Sevimsiz tablo
Fatih Özatay 01 Ocak 1970
Salı günü temmuz ayı enflasyon verileri açıklandı. Durum hiç iç açıcı değil. Bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla tüketici fiyatları %19, üretici fiyatları ise %45 oranında arttı. Tarihsel verilerle karşılaştırıldığında da aynı iç karartıcı tablo ortaya çıkıyor. Enflasyonun ağırlıklı olarak tek haneli rakamlarda gerçekleştiği Ocak 2004-Aralık 2016 döneminde ortalama tüketici enflasyonu %8,3, üretici enflasyonu ise %7,7 olmuş. Ocak 2017’den itibaren tüketici enflasyonunun tek hanede kaldığı sadece dört ay var. Ocak 2017-Temmuz 2021 dönemi ortalama tüketici enflasyonu %14,1, üretici enflasyonu ise %20,5. Temmuz ayı değerleri bu ortalamanın çok üzerinde. Ayrıca, üretici enflasyonu tüketici enflasyonun 2,4 katı oldu.
Para politikasının nasıl olması gerektiği hakkında karar alanların ve o politikayı uygulayanların büyük sorumlulukları var ortaya çıkan bu tabloda. Birincisi, enflasyonu dert etmediler, enflasyonla-büyüme ve enflasyonla-işsizlik arasında Türkiye’de gözlenmeyen ilişkileri var kabul ederek para politikasını sıkılaştırmaktan hep kaçındılar. Ne zamanki liranın yabancı para birimleri karşısındaki değer kaybı şiddetli düzeylere çıktı o zaman para politikasını sıkılaştırdılar. Dolayısıyla, hem enflasyona doğrudan değil de dolaylı yoldan -enflasyonun ana belirleyicisi döviz kuruna- tepki verdiler. Hem de çok geç kaldılar. İkincisi, bu gecikmiş ve dolaylı tepki Türkiye’nin risk primini yükseltti. Hem Türkiye’nin dışarıdan borçlanma faizlerini yükseltti hem de liranın değer kaybını artırdı. Enflasyon bir de bu nedenle yüksek düzeylerde seyretti.
Öykü o kadar iyi biliniyor ki uzatmama gerek yok. Yerine, para politikasının nasıl olması gerektiği hakkında karar alanların ve o politikayı uygulayanların belki dikkatini çeker diye dört önemli noktanın altını çizeceğim:
Normal ekonomilerde enflasyon ile işsizlik ya da enflasyondaki değişim ile işsizlik arasında gözlenen ters ilişki Türkiye’de gözlenmiyor. Yani, genellikle düşük enflasyona (ya da enflasyondaki azalışlara) yüksek işsizlik karşı gelmiyor.
Normal ekonomilerde enflasyon ile büyüme ya da enflasyondaki değişim ile büyüme arasında gözlenen ilişki de Türkiye’de gözlenmiyor. Yani, genellikle düşük enflasyona (ya da enflasyondaki azalışlara) düşük büyüme karşı gelmiyor.
Bu iki olgunun temel nedeni risk-faiz-kur ilişkisi. Risk algılaması yüksekse hem faiz (risk primi nedeniyle) hem de kur (liradan kaçış nedeniyle) yüksek oluyor. Bu ortam yatırım yapılabilir bir ortam değil. Ayrıca döviz cinsinden borcu yüksek olan kesimlerin bilançolarının tahrip olduğu bir ortam. Bu nedenlerle, büyüme olumsuz etkileniyor. Yüksek kur enflasyonu da yükseltiyor. Sonuçta, genellikle ‘düşük büyüme-yüksek işsizlik-yüksek enflasyon’ üçlüsü görüyoruz.
Bir ülkedeki kredi faizlerinin merkez bankasının politika faizine paralel hareket etmesi için para, maliye ve finansal istikrar politikalarının uyum içinde olması gerekir. Yetmez, yapılan açıklamalar da bu politikalarla paralel olmalıdır. Diğer unsurlar kuzeye, para politikası güneye gidiyorsa, o ülkede faiz düşük kalmaz. İlla kanıt isteyenler 2011-2013 döneminde Euro Bölgesi’nde yaşananlara bakabilirler. Tek para (Euro), tek merkez bankası, tek para politikası. Ama farklı maliye ve finansal istikrar politikaları. Mesela 1 Haziran 2012’de Avrupa Merkez Bankası politika faizi %1 düzeyinde. Buna karşılık sorunlu Avrupa ülkelerinin risk (CDS) primleri (%) şöyle: İtalya: 5,7; İspanya: 6; İrlanda: 7,1; Portekiz: 7. Yunanistan’ı ise geçiniz; gökyüzünde uzak bir yıldız gibi