Hüsameddin Çelebi
1284 01 Ocak 1970
(ö. 683 / 1284) Tam adı ve nesebi Hasan b. Muhammed b. Hasan b. Ahi Türk’tür. Mevlana Celâleddin-i Rumî’nin onu daima “dinin kılıcı” anlamına gelen “Hüsameddin” lakabıyla anması sebebiyle bu isimle meşhur olmuştur. 622 (1225) yılında Konya’da doğdu. Soyu, Kuzey İran’ın Urmiye şehrinden Konya’ya gelip yerleşen bir aileye dayanır. Mesnevi’nin birinci defterinin önsözünde “İbn Ahi Türk” ismiyle zikredilen Hüsameddin’in Urmiyeli olduğu, “Kürt olarak yattım, Arap olarak sabahladım” diyen bir şeyhin nesline mensup olduğu söylenmektedir. Bu şeyhin, Vefâiyye tarikatının pîri Tâcü’l-ârifîn Ebu’l-Vefâ el-Bağdâdî (ö. 501 / 1107) veya tasavvufta kendine has bir yol takip eden Ebû Bekr Hüseyin b. Ali b. Yezdânyâr el-Urmevî (ö. 334 / 945) olduğu ileri sürülmektedir.
Hüsameddin Çelebi’ye “Ahi Türkoğlu” lakabının verilmesi, babasının Konya ve yöresinde Ahilerin şeyhi olmasıyla irtibatlıdır. Eflâkî’nin Menâkıbü’l-ârifîn adlı eserindeki rivayete göre, Hüsameddin Çelebi küçük yaşlarından itibaren fütüvvet erbabının yanında yetişmiş, babasının vefatından sonra Ahilerin reisi olmuş, ancak kendisine tâbi olan ihvanıyla beraber Mevlana’ya intisap etmiştir. İntisap sonrası o, Hz. Ebu Bekir’in malının tamamını Hz. Peygamber’e bağışladığı gibi, babasından kendisine miras kalan tüm mal ve mülkünü çokça sevdiği Mevlana’nın hizmetine adamıştır. Daha sonra yeniden mülk, servet ve toprak sahibi olan Hüsameddin Çelebi’ye, Mevlana medresesine mahsus vakfın ve müridlerin idaresi görevi verilmiş, Mevlana’nın naibi ve halifesi olarak vakıf mahsullerini gerek fütüvvet gerek tarikat terbiyesi gereği kendi menfaati için asla kullanmamıştır. Hatta geniş gelirlere sahip olan Mevlana’nın türbesine ait vakfın tasarrufunda daima hakperest davranmış, şeyhinin türbesini ziyarete geldiği vakit, abdest alacak suyunu şehirden beraberinde getirmiş, vakfın parası ile alınan sudan içmemiş ve kullanmamıştır.
Mevlana ile Çelebi Hüsameddin arasındaki karşılıklı muhabbet ve sadakat had safhada idi. Hatta Çelebi Hüsameddin, Mevlana’ya bağlılığından dolayı mensup olduğu Şâfiîliği terkedip Mevlana’nın mezhebi olan Hanefîliğe girmek istemiş, fakat Mev-lana buna izin vermemiştir Mevlana Mesnevi’sinin pek çok yerinde onu methetmiş, “Hak ziyâsı, Hak nuru, ruh cilâsı, dinin ve gönlün hüsâmı (kılıç), cömert Hüsameddin, vaktin Ebu Yezîd’i, zamanın Cüneyd’i” gibi vasıflarla nitelemiştir.
Mesnevî’nin yazılması, Hüsameddin Çelebi’nin Mevlana’yı teşvikiyle gerçekleşmiştir. Mevlana’ya Dîvân’daki gazellerin epeyce bir yekun tuttuğunu, dostların Senâî ve Ferîdüddin Attâr’ı zevkle okuduklarını söyleyerek müridlerin irşadı için Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l-hakika’sı gibi mesnevi tarzında ve Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı vezninde mârifet sırları ve sülûk konularında mesnevi türüne yönelmesini rica etmiş, Mevlana da, “Bu fikir sizin kalbinize gelmeden önce gayb âleminden bu manzum kitabın telifi kalbime ilham olundu” diyerek Mesnevî’nin, “Bişnev ez ney çün hikâyet mîkuned” mısraıyla başlayan ilk on sekiz beytini sarığının içinden çıkarıp Hüsameddin Çelebi’ye uzatmış, altı ciltlik eserin kaleme alınma süreci bu olayın ardından başlamıştır. Mevla-na, Mesnevî’nin VI. cildinin önsözünde belirttiği üzere “Hüsâmînâme” adını verdiği eserini Çelebi Hüsameddin’e ithaf etmiştir.
Sultan Veled, Mevlana’nın üç naibinden hangisinin üstün olduğuna dair kendisine sorulan bir soruya, Mevlana’nın Şems-i Tebrizî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsameddin Çelebi’yi de yıldıza benzettiğini, her birisinin de kişiyi AAllah’a ulaştırabileceğinden hepsinin bilinmesi gerektiğini söyler.
Çelebi Hüsameddin, Emir-i Kebir Taceddin Mu’tez fermanıyla boş kalan Ziyaeddin Vezir ve Lâlâ hângâhlarına şeyh tayin edilmiştir. Sipehsâlâr, Mevlana’nın vefatından sonra dervişlerin başına Çelebi Hüsameddin’in geçtiğini ve on iki yıl bu vazifeyi yerine getirdiğini zikreder. Ayrıca Mevlana’nın eşi Kirâ Hatun, kızı Melike Hatun ve oğlu Sultan Veled’in maddi ihtiyaçlarının karşılanmasıyla yakından ilgilenmiştir. Hüsâmeddin Çelebi Konya’da 12 Şâban 683 (24 Ekim 1284) tarihinde vefat etmiş ve Mevlana’nın baş ucuna defnedilmiştir.