve keskin bir tavır ortaya koymuş ve her konuda milli bakış geliştirmiştir.
Mücadeleli yıllarda yaptığı çalışmalar meslek hayatını etkilemiş ve 10 yıl süreyle profesörlüğü yalnızca siyasi sebeplerle engellenmiştir. Türkiye’ye huzur ve sükûn getiren(!) 12 Eylül darbesi, Hoca’ya bu huzuru ve sükûnu çok görmüş, onu işinden etmiştir. 12 Eylül’den önce Eşgüdüm Komutanları başlıklı yazısından dolayı hapse atılan Hacıeminoğlu’ya bu ceza yetersiz görülmüş olmalı ki Türk milliyetçilerinin siyasi kanadını çökerten anlı şanlı Türk (!) generalleri, milliyetçilik düşüncesinin bilim kanadına da el atmışlar ve işe de Hacıeminoğlu’dan başlamışlardır. 2 yıl işsiz bırakılan Hacıeminoğlu, merhum Doğramacı’nın çabaları sonucu Trakya Üniversitesi’nde yeniden mesleğine dönebilmiştir.”*
Hacıeminoğlu hocamı ilk defa 1970’lerin başında İstanbul Edebiyat Fakültesi’ndeki odasında ziyaret ederek tanımıştım. Bursa Eğitim Enstitüsü’ne kaydolduktan sonra Bursa Ülkü Ocakları yıllarımızda her vesileyle İstanbul’dan konferanslara davet edip fikirlerinden istifade ettiğimiz hocalarımızdan biriydi. Türkiye genelindeki on binlerce Türk milliyetçisinin olduğu gibi bizim de fikri şahsiyetimizin oluşmasında Necmettin Hacıeminoğlu hocanın çok ayrı bir yeri vardır. 1974 bahar aylarında Afşin ve Elbistan Ülkü Ocakları olarak davetimize icabet ederek Elbistan’a kadar gelmiş ve konferans vermişti.
1975 Temmuz ayında tutuklanıp Bursa Kapalı Cezaevi’ne atıldıktan sonra aynı yılın Kasım veya Aralık ayında muhterem eşi Meral Hacıeminoğlu hanımefendi ile beraber büyük başıyla bizi ziyarete gelmiş ve arkadaşım Metin Kaplan’la beraber cezaevi müdürünün odasında kendileriyle görüşme imkanımız olmuştu. Daha sonra 1977 Kasım ayında lütfedip Eskişehir Cezaevi’ne gelmişti ve Türkçenin Karanlık Günleri isimli kitabını hediye etmişti. O günden beri kutsal bir emanet gibi sakladığım kitabının girişine şunları yazmıştı:
“Efendi, bizler yolunuzu bekleye bekleye yorulduk fakat sizler yılmamışsınız. Ulu Tanrı inşallah hepimiz için beklediğimiz kapıyı açacaktır.”
18.10.1977
N.Hacıeminoğlu
Daha sonra uzun yıllar devam eden tutukluluğumuz esnasında bizlere mektuplarıyla, selamlarıyla, haberleriyle daima manevi destek olmuştur.
1985 senesinde ben Bartın Cezaevi’nden tahliye olduktan sonra İstanbul’a ilk gittiğimde ziyaretlerinde bulunmuştum.
Allah vergisi müthiş zekâ, onu hiç rahat bırakmadı. Milli meselelerde hiçbir zaman tarafsız ve çekimser olmadı, taraf oldu ve çok açık bir tavır ortaya koydu. Özel hayatında, dostları arasında, öğrencileri içinde son derece mütevâzi ve hoş görülü bir insanken, milli meseleler söz konusu olduğunda tavizsiz, son derece sert ve hatta kırıcı olmaktan geri durmayan bir er kişi.
Hastalığı ilerleyince Ankara’ya taşındılar ve Ve Hoca 26 Haziran 1996 tarihinde vefat etti. Cenazesinde dostları, öğrencileri, arkadaşları vardı ve bir de Edirne’de çalıştığı süre boyunca odasının temizliğini yapan müstahdem vardı. Çünkü namazı kılınan kişi Hacıeminoğlu idi. Üniversitenin rektörüyle müstahdemi aynı safta buluşturmak için de herhalde Hacıeminoğlu olmak gerekirdi.
Ruhun şad, durağın cennet olsun aziz Hocam…
*Bu yazımı hazırlarken kendisinden daha güzel yazamayacağım için merhum Hacıeminoğlu hocamızın da öğrencisi olan değerli Prof. Dr. Vahit Türk Bey’in aşağıdaki makalesinden -kendisinden izin alarak- büyük ölçüde istifade ettiğimi belirtmek isterim.