« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Kas

2021

Demokrasi Zirvesi’ne uzaktan bakarken

Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970

Türkiye’de demokratik siyasetin seyrinin, uluslararası konjonktürle, dışarıyla kurduğumuz ilişkilerle bağlantısını gözden kaçırmak mümkün değil. İlk Osmanlı Anayasası’nın, Balkanlardaki ayaklanmalardan bunalmış İmparatorluğun Rusya’yla harbe tutuşmasının arifesinde ilan edilmesi bu anlamda bir başlangıç noktası olarak görülebilir. Reform diye tutturan büyük güçlerin temsilcilerini Tersane Konferansı’nda ağırlarken, top atışlarıyla Kanunu Esasi’yi duyurmak bizi 93 Harbi felaketinden kurtarmadı; ilk anayasacılık deneyimimiz de başladığı hızla bitiverdi. Otuz sene sonra Makedonya krizi yeniden patlayıp Ruslarla İngilizlerin İmparatorluğu aralarında pay ettikleri şüpheleri ayyuka çıktığında, vatanı kurtarmak için akla ilk gelen tedbir yine meşrutiyeti geri getirmek olacaktı. 23 Temmuz bayramı olarak on yıllarca kutlanacak, Abdülhamit istibdadına son veren bu büyük dönemeç de sanıldığı gibi dışarıdaki dertlerimize merhem olamadı. On beş sene içerisinde ne imparatorluktan ne de filizlenme aşamasındaki anayasal sistemden geriye bir şey kalmadı.

Cumhuriyet tarihimizde ise çok partili demokrasiye geçişimiz sıklıkla İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ABD merkezli Batı dünyasına entegre olma çabamızla açıklanır. San Francisco’da toplanacak Birleşmiş Milletler zirvesine katılmak için kâğıt üstünde Almanya’ya savaş ilan edilmiş ve bir bakış açısına göre yine bu amaçla bir kez daha çok partili sisteme geçiş denemesine girişilmişti. Daha önceki Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka deneyimlerinin aksine bu sefer siyasi sistem kalıcı olarak dönüşmektedir.



Ancak yeni kurulan partinin Türkiye’yi demokratik ülkeler ligine soktuğunu iddia etmek biraz fazla ileri gitmek olur. Rejimin temel parametrelerini benimseyen, aşırı görülen unsurlardan arındırılmış Demokrat Parti, ilk aşamada devletin ‘ikinci partisi’dir. Daha sonra toplumsal talepleri içselleştirdikçe gerçek bir siyasi rekabet ortamına geçiş süreci başlayacaktır. Daha da önemlisi, bu dönüşümü sadece Batı’ya yaranma isteğiyle açıklamak yetersiz kalacaktır. San Francisco’daki konferansa katılmanın ön şartı demokrasi olmak olmadığı gibi katılan birçok ülke de demokratik olarak değerlendirilemez. Bilakis Soğuk Savaş ilerledikçe ABD, sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde Sovyet karşıtı rejimleri, demokratik olup olmadığına bakmaksızın destekleyecektir. Askeri darbeler sonucunda kurulan hükümetlerin Batı ittifakına bağlılık bildirimleri ve karşılığında Türkiye’nin uluslararası rolünü sürdürmeye devam etmesi bu çerçeveden anlaşılabilir. Yani İkinci Dünya Savaşı döneminde Türkiye’nin kırık dökük demokrasisinin sadece Batı ittifak sistemine tutunma çabasıyla açıklanması pek mümkün değildir. Aslında düşük yoğunluklu bir demokrasinin Soğuk Savaş sırasında hem yerel hem küresel güçlerin ihtiyaçlarına daha uygun olduğu söylenebilir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla kurulan yeni dünya düzeninde ise demokrasiye vurgu daha belirgin olacaktır. Piyasa ekonomileri ve eksiği gediğiyle demokratik siyaset, 90’lar sonrası Doğu Avrupa’dan Üçüncü Dünya’ya neredeyse tüm dünyanın kıyılarına vuran dalganın vazgeçilmezleri arasındadır. Türkiye’de demokratik rejimin kalitesi her daim sorgulanabilir olmuştur ancak ana prensipler itibariyle Ankara’nın bu küresel eğilimin dışında kaldığı söylenemez.

Siyasal İslamcı hareketin içinden doğan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de Türkiye’deki bu demokrasi açığına vurgusu, kuruluşundan itibaren uzun yıllar boyunca ön planda olacaktır. Kendisi de rejimin bekçilerinin hedefinde olan parti, muhafazakarların taleplerinin karşılanmasında da Kürt meselesinde de sivil siyasete daha fazla alan taşıyan bir çizgi tutturmuştur. Bu bağlamda AKP’nin küresel dinamiklerle uzun süre paralel bir tutumu savunduğunda şüphe yoktur. Keza bu dalganın ikinci ana bacağı piyasa reformları da titizlikle ve hevesle uygulamaya konmuştur.


Bu zaman zarfında gerek AB çevrelerinden gelen açıklamalarda gerekse eski ABD Başkanı Obama’nın İstanbul’da yaptığı konuşmaya benzer durumlarda iktidarın iç siyasetine dışarıdan bir onay göze çarpmaktadır. Bu bakış açısına göre AKP, çoğunluğu Müslüman bir nüfusa sahip bir ülkenin Batılı standartlarda bir demokrasiye sahip olabileceğini gösterme yolundadır. Bu dönemde AB’ye entegrasyon konusuna nispeten daha hevesle yaklaştığı görülen hükümet oyunun bir parçası olmaktan memnun görünmektedir.

Zaman içerisinde Batı’nın bölgemizi yeniden yapılandırmayı hedefleyen politikalarına ilişkin tereddütlerinin artmasıyla, ‘Türk tipi düşük yoğunluklu demokrasi’ye doğru savrulmamızın örtüştüğü sanırım söylenebilir. Bunu söylerken Türkiye’de demokratik standartların daha önce ideal ölçülerde olduğunu iddia etmiyorum. Burada nispi ilerleme ve gerilemelerden bahsedilebilir sadece.

Neticede Ankara, son yıllarda ABD ve AB’yle giderek artan sorunlarıyla eş zamanlı olarak demokrasinin de sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret olduğu bir modele kaymaya başladı. Siyasi iktidarın dışında hiçbir özerk alanın kalmadığı, karar alma mekanizmasının meşru kabul edilmediği, yerel yönetimlerin bile kerhen ve ancak çok sınırlı bir hareket alanına sahip olduğu, muhalefetin, basının iyiden iyiye baskılandığı ve bütün bunların sağlanabilmesi için yargının araçsallaştırıldığı bir düzene geçildi.


Sonuçta Batı’dan Ankara’ya yönelik eleştirilerin dozu arttı ama zaten AB süreçlerinden umudunu kesmiş iktidar için bu tür salvolara aynı tonda karşılık vermenin de bir maliyeti yoktu. ABD ve AB’nin demokrasi taraftarlığının söylem düzeyinde kaldığını, Batı’nın iktisadi ve politik çıkarları doğrultusunda hareket edildiği sürece ilişkilerin olumlu seyredeceğini isabetle tespit eden hükümet, dış politikadaki sorunları iç siyasetteki uygulamalardan ayrı tutmayı bir süreliğine başardı. Neticede ABD, demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan Körfez ülkeleriyle iyi ilişkilerini sürdürüyor, Mısır’daki darbeyi de pekâlâ içine sindiriyordu. Almanya ve Fransa, enikonu otoriter Putin rejimiyle ilişkilerin bozulmaması için cansiperane mücadele içerisindeydi. Çin’in polis devleti ise ekonomik çıkarlara halel gelmemesi için gündem yapılmıyordu. Dolayısıyla Batı’nın ilkelere dayalı bir dış politika yürüttüğü, demokratik değerleri savunduğu iddiası ancak çocukları kandırabilirdi.

Peki, bu koşullarda ABD’nin Ankara’ya demokrasi konusunda giderek artan baskısını ve son olarak Aralık ayında yapılacak Demokrasi Zirvesi’ne davet edilmeyeceğimiz iddiasını nereye koyabiliriz? Amerika, kendi çıkarları söz konusu olduğunda bu tür detaylara takılmayacağını defalarca gösterdiğinden Biden yönetimin bu politikası açıklamaya ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin Müslüman topluluklar için örnek bir demokrasi olacağı iddiaları gerilerde kaldığına göre Amerika’nın mevcut rahatsızlığını başka yerlerde aramalıyız.

Bölgesel meselelerde Ankara ile Washington arasında son on yılda açılan makas bir türlü kapatılamıyor. Trump başkanlığında ite kaka, liderler arası özel iletişim kanalları sayesinde yürütülen ilişkiler de yeni yönetimle sürdürülemiyor. Biden ve ekibinin, Ankara üzerinde baskısını çeşitli kanallardan artırarak kendi çizgilerine getirmeye çalıştıklarını düşünmek mümkün. Ankara’nın devasa demokrasi açığı işte burada devreye giriyor. İktidar, ABD’ye “siz bizim iç işlerimize, demokrasimizin kalitesine takılmayın. İşimize bakalım” mesajı verirken karşı tarafın şimdilik aynı mantığa sıcak bakmadığı anlaşılıyor. Washington’un Ankara’ya karşı kullanabileceği manivelalardan birisi, demokrasi meselesi haline gelirken, bunun başlı başına Biden yönetimin hedefi olduğu anlamına gelmiyor. Eksik gedik demokrasimiz sadece vatandaşlar olarak yaşam kalitemizi etkilemiyor aynı zamanda dış ilişkilerimizde zafiyet yaratıyor.

Türkiye’de Batı standartlarında demokratik bir siyasi sistemin kurulmasını isteyenler için gelişmeler ancak kısmen iyi haber anlamına gelebilir. Kendi iç dinamiklerimizle kapsayıcı, ayakları üzerinde duran bir demokrasiye bir türlü ulaşamıyor olmak, siyasi rejimimizin Batı’yla müzakerelerin bir gündem maddesi olması her anlamda iç karartıcı. Zira kırılgan dış konjonktürde rüzgâr bir taraftan öbür tarafa her döndüğünde demokrasimizin kurban edilmesinden yorulduk.

Nurullah KAPLAN

04 Nis 2025

Bugün 4 Nisan… Sosyal medyada bir günlüğüne yine “Başbuğum” rüzgârı esecek; Balgat eşrafı Beştepe’de arz-ı endam edecek, ibri

M. Metin KAPLAN

04 Nis 2025

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

04 Nis 2025

Yusuf Yılmaz ARAÇ

04 Nis 2025

Halim Kaya

11 Şub 2025

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 144,57 M - Bugn : 150430

ulkucudunya@ulkucudunya.com