« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Haz

2006

İLK ŞEHİT

Reşat Gürel 01 Ocak 1970

"Allah Yolunda öldürülenlere ölüler demeyin.
Onlar hayattadırlar lâkin sizler hissetmezsiniz"(Bakara, 154)
{*}
Alparslan Türkeş'in sıkıntılı günlerinde, 12 Eylül savunmasına başlarken yapmış olduğu konuşmada ülkücü şehitlerle ilgili olarak söylediği şu sözler O'nun şehitlerimizle kurduğu rabıtayı dile getirir gibidir;

"Taşıdığım bayrak, temsil ettiğim mukaddes Türk milliyetçiliği davası uğrunda, komünist ve bölücü hainlerin kurşunlarıyla toprağa düşerek şehitler ordusuna katılmış olan Ruhi Kılıçkıran'dan Gün Sazak'a kadar şehit evlât ve kardeşlerimin rûhâniyetlerinin de şu anda bizimle beraber olduklarını biliyorum. Onlar da beni dinliyorlar. Onların tekzip etmeyecekleri şekilde konuşmaya, yalnız hak bildiğimi söylemeye mecburum. Çünkü onlar, o üç bin altı yüz can, bu hak bildiğimiz yolda "vatan, millet,din ve devlet" uğrunda şehit oldular. Onlar hem şehitlerimiz, hem de şahitlerimizdir. Yarın huzur-ı ilâhîde de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır...Onların huzurunda, onlar için konuşacağım! Ebed-müdded olan Türk devletine; kıyamete kadar hür , müstakil, mes'ut ve müreffeh yaşamasını, her gayeden aziz bildiğimiz Büyük Türk Milletine bugüne kadar hizmet etmiş ve etmekte olanlar için; yarın aynı yolda, aynı heyecan ve şuurla bu kutsal hizmetin bayrağını taşıyacak olanlar için konuşacağım! Milletim aldatılmasın, şaşırtılmasın; milletim gerçeği bilsin diye konuşacağım!"

Cumhuriyet tarihimizde dillere destan olmuş ve istikbalde daima şerefle yâd edileceğine inandığımız bir misyon olan "Ülkücü Hareket"in Türk-İslâm davası uğruna verdiği ilk şehit Ruhi Kılıçkıran'dır.

1946 yılında Osmaniye'nin Rızaiye Mahallesi'nde dünyaya gelen Ruhi Kılıçkıran, çocuk yaşta babası Ömer Efendi'yi kaybetti ve annesi Münire hanım tarafından yetiştirildi.
İlk ve orta tahsilini Osmaniye'de tamamladıktan sonra 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Okulda ve kaldığı Site Talebe Yurdu'nda kendisini sevdirdi ve saydırdı. Çok büyük bir ikna kabiliyetine sahip olan ve davranışlarıyla çevresine örnek olan Ruhi Kılıçkıran, bir ruh disiplini ve mücadelede dürüstlük kaynağı olarak kabul ettiği sporun blrçok dallarında başarı göstermişti.
4 Ocak 1968 tarihinde, iftardan sonra Site Yurdu kantinine gelerek kasıtlı bir tartışma çıkaran komünistler tarafından kurşunlanarak şehit edildi. Ruhi Kılıçkıran'ın naaşı Osmaniye'ye getirildi ve anlamlı bir törenle toprağa verildi.
İlk şehidimizin ardından ifade edilen duygu ve düşüncelerden bazıları şu şekildedir;

İlk Şehidin Ardından
Okulda bilhassa sınıfında kendisini sevenleri çoktu, muhiti genişti. Kafeteryada tek masaya sığamazdı. Merhumun arkadaşları masasına bir masa, bir masa daha ilâve ediverirlerdi.
Mütebessim çehresi, efendî hali, clddiyeti velhasıl kibar ve nazik hareketleriyle Kılıçkıran çok dost kazanmıştır.
Ömer Albay

Ruhi Kılıçkıran, bütün hocaları, kız ve erkek arkadaşları tarafından çok sevilen, sayılan, huyları beğenilen mert tabiatlı. yiğit bir Türk genci, kıymetli bir öğrencimizdi.
Prof. Dr. Neşet Çağatay

Ey kardeşim; gözün arkada kalmasın. Senden akan mübarek kanın düştüğü topraktan, daha nice Ruhiler filiz verecek ve yolunda yürüyeceklerdir.
Doç. Dr. Halit Ziya Ünlüsoy

... Senin Osmaniyeli kardeşin, senin mukaddesatının genç bekçisi ve mukaddesatının sağlam teminatından biri olan Ruhi Kılıçkıran, nâmertçe öldürüldü. İlâhiyat Fakültesi öğrencisiydi. Dopdoluydu, yepyeniydi, dipdiriydi. ... Sendendi, sana lâyıktı...
Ayhan Şükrü Aksu

İlk Fakat Son Değil

Bir olmak veya olmamak mücadelesinin arefesindedir Türkiye... Çok olaylara gebedir. Neden mi olacak bütün bunlar? Cevap gayet basittir. Artık Türkiye'nin Müslüman-Türklere ait olduğunun ispatlanması lâzım. Hem de bu ispatlama fikir yönünde olduğu kadar gerekirse acı kuvvetle de olacaktır... Biz fikir yoluyla olmasını isterdik, haklı davamızın fikren ispatı çok kolaydı. Ne yazık ki olaylar hiç de düşündüğümüz gibi tezahür etmedi. Şimdi karşımızda taş gibi acı vakıalar var, gerçekler var. Fikren mücadelemizin semere vermeyeceğini en güzel şekilde ispatladılar. Mana yönünden fethi henüz tamamlanmamış olan Anadolu'nun elli yıldan bu yana ilk şehidi. Belki de ruh âleminin çöküntüsü tamamlanmak üzere olan Müslümanlara bir işaret, bir haberci, belki de bir ikaz durumundadır. Ama ne dereceye kadar kıssalardan hisse alacak ve ne dereceye kadar olmak yolunda ölen şehidimizin ruhunu şad edeceğiz... Bu şad ediş ne şekilde olur? Ruhlardaki infial nasıl hareket hâlini alır? Bütün bunların cevabını daha sonra vereceğiz. Şimdi olayın sadece görünüşünü inceleyecek, görünmeyen yönlerine sonra tekrar döneceğiz.

Hadise bütün Müslümanların üzerine rahmet yağan bir ramazan gecesi olmuştur. Herkes insan olmak yönünden kendi nefis muhasebesini bizzat yapar o günlerde. İman cephesi; bir zincirin halkaları misali ayrılmaz olur, birlik ve beraberlik son haddini bulur. Tekleşen gönüller, ifadelerini, bükülen boyunlar ve açılan ellerde bulur. Gözler pınarlar misalidir.

Yağmurlar yağar bu pınarlardan... O yağmurlar ki; inananların gözyaşları ve Hakk'ın rahmetidir, daima... İşte böyle bir gün. Vakit akşamdır. Yani iftar vakti. Akşama kadar İslâm'ın her emrinde bulunan hikmetin yüzlere verdiği İlâhî bir nurla nurlanmış yüzlerin gönül gönüle, kalp kalbe vererek iftar yapışları... Sonra tanıştıklarıyla Iisanı gali ile, tanışmadıkları ile lisanı hâl ile sohbet... Yemeği müteakip namaz ve çay içmek için kantine geliş...

Olay bu anda içeri giren bir şair bozuntusu ile başlar. Hani malûmunuzdur, şu son devirlerde çıkan ve dine, imana söverek meşhur olanlardan. Girer girmez sövgüsüne başlar. Tabiîdir ki Allah'a inananlar böyle aziz bir günde buna tahammül edemezler. Sanatını başka yerde icra etmesini söylerler. Hatta mükerreren rica ederler. Adam gitmek isterse de malûm zihniyetin uşağı olan bay Zülküf, mani olur. Münakaşa uzamış, olay artık bir çatışma hâlini almıştır. Hadisenin yatışması için Yurt Talebe Başkanı, Yalçın Serinsöz araya girer. Bu da sonuç vermez. Ruhi'nin olaya karışması bundan sonra başlar. O, halk şairi(!) ile konuşurken Zülküf, Ruhi'ye saldırır. Artık tren raydan çıkmıştır. Ruhi mukabele eder. Birkaç kişi saldırdığı halde hepsini savmıştır başından. Bu sırada yere düşmüş olan Zülküf, tabancasını iki defa ateşler. Bunu kardeşinin namluyu Ruhi'nln sırtına dayayarak sıktığı kurşun takip eder. Artık yere yuvarlanmış ve öldürücü yara açılmıştır. Hemen hastaneye kaldırılmasına ve her türIü ihtimama rağmen kaderin tecellisine uyarak, 4 Ocak 1968 akşamı saat 20.00 sularında Hakk'ın rahmetine kavuşur.

Görünüş itibariyle cinayetle sonuçlanan bir olay ve her gün rastlanan zabıta vak'alarından biri olmaktan öteye gitmeyen bu hadise acaba bu kadar basit bir düşünce ve yorumla bizi gerçeğe götürür ve hakikati buldurabilir mi?... İşte bu suale her aklı selim sahibinin vereceği cevap: Hayırdır. Bu hayır ifadesinin manasına nüfuz edebilmek için olayların öncesine bir göz atmak gerekir. Şöyle ki geçen sene Site Yurdu Başkanlığını Zülküf Şahin yapmıştır. Bu seneki seçimlerde yurt idareciliğini ve başkanlığını imanlı gençler ele geçirmişlerdir. Seçimler arifesinde en geniş faaliyette bulunanlardan biri de Ruhi'dir. Zülküf, başkanlığı sırasında yurdun lokantasına ve kantine akrabalarını ve üvey kardeşini yerleştirmiştir. Ruhi'yi vuran Zülküf'ün üvey kardeşidir. Kavgayı başlayan ise Zülküf. Gelen şair bozuntusu. Allah'a ve dine küfrettiğine, Zülküf'le özel olarak tanıştığına göre bu bir tertiptir. Tertiptir ve bu tertibi malûm zihniyetler yapmıştır. Malûm zihniyetler diyorum çünkü Zülküf, T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Gençlik Kolları başkanlığını uzun zamandan beri yapmaktadır. Aynı zamanda yurtta bu fikirlerinden dolayı tanınan ve nefret edilen bir kişidir. Bundan önce de fikirlerinden dolayı kavgaya girişmiş ve linç edilmekten kurtulmuştur.

Tertiptir çünkü; sekiz seneden beri Hukuk Fakültesi'nde talebe olan Zülküf, tabanca taşımanın suçunu çok iyi bilmektedir. SiIâh taşımak ve bile bile suç işlemekse bir kastı icap ettirir. O hâlde bu yine bir tertiptir. Neyse... Bu babda söylenecek söz çok ama biz bu kadarla iktifa ediyoruz. Olayın bir diğer yönü daha vardır.

O da Komünistlerin artık Müslümanlara karşı fiili harekâta başlamalarıdır. Aslında yapmak istedikleri şeyi şimdilik kaydı ile bir kişi üzerinde tatbik etmektedirler. Oysa bu bir kişi; sen, ben veya bir başkası olabiIirdi. Herhangi bir Müslüman... O takdirde onlar yine yapmak istediklerini yapmış olacaklardı. Zira öldürecekleri herhangi bir Müslüman-Türk'ün şahsında bütün Müslümanlara yönelttikleri silâhı ve gıcırdattıkları sırtlan dişlerini görmemek mümkün değildir. Bu cennet yurdu kızıl bir peyk ve bu peykin yarınki köpekleri olmak sevdasından gözü dönen bu köpeklerin artık son bir derse ihtiyaçları vardır. Zira bunlar zemzem kuyusuna siğerek meşhur olmak isteyen kuduz köpeklerdir.

Artık zaman gelmiştir. Hukuk devleti içinde aleni cinayet işleyenlerin cezasını elbette sadece mahkemeler değil; Müslüman-Türklerin vicdanları ve aksiyonları da verecektir. Zira bu mecburiyettir. Böyle yapılmazsa: ilk kurşunu takip edecek birçok kurşunlar ve ilk şehidi takip edecek bir çok şehidler olacaktır. Bu kurşun ilktir fakat son değil. Şehidimize Allah'tan rahmet, bütün gönüldaşlarına ve ailesine baş sağlığı dileriz.

Sıtkı Keskin
(Üniversite ve Köy Dergisi Ocak - 1968)

İki el tabanca sesi
Önce sıkılı yumrukları gevşedi Ruhi'nin. Gıngılıbiçin en hızlı dönüşü anındaki hoşluğuyla başı hafifçe döndü. Geriye doğru yaslanıp gözlerini yumdu. Ebemkuşağı renklerinin, birbirleriyle genişleme savaşındaymış gibi ipil ipildi. Mavi, yeşil ve sonra kırmızıda soluverdi bütün renkler. Koynundan çıkardığı elleriydi gözleri. Kıpkırmızı kan. Bir ılıklık yayıldı bütün vücuduna Osmaniye anacığının duası.... Bir de Çataloluk'tan su içebilseydim diye geçirdi içinden. Soğuk soğuk terlediğini hissetti. Önünde kırılmış sandalyelerin üzerine doğru yıkıldığını fark etmedi bile. Başında beyaz sarığı, sırtında cübbesi... Osmaniye Ulu Camii'nin mimberinde adım adım yükseliyordu. Camiden dışarıya taşmış mahşeri kalabalığa dönüp hutbeye başlamaya can atıyordu ama basamaklar bitmek bilmiyordu. Nurdan basamaklarla göğe doğru yükseliyordu.

Ziyaret -> Toplam : 125,61 M - Bugn : 46141

ulkucudunya@ulkucudunya.com