« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Mar

2007

Uluç Gürkan: Çeyrek adamım!

Cemal A. KALYONCU 06 Mart 2007

Darbeciler 9 Mart 1971 tarihine odaklanmıştı ki o gün geldiğinde beklenti içinde olanlar şaşkındı. Çünkü sivil ayakları bol darbe girişimi için beklenen olmamıştı. Bu tarihten üç gün sonra 12 Mart geldiğinde, altında Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu’nun imzası bulunan muhtıra Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunulmuş, TRT aracılığıyla da ilân edilmişti. Süleyman Demirel’e düşen, toparlanıp gitmekti. Öyle de yaptı. Paşaların isteği doğrultusunda kabineyi kurma görevi CHP’li Nihat Erim’e verildi. Erim, ilk iş olarak CHP’den istifa etti.

Şimdi, Doğan Avcıoğlu’nun Devrim Gazetesi’ne 1969’da dâhil olarak o süreci bizzat yaşayan, gazeteci, TBMM eski Başkanvekili Uluç Gürkan’a kulak verelim: “12 Mart’la ortaya çıkarılanlar Sıkıyönetim Mahkemesi’nde beraatla sonuçlanan bir davanın bilgileri. Yani Mahir Kaynak imzalı MİT bilgileri. Bu gözden kaçırılıyor. Halbuki Doğan Avcıoğlu ile doğrudan irtibatı olan çeşitli gruplar var.”

NİHAT ERİM SIK SIK DEVRİM’E GELİP GİDERDİ

-Hangi gruplar, kimler var mesela?

“Mesela Orhan Kabibay, kendince bir grubu var. Kabibay, Numan Esin, İrfan Solmazer, Cemal Madanoğlu. Zaman zaman bir, zaman zaman ayrı. İşte Aydın (Kirişoğlu) Paşa ayrı bir grup. Doğan Avcıoğlu ile görüş alışverişinde bulunuyorlar, geliyorlar. Nihat Erim dahi Devrim Gazetesi’ne çok sık gelirdi. 12 Mart’ın başbakanı. 12 Mart’ın başbakanı olmadan önce Nihat Erim Devrim Gazetesi’ne sıkça gelirdi.

-Erim’in bilgisi var mıydı bu hareketten?

Gelişmeleri hissedemez mi? Yani oturup Doğan Bey’le başbaşa ne konuştuğunu bilemem. Ama belli kitaplar getirirdi. Mesela 12 Mart darbesi olduğunda Nihat Erim, üstünde adının yazılı olduğu kendi kütüphanesinden kitapları daha önce Devrim Gazetesi’ne vermişti. Onları istetti alelacele.

-Sonra onun için bir sıkıntı oldu mu peki?

Hayır. Yani kimse kalkıp yargılanırken, ben mesela ‘Devrim Gazetesi’ne Nihat Erim de gelirdi’ kılıklı bir laf etmedim ki. “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabında bu konuya değinen Hasan Cemal, Nihat Erim’in Devrim bürosuna birkaç kez geldiğini anlatıyor. Uluç Gürkan’a göre ise “Çok sık geliyordu.” Hatıralar arasında bu kadar fark olması neye bağlanabilir bilmiyoruz tabii. Erim, birkaç kez uğradıysa problem yok. Fakat Devrim bürosu sıkça uğradığı bir yer ise 12 Mart muhtırası ile bir şeyleri engellemeye çalışma iddiasında olanların başbakanı da darbecilerle sıkı ilişki içindeydi demek yerinde olacak. Zaten, Devrim Gazetesi’ne verdiği, adının yazılı olduğu kitapları 12 Mart’tan hemen sonra istemiş olması da Erim’in bir an önce bu bağlantılarından sıyrılmak istediğini gösteriyor.

HASAN CEMAL’İN YAZDIKLARI DOĞAL DEĞİL

Uluç Gürkan, Hasan Cemal gibi anılarını oturup yazmayı yeğlemiyor. “Yazdığınızda sansürler ve kendinize yontarsınız.” diyor. Gazeteci Hasan Cemal’le aynı süreci yaşamalarına rağmen hatırladıkları farklılık gösterebiliyor. Cemal’in yazdıklarını da doğal bulmuyor: “Hasan kendini aklamak, bugünkü konumuna uydurmak için ölmüş insanlara haksız ithamlarda bulunuyor. Kendini o sürecin dışına atmak isterken yanlış yapıyor. Doğan Avcıoğlu ile ilgili bir temel yanlış var. Avcıoğlu bir darbe organizatörü filan değildi. Bir sürü yazısı var. İdeal çözümün bir darbe olmadığını vurguluyor. Ama onun yine temel bir felsefesi vardı. ‘Gönlümüz başka türlüsünü istiyor diye yaşamın bizi karşı karşıya bıraktığı gerçeklerlerden kaçamayız. Eğer iktidar koltuğu boş ve bunun için de olaylar bir askerî darbe ile doldurulmaya doğru gidiyorsa bunu etkilemeye çalışmamız lazım’ yaklaşımında idi.”

Gürkan, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmişti. İstediğinden fazlasını bulduğu okulunda, hem Talas hem de Tarsus Amerikan Okulları’nda esen rüzgâr ve ailesinin de katkısıyla aktif solcu bir öğrencilik geçirmişti. Bu yüzden henüz lise talebesiyken keşfettiği Yön dergisini 1961’den itibaren okumaya başlamıştı. Yatılı okuldan dışarı çıktığında da kütüphaneden bulduğu kadarıyla Cumhuriyet okuyordu. Gürkan’ın, tüm Amerikan Koleji’ndekiler gibi bu eğilime sempati duymasının en baştaki sebebi belki de edebiyat hocası Haydar Göktaş’ın, günümüz Türkiye’sinde, özellikle sağcı bir öğretmenin yapması halinde meslekten men edilmesi muhtemel bir şekilde, derste, öğrencilerine İlhan Selçuk’un köşe yazısını okutmasıydı: “Ondan sonra sürekli İlhan Selçuk’u okumaya başladım. Selçuk, zaten Yön’de idi. O vesile ile Doğan Avcıoğlu’nu tanımış oldum Yön’den.”

Gürkan, Konyalı olmasına rağmen asker babasının Urfa’da görevli olduğu sırada burada dünyaya gelmişti. Babası Vahit Gürkan, o sırada üsteğmendi. Tabur komutanı ise şair-yazar Halide Nusret Zorlutuna’nın eşi ve aynı zamanda romancı Emine Işınsu Öksüz’ün de babası olan Aziz Vecihi Zorlutuna’ydı. Birinci çocuğuna, Argun ve Balamir adlı iki Türk kahramanından Argun’un ismini koyan Vahit Bey, 1945’te dünyaya gelen ikinci çocuğuna da Balamir ismini koymaya hazırlanırken, emir komuta zinciri içerisinde bu isteğini gerçekleştirememiş ve Zorlutuna’nın emri ile Uluç ismini verme durumunda kalmıştı.

Vahit Gürkan, 1964’te, meşhur Johnson mektubuna maruz kalan Kıbrıs’a çıkartma girişimi yapmaya hazırlanan 39. Tümen’in komutan yardımcılığından istifa etmiş birisiydi. Tümenin komutanı Muzaffer Paşa rahatsızlanınca, çıkartma birliklerine o komuta etmek durumunda kalmıştı. O sırada 6. Filo’dan bazı gemilerle karşılaşınca Ankara ile temasa geçen Vahit Gürkan, Ankara’nın ‘geri dön’ talimatıyla karşı karşıya kalınca oldukça şaşırmıştı: “O tarihte 6. Filo’nun karşısına çıksalar, Kıbrıs’a çıkartma yapmaya kalksalar hiçbir başarı şansları yok. Denize gömülecekler. Nihayet tümenin bir kısmı, üç tane şilebe doldurulmuş. Çıkartma gemileri yok Türkiye’nin. Fakat şunu birebir yaşadım. Orada ‘geri dön’ emrini alınca babam, bunu içine sindiremedi ve albay iken istifa etti. O tarihlerde ‘Ben sanıyorum yanılmışım’ lafını hemen söylemedi; ama yıllar sonra bu olayları konuştuğumuzda, ben herhalde üniversiteyi bitirmemiştim veya askere gidiyordum, bir kere ağzından onu kaçırdı. O zaman için ‘Ben bunca yıl emirleri Türk hükümetinden aldığımı sanıyordum, yanılmışım’ dedi.”

Vahit Bey’in babası, Uluç Gürkan’ın da dedesi Arif Bey ise askeriyede sivil memur olarak çalışırken Birinci Dünya Savaşı sırasında Mısır’da esir düşmüş, İngilizlerle anlaşmaya varılınca ancak ailesine kavuşabilmiş bir kişiydi. Arif Efendi’nin eşi, Konya’da adına cami olan Hatunsaraylı oldukça ünlü Kara İmam lakaplı birinin kızıydı: “1950’lerde gazetelerde çapkınlıkları ile filan adı çıkan enteresan biriydi. Konya merkezde Kara İmam Camii diye ben orayı ziyaret ettim.” Arif Bey’in babası ise Uluç Gürkan’ın söylediğine göre Osmanlı zamanında aşar toplayıcısı idi. Bir kıtlık zamanı iflas etmesine rağmen ailenin ondan sonra lakabı ‘Malmüdürüzadeler’ olarak kalmıştı.

AMERİKALI HOCASIYLA YASSIADA’YA GİDER

Uluç Gürkan’ın anne tarafına gelince. Onlar Ege taraflarında Kadızadeler olarak bilinen bir aileydi. Gürkan’ın dedesi Halis Efendi, Ege yörelerinde ismi aile tarafından bilinmeyen bir yerde kadı iken Yunan işgali sonrası Anadolu’nun iç kısımlarına doğru gelmiş, Karaman’a yerleşmiş, kanunun çıkmasından sonra Hızıralan soyadını almıştı. Halis Efendi iki kızını da Konya Öğretmen Okulu’nda okutmuştu.

Bir ismini de dedesinden alan Halis Uluç Gürkan’ın ilk öğretmeni annesi Nebahat Hanım’dı. Babasının sürekli tayini çıktığından, Uluç daha yaşını doldurmadan aile Erzurum merkez ve Aşkale’ye göç eder. Uluç’un okul çağı geldiğinde Vahit Gürkan İstanbul’da Yıldız’daki Harp Akademisi’nde Kurmay’dı. Burada bir hocası ile takışınca ailecek Rami’ye geçtiklerinden, Beşiktaş Yıldız’da ilkokula başlayan Gürkan, ilk sınıfın yarısını da Rami’de okur. Sonrasında Gelibolu Kavak ve Uzunköprü’de okullarını bitirir. Aile çok sık gezince Uluç için en iyi çözüm bulunur. 1957’de gireceği Talas Amerikan Okulu’na yatılı verilir. 27 Mayıs 1960 darbesi o zamanki Uluç için ‘meşru sayılan, olması gereken bir hadisedir. Çünkü Demokrat Parti yöneticileri Türkiye’yi karanlık bir yöne götürmektedir. Bir Amerikalı hocası ile Yassıada duruşmalarından birine bile gider.

TARSUS AMERİKAN OKULUNDAN MEZUN AMA...

Liseye 1961’de gireceği Tarsus Amerikan Okulu’nda devam eder. Gürkan o dönem demokrasi konusunda son derece özgün ve öğretici bulur: “Açık düşünceli, ezberci bir anlayış yerine sorgulayıcı olabilmeyi öğretti.” Gel gör ki bugün türban ve bazı konularda aynı demokratik tavrı sergilemeyen Gürkan, sanıldığının aksine milliyetçi duygularının pekiştiği bir kişi olduğunu düşünmektedir burada. Hatta, sırası geldiğinde göreceğiz ki Uluç Gürkan, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Öğrenci Derneği Başkanı olarak Amerika karşıtı eylemler bile tertip edecektir.

Küçükken annesinin telkini ile eczacı olmayı düşünen, ortaokul yıllarında, babasının bir arkadaşının diplomat olan oğlunun tavsiyesi ile diplomat olma hayaline kapılan Gürkan, artık bir daha kararını değiştirmez ve 1964’te, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni, alternatifsiz, tek tercih yaparak kazanır. O zamanki Mülkiye, Gürkan’ın kafasında tasarladığından da iyi bir ortam sunar ona.

Diplomat olmak hayalini gerçekleştirmek için tam yeridir fakat o kararını yine değiştirir. Ortamın cazibesine kapılarak daha birinci sınıfta iken okulda öğretim üyesi olarak kalmaya karar kılar. En çok da okulun özgür düşünce ortamı cezbeder onu.

Okula kayıt yaptırdıktan sonraki kasım ayının 5’inde kendisine bir de doğum günü hediyesi seçer: “Rüzgârlı Sokak’taki CHP Genel Merkezi’ne gidip kendime doğum günü hediyesi olarak CHP üyeliğini seçmiştim. Üyelik formu doldurulunca ‘sana bir güzellik yapalım’ diyerek Genel Sekreter Yardımcısı Bülent Ecevit’in yanına çıkardılar ve ona da imza ettirdiler formu. İlk defa orada, 5 Kasım 1964’te gördüm Ecevit’i.”

Yön okuyor olması, Fikir Kulübü’ndekilerin onunla ilgilenmesinde etkili olmuştur. Öğrenci Derneği Başkanlığı için Sosyalist grupta Tuğrul Bayaz, Arapkir Grubu’nda da Murat Karayalçın’a karşı başkanlık mücadelesini verir ve kazanır. Başta Kıbrıs mitingleri olmak üzere, onbinlerce insanın Meclis’e kadar yürüyüşü gibi eylemleri organize edenlerin başında gelir: “Yurtsever, anti emperyalist ve demokrasiye dönük eylemlerdi. Bugün aynı şartlarda niye yapılmıyor eylemler diye hayıflanıyorum.”

Öğrenci derneği başkanlığı sırasında çok aktif olduğundan hakkında fazlaca dava açılır: “Yanlış yapmış mısın derseniz yapmışımdır. Ama geriye dönüp baktığımda SBF’deki öğrenci derneği başkanlığımda, hakkımda dava açılmadan, aynı etkinlikte eylemler yapabilirdim. O günün şartlarını bugün aynı bilgi birikimi ile yaşarsam, aynı işleri tekrar yapardım.”

Talas ve Tarsus Amerikan okulları ile SBF dahil 11 sene boyunca, aralarında Aydan Bulutgil, ODTÜ profesörlerinden Uygur Kocabaşoğlu, İstanbul Vali Yardımcısı Mehmet Fahri Can, Prof. Cemal Özgüven, -Gürkan Özgüven ile üniversitede bekar evinde de birlikte kalır, Saim Tozan da diğer ev arkadaşları olur-, Hayri Özen, Türkmenistan’da mallarına el konulan işadamı Faruk Bozbey gibi isimlerden oluşan 13 arkadaş aynı okullarda tahsil hayatları boyunca hep birlikte okur. SiBF’nin 68 kuşağı denilen sınıfından mezun olan arkadaşlarının çoğu diplomatlığı seçer. Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler gibi sınıf arkadaşlarının dışında alt sınıflardan Cengiz Çandar, üst sınıflardan Şahin Alpay, Hasan Cemal de dönem arkadaşları arasındadır. Fakat Hasan Cemal’le okuldan ziyade Devrim Gazetesi’nde tanışacaktır o.

Bir söz vardır, “Türkiye’de Galatasaray Lisesi’ni bitirdin mi, Mülkiyeli oldun mu, bir de Mason isen sırtın yere gelmez.” diye. Uluç Gürkan, bunu bir adım daha ileriye götürüyor: “Türkiye’de dört dörtlük olmak için Galatasaray’dan mezun olacaksın. Ben Galatasaray’dan mezun değilim. Sonra Mülkiyeli olacaksın. Orası tamam. Sonra maliye müfettişi, sonra da mason olursan dört dörtlüksün. Yani Türkiye’de sırtın yere gelmez. Onun için ben çeyrek adam sayılırım. Bu uydurma tabii.”

BENİ AVCIOĞLU’NA DENİZ GEZMİŞ GÖTÜRDÜ

Öğrenci derneği başkanı olarak meşhur olan Gürkan, hakkında açılmış birçok dava olduğu için kamu sınavlarına giremez. Dışişleri Bakanlığı’na yaptığı başvuruya da cevap alamamışken bir gün Ankara’da saklanan Deniz Gezmiş’ten bir teklif alır: “Bana ‘Gel seni Doğan Avcıoğlu’na götüreyim. Dergi çıkarıyorlar’ dedi. Deniz’le beraber Avcıoğlu’nu ziyarete gittik ve orada kaldık.” Zaman, 1969 yılının eylül ayıdır.

Avcıoğlu, Cemal Reşit Eyüboğlu’nun ortaya koyduğu finansmanla 1969’da Devrim Gazetesi’ni çıkarmaya başlamıştır. Çekirdek kadroda Avcıoğlu’nun kardeşi Hamdi, Hasan Cemal ve Gürkan olmak üzere dört kişi vardır. Uğur Mumcu gibi daha pek çok isim yazılar yazmaktadır burada: “9 Mart olayı sonraki süreçti; ama ne yapmak istediğimizi ilk günden beri biliyorduk.”

-Yaptığınız darbeye zemin hazırlamaktı...

Darbeyi tahrik ve teşvik için değil, kaçınılmaz olan darbenin içinde etkili olabilmek. Onu kendi yönüne çevirebilmek. Bizim yaptığımız darbeyi etkilemeye dönük bir çalışma idi.

-Hasan Cemal kitabında ‘9 Mart iyi ki olmamış’ diyor.

Ben de derim ki 12 Mart olacağına keşke 9 Mart olsaydı, Türkiye geriye değil daha ileriye gidecekti.

12 Mart’tan sonra beşer kişilik isimlerden oluşan dokuz birimdeki isimler gözaltına alınır. Gürkan da Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Uğur Mumcu ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte beşliyi tamamlar.

12 Mart’tan önce, hükümete hakaretten açılmış dava, sonrasında orduya hakarete çevrilir. Yine de beraat eder. Bu sefer Hasan Cemal’le birlikte bazı kitap çevirileri yaparak yayın hayatına devam eder. Ancak o iş de yarıda kalır: “Hasan Cemal ne kadar aktif ise ben de o kadar aktiftim. Doğan Avcıoğlu bana Hasan’dan daha fazla güvenirdi.”

Gürkan, Haziran 1972’de, kendisinden iki sınıf küçük yine mülkiyeli Nazime Hanım’la hayatını birleştirir. Kavala göçmeni Hatice-Sıtkı Olgaç çiftinin çocuklarından biri olan Nazime Hanım, Mülkiye’den sonra Gelirler Baş Kontrolürlüğü’nde çalışır, banker tasfiye kurullarında görev alır. Kızkardeşi Gülümser Hanım da felsefeci Prof. Dr. Ahmet İnam’la evli olan Nazime Hanım, Tansu Çiller Hükümeti’nin Özelleştirme İdaresi Başkanı Uğur Bayer’in de yardımcılığını yürütmüştür. Son olarak, sigara içen bir Alkol ve Tütün Yüksek Kurulu üyesi olarak çalışma hayatını sürdüren Nazime Hanım ile Uluç Gürkan çiftinin, biri TRT’de çalışan Sıtkı Devrim, diğeri Emre isminde iki çocukları gelir dünyaya.

Evliliğin ardından Uğur Mumcu ile birlikte askere giden Gürkan, Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay olarak başladığı ve rütbesini de aldığı halde, ‘Türk ordusunda rütbe takamaz’ emri geldiği için ‘sakıncalı piyade’ olması sebebiyle rütbesi geri alınır. Uğur Mumcu Patnos’a, Gürkan da Erzurum/Oltu’ya sürülür. 18 ay olan yedek subaylık süresi, gelen iki ay erken terhis sebebiyle 16 aya indirilir: “16 ayda terhis edilmemize askeriyeden itiraz edildi. Onun üzerine Uğur Mumcu ile birlikte, Müşerref Hekimoğlu’nun aracılığıyla Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’la görüştük ve 1974 Af Kanunu’nda bizimle ilgili bir hüküm çıktı. ‘Yanlışlıkla terhis edilen de terhis edilmiş sayılır’ diye.”

Askerlik dönüşü o da Uğur Mumcu, Hasan Cemal gibi artık gazetecilik mesleğinde karar kılmıştır: “İlhan Selçuk’un bir lafı vardı. Nerede duymuştum hatırlamıyorum ama ‘Bizim zamanımızda bir yerde dikiş tutturamayanlar gazeteci olur’ diye.”

Devrim döneminden tanıdığı ANKA’nın patronu Altan Öymen’den başka çalacağı kapı olmadığı için burada çalışmaya başlar. 1986’ya kadar çalıştığı ANKA’da genel yayın müdürlüğünü de üstlenir. Dünya ve Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yapan Gürkan, ‘sakıncalı piyade’ mevzuunu dava eder ve rütbesini Uğur Mumcu ile birlikte geri alır. 1986 yılında yayın hayatına başlayan Sabah Gazetesi’nden Uluç Gürkan’a Ankara temsilciliği teklifi gelir. Teklifi yapan Zafer Mutlu’dur. 1987’de ise bir başka teklif daha alır. Erdal İnönü’nün genel başkan olduğu SHP’nin genel sekreteri, çok yakın arkadaşı Fikri Sağlar, onun da siyasete adım atmasını ister: “Sabah Gazetesi’ne geçmiştim. Aylık maaşım çok yüksekti o günün ölçülerine göre. Onlara ‘Yahu şu parayı biraz kazanayım. Siyaset masraflı bir iş. Yani siyasette böyle çulsuz kalmayayım şimdiki halimle. Onun için birkaç sene gazetecilik yapayım’ dedim.”

SABAH’TAN ANORMAL PARA ALIYORDUM

- O dönemin Sabah Gazetesi ne kadar ödüyordu size ortalama?

Ortalama değil yani benim ücretim çok yüksekti. Kredi kartı harcaması, arabası vs. hariç yıllık net 16 milyon lira (Eski TL üzerinden) alıyordum. Anormal bir para idi o gün için. Şimdi mesela değeri arttı ama 80 milyar eden bir arsanın değeri o zaman 3 milyon liraydı.

-Aslında medyada kopma buradan başlıyor olabilir mi? Bu kadar parayı verdiğiniz bir insan gazeteye ne katabilir?

Parayı verdiğiniz kişiye göre değişir o.

-Siz ne yaptınız Sabah’ta peki?

Benim kendi payıma kattıklarım, Sabah’ta resmî ilan yoktu. Günaydın Gazetesi’nin yerine geçmek, itibarını kazandırmak az buçuk katkı değildir. Mesela o zamanki Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel, sınıf arkadaşım. Zafer Mutlu’ya aynen ‘Uluç Gürkan’ı transfer ettiniz. Beni transfer etmiş gibisiniz’ dedi. Ayrıca Sabah’ın birçok davası vardı Muzır Neşriyat Yasası sebebiyle. Onun başında da Mehmet Keçeciler vardı. O da sınıf arkadaşımdı. Sabah’ın davaları çok kolay halloldu. O zaman Ankara’nın en iyi üç gazetecisinden biriydim.

KRİPTO DAVASINDAN YARGILANIR

Bir ara Güneş Gazetesi’nde çalışan Gürkan, 1991 yılında, baba Bush ile Özal’ın yaptığı ikili görüşmeyi yazan gazeteci olarak ‘devletin sırlarını ifşa etmekten’ kripto davasında yargılanır: “Bu haberi bana Hasan Celal Güzel’in verdiği söylendi. Kaynağımı söylemem. Halen yaşıyor çünkü. İş sınıf arkadaşlığı meselesine gelirse, Güzel mali şubeden, ben diplomasi şubesinden. Sınıf arkadaşımdan alacaksam, işin matrak yanı da bu. Bush’la Özal’ın görüşmesinde Özal’ın yanında olan şimdiki Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy. Yani kriptoyu tutan dışişleri memuru oydu. Sınıf arkadaşım. Kripto, Washington Büyükelçiliği’ne, Özal oraya tedaviye gittiği için Houston’dan geçti. Houston’da o tarihte başkonsolos, şimdi büyükelçi Mengü Büyükdavraz. O da sınıf arkadaşım. Kriptonun altındaki parafta alışı yapan, Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarı Daryal Batıbay. Şimdi Strasbourg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Türkiye’nin daimi temsilcisi. O da sınıf arkadaşım. Ankara’da alışı yapan, Siyasi Daire Genel Müdür Yardımcısı Raşit Gürün. O da sınıf arkadaşım. Bu kripto ile ilgili, ben yayınlamadan önce basına bilgi veren Ferhat Ataman da sınıf arkadaşım. Yani bir sınıf arkadaşımdan alacak olsam Hasan Celal’e kalmazdı. Kurulan ilişkinin tek sebebi, o tarih itibariyle Hasan’ın, Akbulut’u devirip kendini ANAP genel başkanı yapacak bir işin içinde olmasıydı.”

Gazetecilikten artık yeteri kadar para biriktirdiğine inandığı için siyaset teklifini kabul eder ve 1991’de SHP’den Meclis’e girer. 1992’de CHP yeniden açılıp, SHP de CHP ile birleşince Uluç Gürkan, buna itiraz ederek 1994 senesinde DSP’ye geçer. 19 ve 20. dönem milletvekili olarak 2002’ye kadar burada siyaset yapar. Bu süreçte TBMM başkan vekili sıfatı ile cumhurbaşkanlığına vekalet eder: “Bana er olarak askerlik yaptırdılar. Fakat 54 saatliğine de olsa anayasal olarak ben bu ülkede başkomutanlık yaptım. Meclis başkanlığına ve cumhurbaşkanlığına vekâlet ettiğim dönemde genelkurmay başkanının önünde yürüdüm.”

Radyo Televizyon Üst Kurulu Yasası’nda medya patronluğuna sınırlamalar getirilmesi için büyük mücadele veren Gürkan’ın mensubu olduğu parlamento, 28 Şubat süreci gibi bir hadiseye imza atar. Gürkan, bu süreçte yaşanan bazı hadiselerle ilgili insanların korkup durumdan vazife çıkarmış olabileceğini, yoksa askerin baskı yapmasıyla bu sonuçların ortaya çıkmadığını savunmakta. Gürkan, bir sürü insanın, olayın meydana geldiği andaki akışına hâkim olmaya çalışabileceği şeklindeki Doğan Avcıoğlu’nun bir sözünü hatırlatarak, bugün yaşananlara nasıl baktığını şöyle anlatıyor: “Bugün, AK Parti iktidarının bende oluşturduğu kaygılara karşı solda bir seçim ittifakı oluşsun istiyorum. Yarın oluştu diyelim. Ha, bu bir senaryonun parçası mıydı? Yok, açıkça yapıyoruz zaten bunu. Tayyip Bey’in ne kadar cumhurbaşkanı olacağım diye düşüncesi varsa olmaması konusundaki düşünceleri de örgütlemeye çalışmak o kadar meşrudur. Ben yaşam anlayışım gereği cumhurbaşkanlığında Tayyip Bey veya onun belirleyeceği bir kişi olmasın istiyorum. Yani bu anlayış Anayasa Mahkemesi üyelerini, Yargıtay başsavcısını, Danıştay üyelerinin dörtte birini, hâkimleri, savcıları, YÖK’ü seçemesin.”

Gürkan, sadece düşüncelerini açıklamıyor, bu konuda boş durmadığını da söylüyor: “Bunu önleyecek meşru anlamda ne güç varsa bunun kullanılmasından yanayım. Bunun için mücadele ediyorum. Bunun saklısı, gizlisi, gayrimeşru bir şeyi yoktur. AK Partili milletvekili sayısı 350’nin üstünde değil de 300 dolayında olsaydı bir çözülme olurdu. Çünkü bu 350 çok büyük bir Meclis sayısı olduğu için insanlar korkmuyor. Birbiriyle dayanışabiliyor.”

IŞIN ÇELEBİ ABD’DEN İZİN İSTİYOR

Amerikan okullarından mezun olmasına rağmen ABD’ye karşı elemler ortaya koyan Gürkan, Türkiye’deki darbeler dâhil, meşruiyeti yurtdışında aradığınızda her şeyin olabileceğini, aksi takdirde hiçbir şeyin dışarıdan gerçekleştirilemeyeceğini söylüyor: “Aksi takdirde Kıbrıs Barış Harekâtı olmazdı. Ecevit’in kafası şu şekilde düşünür. Muhalefette iken ABD’yi incitmemeye çalışır. 1968 yılındaki NATO aleyhtarı mitingde yaşadık bunu. ‘Dediğiniz her şeyi kabul ediyorum. Bu mitingi yapmayın. Siz CHP’li bilinen gençlersiniz. ABD bizi iktidara getirmez. İktidara geldikten sonra bunları yapacağız’ dedi. İktidara geldiğinde haşhaş ekimini yasakladı.”

Gürkan, bu konuda bir de kendisinin bizzat şahit olduğu başka bir olayı naklediyor: “Geçmiş hükümetlerin tavrı da meşruiyeti dışarıda aramak yönünde. Ben bir heyet götürdüm ABD’ye. Işın Çelebi de ANAP’tan aday olacak. Orada aday olma izni talep ediyor bizim heyetin yanında. Işın’ı kovduk heyetten.”

Gürkan, Ecevit’le ilgili bir başka hadiseyi de şöyle naklediyor: “Orta Asya’daki okullarla ilgili özellikle bu Özbekistan kapatmaya başlayınca bu okulları, ‘ne oluyor?’ diye Ecevit sahip çıktı bu konuya. Türkî cumhuriyetlerdeki büyükelçilerle Ecevit bir toplantı yaptı. Özbekistan Büyükelçisi ile Ecevit’in bir atışması oldu orada. Bu da birebir o tarihteki Özbekistan Büyükelçisi’nden dinlediğim. Ecevit bunlara diyor ki, ‘Okulların durumu nedir?’ Büyükelçiler tedirginliklerini anlatıyor. ‘Peki Özbekistan’da’ diyor Ecevit, ‘Kapatıldı okullar. Ne yaptınız?’ Büyükelçi ‘Hemen’ diyor ‘bakanlığın talimatı üzerine Milli Eğitim Bakanlığı’na gittik. Gerekçesini sorduk. Bize işte din propagandası yapıyorlar’ dediler. Ecevit, ‘İşte atmışlardır’ filan diyor. ‘Ben de kanıt istedim’ diyor Büyükelçi Ecevit’e. ‘Onun üzerine masanın gözünden çıkarttı, içinde kaset yeri gibi delinmiş bir şey. ‘İşte bununla Fethullah Hoca’nın kasetlerini şey yaptıklarını tespit ettik’ demiş Özbekistan Milli Eğitim Bakanı bizim büyükelçiye. Ecevit onun üzerine köpürmüş ‘İşte onlar Türkiye’ye düşmanlığından böyle yapmışlardır.’ ‘Kapkara oldu Ecevit’ diyorlar. Ters bir tepki gösteriyor.”

2002’de, dokuz arkadaşı ile birlikte Bülent Ecevit’i, soldaki liderleri bir araya getirmek için çağrı yapmaya davet eden, bu dönemde Ecevit’le anlaşmazlığa düşerek istifa eden Gürkan, bugün sol içinde Yılmaz Büyükerşen isminin sokakta tuttuğunu savunuyor. Ama Büyükerşen’in ‘armut piş, ağzıma düş’ mantığı ile ‘rant yediğini’ söyleyen Gürkan’ın ‘A planı’ kişi üzerine kurulu değil; öncelikle bir ittifak modelinde insanların bir araya gelmesi gerektiğini belirtiyor.

Solda ‘sol eksik’ diyen Gürkan’a göre ‘özde değil sözde solculuk’ yapılıyor: “Sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde sol sulandırıldı.”

-Başka bir eksiklik var mı?

Dine gelmek istiyorsun değil mi?

SBF’de öğrenci derneği başkanlığını hayatının dönüm noktası olarak gören, hasta değil, sağlıklı bir Beşiktaşlı olduğunu ifade eden Gürkan, 2002’den sonra, bir ara Star gazetesinde yazsa da Marmara, Atılım ve ODTÜ üniversitelerinde medya, politika ve iletişim hukuku konularında lisans ve lisans üstü dersler vermeye devam ediyor.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 126,33 M - Bugn : 170255

ulkucudunya@ulkucudunya.com