Erzurumlu İbrahim Hakkı
18.05.1703 - 22.06.1780 01 Ocak 1970
Ülkemizde yediden yetmişe hemen herkesin mutlaka duyduğu İbrahim Hakkı Hazretlerinin adı, eserleri arasında en tanınmışı olan Marifetname ile birlikte anılır ve hatırlanır. Gerçekten de onun bu meşhur eseri,
Türk tasavvuf ve kültür hayatı ile bilim tarihi açısından özel bir yere ve öneme sahiptir. Defalarca günümüz Türkçesine çevrilerek basılmıştır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde doğdu. Babası Derviş Osman Efendi, annesi Hasankale’nin ileri gelen ailelerinden birine mensup Şerife Hanife Hanımdır. Babası Erzurum’da uzun süren iyi bir eğitim görmüştür; ancak İbrahim Hakkı Hazretlerinin anlattığına göre babasının, ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bazı maddî ve psikolojik sıkıntıları bulunuyordu.
Derviş Osman Efendi, 1 707 yılında hacca gitmek niyetiyle yola çıktıysa da Siirt’in Tillo (Aydınlar) ilçesinde karşılaştığı İsmail Fakirullah Hazretleri ile görüştükten sonra sıkıntıları sona ermiş ve böylece orada kalmaya karar vermiştir. Bir müddet sonra oğlu İbrahim Hakkı’yı da yanına getirtmiştir. İbrahim Hakkı Hazretleri Tillo’da bulunan babasının yanına geldiğinde henüz dokuz yaşındadır. Burada hem babasıyla birlikte İsmail Faki- rullah’a intisap eder, hem de babasıyla aynı odada kalarak onun hizmetinde bulunur. İbrahim Hakkı böylece tasavvuf bilgisi ve zevkiyle tanışmış olur; ama 1 720 yılında babası vefat edince Erzurum’a döner ve eğitimine burada devam eder. Erzurum’da, başta şehrin müftüsü büyük âlim ve şair Hâzik Mehmet Efendi olmak üzere bazı kimselerden dersler alır. Burada yaklaşık dokuz yıl sürdüğü anlaşılan eğitiminden sonra tekrar Tillo’ya döner ve daha önce babasıyla paylaştığı odaya yerleşerek tasavvuf hayatını yaşamaya başlar. Babasının ve kendisinin şeyhi olan İsmail Fakirullah Hazretlerinin de hizmetinde bulunur. Tillo’ya bu ikinci gelişinin beşinci yılında şeyhi vefat edince (1 734) tekrar Erzurum’a döner ve burada babasının imamlık yaptığı camide imamlığa başlar. Bu arada evlenir ve hacca gidip gelir.
Bir müddet sonra İstanbul’a gitmiş ve orada merhum şeyhi Fakirullah’ın Sultan I. Mahmud nezdindeki saygınlığından faydalanarak padişahla görüşüp onun takdirini kazanmış; saray kütüphanesinde çalışmasına izin verilmiştir. Buradayken müderrislik payesini aldı; ders vermek şartıyla Erzurum’daki Abdurrahman Gazi
Dede Tekkesi’nin zaviyedarlığı kendisine verildi. İmamlık görevini de sürdürdü. Ancak bu arada oğlu İsmail Fehim’in tahsilini tamamlaması için Habib Efendi Camisindeki görevini oğluna bırakarak kendisi Hasankale’ye gitti ve orada İlmî çalışmalarına devam etti.
1755 yılında ilkine nazaran daha uzun bir gezi için İstanbul’a gitti. Bu ziyaretinde de İstanbul kütüphanelerinden yararlanmış olmalı ki, seyahatinden döndükten sonra meşhur Maarifetname’sini tamamladı. Bu tarihten sonra hem öğrenci yetiştirmeye devam etti hem de eserlerini yazmayı sürdürdü.
1763’te Tillo’ya üçüncü gidişinde İsmail Fakirullah’ın oğulları tarafından babalarının halifesi olarak tanındı ve muhtemelen Tillo’ya yerleşmesini sağlamak maksadıyla onu kız kardeşleriyle evlendirdiler. 1 764’te ikinci defa hacca gitti, dönüşünde yine Tillo’ya geldi, kitaplarını yazmaya ve öğrenci yetiştirmeye devam etti. 1768’de yaptığı üçüncü hac seyahatinden sonra Erzurum’a döndü. Bir müddet sonra Tillo’ya gitti ve oraya yerleşti. 22 Haziran 1 780 tarihinde Tillo’da vefat etti.
Görüldüğü gibi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri hayatının bütün aşamalarında hareket hâlinde bir ilim insanı idi. Henüz dokuz yaşında bir çocukken başlayan seyahatinin bile hayatının sonraki aşamaları için bir anlamı vardı. Aslında seyahat etmek, o dönemlerde bilim insanlarının, gelişmelerden haberdar olmak, kaldıkları yerde bazen dersler vermek, bazen de dersler almak, bilgi alış verişinde bulunmak ve ilişkilerini geliştirmek gibi çeşitli amaçlarla sık sık başvurdukları bir şeydi. Bilhassa uzun süren hac yolculuğunun gidiş ve dönüş aşamalarında bu amaçlarından bir veya bir kaçını gerçekleştirmek imkânını bulabilirlerdi. Böylece bazen yeni talebeleri bazen de yeni hocaları olurdu. Kısacası hac yolculuğu dahil olmak üzere, her yolculuk onların bilimsel kariyerlerinde yeni bir aşama anlamına geliyordu.
İbrahim Hakkı Hazretleri vefatından önce yazdığı vasiyetnâmesinde şeyhinin kubbesi altında defnedilmemesini, oraya şeyhin evlatlarının defnedilmesinin gerektiğini belirtmesine rağmen ismâil Fakirullah’ın oğlu Mustafa Fâ- nî’nin isteği üzerine şeyhinin türbesine defnedildi. 40 metrekare büyüklükteki türbenin plânı İbrahim Hakkı’ya ait olduğu gibi, yaptıran da kendisidir.
Türbe bir büyük ve iki küçük kubbenin örttüğü iki oda ve bir hol ile bir kuleden ibarettir. Türbenin asıl özelliği şudur. Tillo’nun yaklaşık 3 km. doğusundaki bir tepe üzerine yapılmış olan duvardaki yaklaşık 40x50 cm. ebadındaki pencereden her yıl gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü yeni doğan güneşin ilk ışınları, türbenin tümü kale duvarının etkisiyle gölgede kalırken, pencere boşluğundan geçip türbe kulesinin penceresine vurarak kırılmak suretiyle İbrahim Hakkı Hazretlerinin şeyhi olan İsmail Fakirullah Hazretlerine ait sandukanın baş tarafını aydınlatır. Eseri olan bu düzenekle ilgili olarak söylediği rivayet edilen "yeni yılda doğan ilk güneş, hocamın baş ucunu aydınlatmazsa, ben o güneşi neyleyim" sözü İbrahim Hakkı’nın hocasına olan saygısını göstermektedir. Ayrıca bu düzeneği kurmasından onun, sadece kuru kuruya bilgileri toplayıp alt alta yazan bir derlemeci olmadığını aksine, düşünen, eleştiren, yaşayan ve uygulayan bir hayat insanı olduğunu anlayabiliriz.
Günümüzde de Tillo’da her yıl 18-22 Haziran tarihleri arasında çeşitli anma faaliyetleri yapılmaktadır.
Eserleri
En önemli ve bilinen eseri Marifetname’dir. Marifetname’nin, döneminin şartları göz önüne alındığında, ileri düzeyde yapılmış araştırmalar sonucu meydana getirilmiş bir ansiklopedik eser olduğunu söyleyebiliriz. (I757) Bu ansiklopedik eserin iyi incelenmesiyle, İbrahim Hakkı’nın hem iyi bir eğitim aldığı hem de sonradan kendisini ve bilgilerini sürekli ve disiplinli bir şekilde yenilediğini anlayabiliriz. "Bu zamanda en dürüst dost, en uygun meclis arkadaşı, en seçkin yoldaş, yarların en hayırlısı ve sevgililerin en sevgilisi kitaplar olduğu için bunların sohbetlerine meylimi salmışımdır." şeklindeki ifadesi, onun bilgi F edinmeye ve kendini yetiştirmeye bakışını anlatmaya ye- terlidir. Bilim Tarihi ilmi açısından bu eseri inceleyen günümüzün bilginlerine göre Marifetname, I8.yy Osmanlı toplum yapısı dikkate alındığında yalnız ansiklopedik nitelikte iyi bir eser olmakla kalmıyor; ilimsel iklimin oldukça ilerisinde ve cesur bilgiler içeriyor.
Yine kendisine ait Tecvid Risalesi’nin girişinde, "Erzurum’da şöhret bulup, herkese faydalı olmak için Türkçe söylemişiz." demektedir. İsteseydi, sadece İmparatorluğun değil neredeyse dünyanın dört bir tarafından bilginlerin yerleşmek için koştuğu ve o çağın tartışmasız, dünyadaki en önemli kültür merkezi olan İstanbul’da kalarak birikimini kendisi ve ailesinin maddî menfaati için kullanabilirdi. Ama o, bilgisini ve tasavvuf? birikimini maddî menfaat için kullanmamış, Erzurum ve Tillo’ya dönerek bir yandan öğrenciler yetiştirmiş, bir yandan da eserler yazmıştır.
Aslında Marifetname, onun çok bilinen eseri olsa da, ilk eseri değildir. Örneğin 1755’te kaleme aldığı Tertibu’l-Ulum, İbrahim Hakkı Hazretlerinin bütün bilgi birikiminin eğitim alanına bir yansıması niteliğindeki bir başka önemli eseridir. Bu eser Türkçe ve manzum olup, eğitim programlarında din ilimlerinin yanı sıra felsefe, matematik, coğrafya, astronomi, anatomi ve tıp gibi alanların da yer almasını teklif etmesi dolayısıyla, dönemin şartları göz önüne alındığında bir eğitim reformu niteliği taşımaktaydı. Bu yenilikçi anlayışı sadece teklif etmekle kalmamıştır. Bir aksiyon insanı olarak onun adını ölümsüzleştiren Marifetname’de, bu önerisini somutlaştırmıştır. Orada din bilimlerine olduğu kadar -hatta zaman zaman daha fazla- tabiat bilimlerine de yer vermiştir. Öğrendiklerini sürekli bir biçimde insanlarla paylaşma duygusunun hep ön plânda olduğu görülmektedir. Henüz hayattayken ve iletişim imkânlarının sınırlı olduğu o dönemlerden günümüze kadar Marifetname’nin coğrafyamızdaki en yaygın eserlerden biri olması boşuna değildir. Hac seyahatlerinden biri esnasında Şam’dan, amcasının oğluna yazdığı mektupta, eserlerinin orada bile arandığını ve ilgiyle okunduğunu bildirerek, kendisinden bazı kitaplarını temin ederek göndermesini istiyordu.
Marifetname ilk defa 1835’te Kazan’da basılmıştır. Daha sonra da çok baskısı yapılmıştır. Basılmadan önce de çok sayıda yazılmış olup, bu yazmalardan onlarcası hâlen kütüphanelerimizdedir. Eserlerinin önemli bir kısmı Türkçe, bazıları Arapçadır. Bazılarının da içinde Farsça bölümler bulunmaktadır. Hakkı ve Fakî- rî mahlaslarını kullanmıştır.
Şiirlerinin yer aldığı Dîvân’ı, Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 500 kadar manzumeyi içerir.
Eserlerinin sayısı çeşitli kaynaklarda abartılı olarak 32 hatta 39 olarak geçmekteyse de, gerçeği kendi kaleminden öğrenmek mümkündür. Kendisi eserlerinden bahsederken onu ana eser, beşi yavru eser olmak üzere toplam on beş eseri olduğunu belirtir. Bazı küçük eserleri başka eserlerinin içinde de geçtiği hâlde bunları ayrıca saymaz. Ancak sonradan yapılan tasnifler çoğu eserleri birkaç defa saydığından ortaya abartılı ve yanıltıcı sayılar çıkmaktadır. Hatta son zamanlarda konu ile ilgili olarak yapılan bazı çalışmalarda eserlerinin sayısı ellinin üzerine dahi çıkarılmaktadır. On beş eserinin isimleri şöyledir: 1. Dîvân, 2. Marifetname, 3. Mecmû’atu’l-irfâniyye, 4. Insaniyye, 5. Mec- mû’atu’l-Me’ânî, 6. Meşâriku’l-Yûh, 7. Sefîne- tu’r-Rûh min Vâridâti’l-Futûh, 8. Kenzu’l-Fu- tûh, 9. Defînetu’r-Rûh, 10. Rûhu’ş-Şurûh, 11. Ulfetu’l-Enâm, 12. ’Urvetu’l-İslâm, 13. Heye- tu’l-islâm, 14. Tuhfetu’l-Kirâm, 15. Nuhbetu’l- Kelâm.
Dr. Nurettin Ceviz
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi