Yaklaşan enerji krizi ve çıkış yolları
Mehmet Öğütçü 01 Ocak 1970
Döngüsel olarak her on yılda bir enerji krizi ile karşılaşıyoruz. Ama bu kez son yıllarda yaşananlardan daha ciddi bir kriz ile karşı karşıyayız. İngiltere’de batma noktasına gelen enerji şirketleri, İspanya’da elektrik faturasındaki artış yüzünden sokaklara dökülen insanlar, Fransa’da enerjiden elde edilen yüksek kazanca getirilen olağanüstü vergiler, Çin’de kapatılan fabrikalar… Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Doğal gaz arzındaki sıkıntı, petrol fiyatlarının fırlaması, santral ve enerji yoğun çalışan sanayi tesislerinin kapanması, elektrikte maliyetlerin tahammül edilemez boyutlara çıkması, zaten COVID-19 dolayısıyla durgunluk içindeki dünya ekonomisini etkileri uzun surecek bir krize doğru sürüklüyor.
Dünya enerji sistemine fosil yakıt ithalatı, sermaye, teknoloji bakımlarından göbeğinden bağımlı, aynı zamanda son derece kırılgan bir ekonomik konjonktürde olan Türkiye’nin de bu olumsuz gidişattan nasıl etkileneceğini hesaplamak zor değil.
Oysa geçen sene enerjide arz bolluğundan konuşuyorduk. Şimdi başta doğal gaz arz talep dengesizliği, fiyat dalgalanmaları, jeopolitik riskler ve belirsizlikler, teknik arızalar, süratli teknoloji dönüşümü, finansman ve yatırım eksikliği, çevre ve iklim değişimi gibi nedenlerle belirsizlikler artıyor. Ağır bir kış geçireceğimiz kesin.
Avrupa’da, özellikle de İngiltere’de sanayi, ulaştırma, konut ve santrallarda hissedilmeye başlanan enerji krizi şimdi süratle Asya ve Amerika’ya da yayılıyor. Kuzey yarımkürede beklenen soğuk kış yüzünden enerji arzındaki açığın daha fazla üretim kesintisine ve daha yüksek enerji faturalarına neden olması ve pandemi sonrası iyileşmeyi yavaşlatması bekleniyor. Rusya’nın doğal gazdaki açığı karşılamada yavaş davranması, mevcut yükümlülüklerinin üzerinde arz sağlamaktan kaçınması, piyasayı manipüle etmesi de ayrı bir sıkıntı kaynağı.
Enerji krizini ne tetikliyor?
Krizi tetikleyen ana neden, yenilenebilir, yeşil ekonomiye beklenenden hızlı geçiş, fosil yakıtlara yatırımın azalması ile ortaya çıkan arz darlığı. Petrol, doğal gaz ve kömüre yeterince yatırım akmadığı da bir vakıa. Şu anda ulaşılan doğalgaz fiyatları, rasyonel bir arz talep dengesi ile açıklanabilecek seviye değil.
Fiyatlar üzerinde spekülatif etkiler de var, özellikle Baltık Denizi üzerinden Rus doğalgazını Almanya’ya taşıması planlanan Kuzey Akım 2 Projesi öncesinde Rus tacirlerin hareketleri dikkat çekici.
Herkes tedirgin
Şimdiye kadar olanlar da, yakın bir dönemde olacakların habercisi gibi. Örneğin, İngiltere’de birçok enerji şirketi batma noktasına geldi. Hükümet, enerji şirketlerine devlet kredisi vermeye başladı. 8 bin akaryakıt istasyonunun büyük bir çoğunluğunda panik alımları nedeniyle yakıt kalmazken, Başbakan Boris Johnson kaosu engellemek için istasyonlara askerî güç konuşlandırdı.
Güney Kore sekiz yıldır ilk kez elektrik fiyatlarını artıracağını söyledi. Eylül ayı başında elektrik faturaları giderek artan İspanyollar sokaklara döküldü. 2020’de 1 megawatt elektriğe 40 avro ödeyen İspanyolların bu sene aynı enerji için ödediği bedel 115 avroyu aştı. Fransa’da enerjiden elde edilen yüksek kazanca olağanüstü vergiler getirildi. İtalya ve Yunanistan’da da hükümet hane halklarını korumak için bazı önlemler aldı. Enerji ithalatına bağımlı az gelişmiş ülkelerin halini siz hayal edin.
Katar, herkesin talebini karşılayamayacağını açıkladı. Trinidad Tobago ve ABD gibi sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatçısı ülkelerin tüm müşterilerine yetişemeyecek olması, Asya’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya ekonomilerin etkilenebileceği anlamına geliyor. ABD’nin LNG ihracatı her zamankinden daha yüksek düzeyde ancak sanayi sektörü Amerikan Enerji Bakanlığı’na “Stoklar normale dönene kadar ihracatı azaltın” talebinde bulundu. Asya’da ithalatçı ülkeler sıvılaştırılmış doğal gaz tedarikini garantilemek için rekor fiyatlardan alım yapmaya başladı. Bazı ithalatçı ekonomiler açıkta kalmamak için kömür ve ısıtma yağı alıyorlar.
Krizin ne tür etkileri olacak?
İzlenebilen petrol stok düşüşleri de tarihte görülmüş en büyük gerilemeyi yaşıyor. Arz açığı önümüzdeki aylarda kapatılamayacak çünkü açık, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve OPEC dışı bazı üretici ülkelerden oluşan OPEC+’ın üretimi artırmak isteyebileceği boyutların çok ötesinde. Bazı ülkelerde yenilenebilir enerjinin yetmediği noktalarda kömür ve nükleer yeniden devreye girebilir.
Hane halklarına enerji arzına öncelik verilmesi nedeniyle başta Çin olmak üzere birçok ülkede çip, alüminyum, demir-çelik, cam, seramik ve çimento üreticileri dahil sanayi genelinde fabrika kapanmaları yaşanabilir. Üreticilerinin fiyatlarını artırarak maliyetleri müşterilerine yansıtmaları kaçınılmaz.
Tedarik zincirleri, artan enerji maliyetleri nedeniyle daha da sıkışabilir. Gıda fiyatları bu sıkışmalarla daha da artabilir, enflasyonu körükleyebilir.
Enerji faturalarının yükselmesi kamuoyunda rahatsızlık yaratarak krizi siyasetin önemli gündemlerinden biri haline de getirebilir. Pakistan ve Bangladeş gibi bazı ekonomilerde yakıt fiyatlarının karşılanamaması durumunda özel sektör faaliyetleri durma noktasına bile gelebilir. Sosyal huzursuzluklar siyasi krizlere dönüşebilir.
Türkiye de kriz sarmalında: Bir avantaj ve bir dezavantaj
Her ne kadar bu gelişmelerin Türkiye’ye de olumsuz yansıyacağı gerçeği ile karşı karşıya olsak da belli dönemlerde eleştirildiğimiz Rusya ile uzun süreli doğal gaz anlaşmasının fiyat avantajını bu dönemde yaşayabiliriz. Uzun vadeli bir bakış açısına yönelik spot fiyatların, güncel fiyatlardan daha az etkileneceği muhakkak.
Yine de bu demek değildir ki Türkiye enerji maliyetlerini koruyabilecek. Çünkü açık olan bir şey var ki enerjinin çok pahalı olduğu bir döneme giriyoruz ve bizim enerji maliyetlerimiz de her şeye karşın bundan olumsuz etkilenecek. Bu noktada toplum olarak çok fazla önemsemediğimiz enerji verimliliği ve tasarrufun fabrika ve hanelerde çok çok önemli bir konu olduğunun altını çizmek gerek. Elverişli fiyatla uzun vadeli arz tedarik sözleşmelerinin de.
Öne çıkan bir dezavantaj ise, Türkiye’de halen kömür ve doğalgaza dayalı santrallerin elektrik üretiminde yarıya yakın paya sahip olması hem maliyet hem de karbon emisyonları bakımından. Fosil yakıt fiyatları son bir yılda yüksek oranlı artışlar gösterdi. Brent petrolün varili bir yıl önce 40 dolar seviyesindeyken yüzde 100’un üzerinde artışla 83 dolar seviyesini aştı. Doğal gaz vadeli kontratlarındaki fiyatlar da, son bir yılda yüzde 170’e yaklaşan bir artış gösterdi.
Bir yıl önce 50 dolar/ton seviyesinde bulunan buhar kömürü fiyatları yüzde 260’lık artışla 180 dolar/ton seviyelerine kadar tırmandı. Benzer şekilde yüzde 180’e yakın bir yükseliş de kök kömürü fiyatlarında görülüyor.
Türkiye, yılın ilk yedi ayında tükettiği elektriğin neredeyse yarısını doğal gaz (yüzde 30) ve ithal kömürden (yüzde 16) üretti. Dolayısıyla, fiyat artışlarının elektrik faturalarına yansımaması mümkün değil.
Endişeli sanayi cephesi ne istiyor?
Sanayi cephesi, enerji fiyatlarındaki artışları kaygıyla izliyor. Üretim maliyet kalemleri arasında enerjinin çok yüksek bir oranı oluşturduğu demir-çelik, alüminyum, cam, çimento ve seramik gibi sektörler için “enerji” kritik bir gösterge olarak öne çıkıyor.
Sanayiciler, rekabet gücünü koruyabilmek için, üretiminde enerjiyi yoğun kullanan sektörlere farklı tarife ve destek istiyor.
Benzer şekilde vatandaşın ısınmada kullandığı yakıt faturaları da büyük ölçüde artıyor. Türkiye’de ısınmada yüzde 80’e varan oranda doğal gaz ve ithal kömür kullanılıyor. Daha kışa girmeden vatandaşın yakacak kömür fiyatlarından şikâyetleri başladı. Geçtiğimiz yıl tonu 1.500 liradan satılan kaloriferlik kömürün tonu 3 bin TL, sobalık kömürün tonu ise 2 bin 500 TL’yi geçmiş durumda.
Türkiye’den çok daha fazla artış yaşayan ülkeler var. Bugün bir kilovat saat elektrik fiyatı İspanya’da 17 Euro sent, İngiltere’nin 35 Euro sent, Türkiye’de ise hâlâ 6 Euro sent.
Kapsamlı bir dönüşüm tek çıkar yol
Yaklaşan kriz ilk değil, son da olmayacak. Ancak krizlerden korunmanın en etkili yollarından biri, uluslararası bir akim haline gelmiş olan “yeşil devrim”e gecikmeksizin katılmak, dengeli bir fosil-yeşil-nükleer dengesini kurmak enerji karışımında.
Türkiye, uzun ve orta vadede enerji politikalarımızı etkileyecek olan Paris İklim Anlaşması’nı nihayet iç dinamiklerin zorlaması ve yoğun dış baskı altında onayladı. Bundan sonra dünyaya hâkim olan yeni iklim değişikliği ve temiz enerji ruhuna, yeni kalkınma modeline, yeni finansman ve teknoloji akımlarına dâhil olabilir.
Altına imza attığımız yükümlülükleri süratle yerine getirmek, sanayi yapımızı, önceliklerimizi değiştirmek, enerji sistemimizi yenilemek, elverişli iklim finansmanını iş dünyamızın emrine sunmak, taptaze “kazan-kazan” uluslararası işbirliği ve ortaklıkları geliştirmek zorundayız.
Bu konularda lakayt kalma, ipleri gevşetme lüksümüz olmayacak çünkü bütün dünyanın gözleri üzerimizde olacak. Gereken adımları zamanlıca ve etkin şekilde atamazsak, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat benzeri girişimleri üzerinden ticaret, enerji, çevre, dış politika ve finansman alanlarında yaptırımlara tabi kalabiliriz.
Bundan böyle egzoz, duman, karbondioksit salan fabrikalara, santrallere, araçlara, tarıma son vermek ve çevre dostu enerji kaynaklarına geçmek bir seçenek değil tam bir zorunluluk. Doğayı vahşice kullanan, gezegenin ekolojik dengesini bozan ekonomi ve tüketim modelini terk etmek, yeşil kalkınma modeline geçiş yapmak gerekiyor. Atıkların yeniden kullanılması, geri dönüşüm ve paylaşım üzerine kurulu ‘döngüsel ekonomi’ modeli de gözde olacak.
2050’ye kadar sera gazi emisyonlarını sıfırlamak, böylelikle küresel sıcaklık artışını 1.5 dereceyle sınırlandırmak Paris İklim Anlaşması’nın temel küresel hedefi. Türkiye sera gazi emisyonlarında halen dünya toplamının yüzde 1’ini salıyor. 2030 itibarıyla yüzde 21 azaltma taahhüdü çerçevesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kısa-orta ve uzun vadeli strateji planları hazırlıyor. Öncelikle yeni kömür yatırımları durdurulacak, mevcut kömür santrallerinin tedricen tasfiyesi, fosil yakıtlardan zamana yayılmış çıkış planları yürürlüğe konulacak.
Elbette ki bunlar keyfe keder hedefler değil, uymayanları yaptırımlar, cezalar bekliyor. Topyekûn bir dönüşüm, bir devrim için toplumda bilincin arttırılması, insan kaynaklarının yetiştirilmesi, kurumsal kapasitenin arttırılması da en önemli işler arasında.
Yeşil devrime katılmayanlar artık dünya ticaretinden, yatırımlardan, finansmandan, teknoloji aktarımından dışlanacaklar. Türkiye’nin akil insanlarını ve uluslararası oyuncuları harekete geçirerek partiler üstü, entegre bir enerji ve iklim değişikliği stratejisi, eylem planı çıkartması, gecikmesizin icraata geçmesi gerekiyor. 2023 sonrasındaki ikinci yüzyılımızı bu alandaki basarimiz şekillendirecek.