ARDINDAN YAZILANLAR
01 Ocak 1970
GÜN SAZAK ŞEHİT EDİLDİ
S. Ahmet Arvasi, Hergün gazetesi, 29 Mayıs 1980
Evet, "Mavi Gömlekli Şeytan" istediğin oldu. Aziz Gün Sazak da öldürüldü. Kulislerde bir Babrak Karmal kahpeliği ile Türk milliyetçilerine kin ve öfke kusarken, şimdi sahnede sahte üzüntü mesajları yazıyorsun.
Seni iki yüzlü kahpe dölü! Akıttığın bunca milliyetçi ve ülkücü kanına rağmen, halâ doymadın mı? Nedir? Nedendir bu bitmez tükenmez kinin?
Sen, kanlı parmağınla bizi işaret ettikçe, karanlık köşelerde üzerimize kızıl mermiler boşalıyor. Kimsin, nesin sen? Seni halâ teşhis edemeyecekler mi?
Sen, Gün Sazak kimdi biliyor musun? O Türktü, Müslümandı, yiğitti, mertti, namuslu bir devlet adamı idi, bizim iki gözümüz idi. Onu öldürmekle ve öldürtmekle bağrımızı delik deşik ettiğinizin farkında mısın? Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bu işin hesabını, kitabını yaptın mı? Şimdi rahat mısın? Acaba bundan sonra rahat edecek misin? Bunları hiç düşündün mü?
Demek "barıştan yanasın ha!" onun için kahrediyorsun bizi; onun için bizi kahredenleri alkışlıyorsun.
En aziz ülküdaşı ve en yakın arkadaşı Gün Sazak'ın şehadet haberini işitir işitmez, gözyaşlarını tutamayan Alparslan Türkeş'in, hiç bir yüreğin tahammül edemeyeceği bir soğukkanlılıkla "Türk milliyetçilerinin iç savaş tahrikçilerinin oyununa gelmemelerini, sabırlı olmalarını, kanunlar içinde kalmalarını" içi kan ağlayarak emrediyordu. Vatanını, milletini bu ölçüde seven bir devlet adamı karşısında acaba yüzün biraz kızardı mı? Acaba, barış ve insanlık nedir, biraz sezebildin mi?
Yoksa, bu sözler, yüreğindeki korkuyu bastırmaya mı yaradı? Yoksa, yeni cinayetler için müsait fırsat mı kollayacaksın?
Evet, "Mavi gömlekli şeytan", sen de, senin kızıl manyakların da, dayandığın kızıl imparatorluk da Allah'ın izni ile kahrolup gideceksiniz! Biz, meşru zeminlerde ve sabırla devletimizin, size gereken cevabı vermesini ümid edecek ve Allah'ın "kahhar" sıfatı ile tecelli etmesini bekleyeceğiz.
Şehidimize Allah'tan rahmet, milliyetçi ve ülkücü camiaya başsağlığı dilerim.
BİR TÜRKMEN AĞASI VE BİR TÜRKMEN BEYİ
Şevket Bülent Yahnici, Türkiye ve Dünya Dergisi, Temmuz 1980, Sayı:3
Gün Beyi Siyasete Çeken Olay
"... Mesela bir gün İnşaat Mühendisleri Odasının seçimi varmış. Seçimden evvel Gün Sazak arkadaşımız gitmiş, Dahiliye Vekili Menteşoğlu'na demişler ki, Mülkiye'de seçim yapılacak, orada da solcular hakim, hır çıkarıp elimizden alırlar. Vekil "Bütün emniyet teşkilatı tertiplerini almıştır" demiş. Seçim yerine gitmişler. Yüksek mühendisler, içinde 60 yaşında umum müdürler var, 65 yaşında eski müsteşarlar var, bin küsür üye, 350 solcular rey veren var. 700 tane de vermeyen var. Divan da solcu ilan etmiş: "700 reyle biz kazandık". Yok demişler biz size rey vermedik. Hayır verdiniz, yok vermedik. Divandakiler, çıkın öylesye dışarı sayıyoruz demişler ve bunlar çıkmışlar koridorlarda sayılmak üzere. Dev-Gençliler, ellerinde değnekle gelmişler, biz demişler size salonu verdik, koridoru da mı verdik, mektebi basmaya mı geldiniz namussuzlar demişler, yüzlerine de tükürmüşler, haydi bakalım sokağa deyip bunları atmışlar.
Tekrar salona girmek istemişler, salon kapısında iki tane Dev-gençli "Siz dışarı çıktınız içeri giremezsiniz!" deyip, sokmamışla, sokakta kalmışlar. Soğuk da birgün, araba da bulamamışlar, 700 tane yaşlı başlı adam gitmişler DSİ Umum Müdürlüğünün salonunda toplanmışlar ne yapalım diye. "Dahiliye vekili bize garanti verdi, biz burda dayağı yedik, bir tek polis neferi çıkmadı karşımıza" deyip şikayet etmişler, tahkikat yaparız demişler. Adamlar 350 rey aldı 700 ilan ittiler. Bunu tespit edecek Ankara'da bir noter bulmuşlar..."
Yukarıdaki pasaj, Türkmen Ağası Dündar Taşer rahmetlinin Mesele isimli kitabından alınmış olup vefatından çok kısa bir süre önce, 20 Mayıs 1972 günü Mersin Merkez ilçe kongresinde yaptığı konuşmadan bir bölümdür. Olayı anlatan rahmetli Taşer'dir, ama o sadece nakledendi. Olayı bu kadar ayrıntılarıyla dinlediği insan ise Türkmen Beyi, rahmetli Gün Sazak'tır. Çünkü, Dündar Bey rahmetlinin Mersin Merkez ilçe kongresinde yaptığı konuşmadaki bu bölüme konu teşkil eden olayı, Gün Bey rahmetli kendisine naklederken yanlarındaydım. Gün Bey, o güne kadar politika ile fazlaca uğraşmayan bir kişidir. Bir politikacının hem de Türk demokrasi tarihinde oldukça önemli, kişilikli, tanınmış bir politikacının Emin Sazak'ın oğlu olmasına rağmen hayatının uzun bir döneminde politikadan uzak durmayı tercih etmiştir. Bir inşaat şirketinin kurucusu, ortağı, yöneticisidir.
Aslında kendisi ziraat mühendisi olup, fiilen çiftçilik yapan bir kişidir. Yüksel İnşaat şirketi dolayısıyla çok geniş bir inşaat mühendisi çevresi edinmiştir. Şirketinde pek çok inşaat mühendisi çalışmaktadır. Onların vasıtasıyla İnşaat Mühendisleri Odasının seçimiyle ilgilenir ve olaylar yukarıda aldığımız pasajdaki gibi gelişince de, bilmiyorum hangi vasıtayla, kimin aracılığıyla ona gelir, Dündar Beyi bulur ve olayı anlatır.
İşte, Dündar Beyin Mersin'de "naklettiği" olay, Gün Beyin kendisine anlattığıdır. İşte, bu olay Türkmen Ağasıyla, Türkmen Beyini buluşturan vesile olmuştur. Bu buluşmadır ki, Gün Beyin siyasî hayatını başlatmıştır.
İlk Buluşma
Ben Gün Beyi ilk defa, işte bu buluşma sebebiyle tanıdım. Bir gün Meşrutiyet caddesinde "Kübitem" adını verdiğimiz ve rahmetli Taşer'in devamlı oturduğu büronun kapısı çalındı ve içeriye telaşlı, sıkıntılı, öfkeli bir adam girdi. Bu Gün Beydi.
Ben, Gün Beyi bundan sonraki yıllar içinde belki ancak birkaç defa bu halde gördüm. Daima rahat, sakin ve kolay kolay sinirlenmeyen bir insandı. Ama ilk gördüğümde, hayatında sayılı olan bir ruh hali içindeydi. Çünkü, kongreden geliyordu ve zamanın İçişleri Bakanına kızmıştı, komünistlere öfkelenmişti ve olup biteni aklı hayali almıyordu; "nasıl olurdu da 700 kişinin elinden 350 kişi kongre alır?" diyordu... İşte böyle diyen, bunları düşünen, olup bitene kızan bir adam giriyordu, "Kübitem"in kapısından.
Aynı adam, öfkeli, sıkıntılı, sinirli girdiği kapıdan gayet rahatlamış olarak çıktı; çünkü, içerde rahmetli Taşer'le başbaşa verip, ne kadar sürdüğünü şimdi hatırlayamayacağım bir konuşma, görüşme, sohbet yapmışlardı. Rahmetli Taşer'in o sakin, telaşsız, ölçülü, mantıklı haliyle yaptığı konuşma onu öylesine etkilemişti ki, sadece o gün için rahatlatmakla, sakinleşmekle kalmadı, kendisini giderek milliyetçi hareket saflarında buldu.
Gün Beyin Taşer'in gıyabında onunla ilgili olarak söylediği sözlerin şahidi oldum. Taşer'i çok sever, büyü bir saygı ve hayranlık duyardı. Kendisinin MHP'li oluşunu bir tek sebebe bağlardı: Taşer'le tanışmasına, o kongre sonrası çare aramak ve dert yanmak amacıyla Taşer'le buluşmasına... Taşer'in kendisini çok etkilediğini söylerdi. Kübitem'deki bu ilk buluşmadan sonra Taşer'le Sazak sık sık bir araya geldiler. Yine ya Kübitem'de buluşuyorlardı, ya da Taşer'in ikinci adresi gibi olan Bulvar Palas'ta...
Bir iki kere de partinin genel merkezine geldiğini hatırlıyorum. Bu sıralarda, Gün Beyle ilgili olarak hatırladığım bir husus da geçirdiği bir trafik kazasıdır. O zaman partiye kaydını yaptırmış mıydı, yaptırmamış mıydı bilmiyorum; ama uzun süre yattığını ve daha da uzun bir süre boynuna kırıkla ilgili olarak geçirilmiş bir aletle dolaştığını hatırlıyorum. Hatta, bir-iki kere de evinde ziyarete giderek "geçmiş olsun" demiştik. İşte, o ziyaretlerimden birinde, uzun uzun konuşma fırsatı elde edince Gün Beyi daha yakın olarak ve bazı belirgin özellikleriyle tanıma fırsatı buldum.
Sanki kazayı geçiren kendisi değildi; "geçmiş olsun" deyince bir arkasına bakıp "kime söylediniz, bana mı, ha teşekkür ederim" demediği kalıyordu. O kadar rahat, hayatı o kadar umursamaz bir insanı az gördüm. Hayat dolu ve espriliydi. Boynunda o kendisini çok rahatsız ettiğini bildiğim acayip alet olduğu halde, hiç farkında değilmiş gibi neşeyle konuşuyor, gülüyordu. Çok rahat ve kendinden emin, tavizsiz kişiliği hemen belli oluyordu. Kendisiyle ilgili hiçbir endişesi olmayan, ama sadece memleketi, vatanı, milleti düşünen "götürmek istendiğimzi uçurumdan nasıl kurtuluruz?" diye dertlenen bir insan... Komünizmin gelişmesini ve bu haliyle giderse memleketin hali ne olur endişesini taşıyan bir vatansever... İşte, Gün Beyle ilgili ilk intibalarım bunlardı. Sonra partiye girdi, Genel İdare Kurulu üyesi oldu, Genel Başkan Yardımcısı, Gümrük ve Tekel Bakanı oldu. Kahpe kurşunla şehit edildikten sonra kendisiyle ilgili olarak yazılan yazılar içinde bir tanesinin başlığı beni çok etkiledi: "Türkmen Beyi" diyordu bir arkadaşımız onun için. Evet Türkmen Ağası; Dündar Taşer ve
Türkmen Beyi: Gün Sazak.
Niye Türkmen Ağası, Neden Türkmen Beyi?
Ben Türkiye'de köklü ailelerden geldikleri, büyük toprak sahibi oldukları, kendilerine ve ailelerine "ağa" denilebileceği -veya dendiği- halde, bu durum gerek kendileri gerek etrafları için hiç de yadırganmayan iki insan tanıdım. Biri Taşer, biri Sazak. Hatta, Sazak'ın bir karanlık yüzlü gazetenin neşriyatını kasdederek "Evet ağayım ve bundan şeref duyarım" dediğini hatırlıyorum. İnsanın bu sözü bu kadar rahatlıkla söyleyebilmesi meseledir, esas mesele de bunu söyleyecek kadar "ağa" olabilmektir!.. Taşer, Gaziantep'in en iyi, varlıklı, eski ailelerinden birinin mensubuydu. Akrabaları arasında mebusluk, gazetecilik, devlet adamlığı yapmış pek çok kimse vardı. Gaziantep'in girişinde Başpınar adı verilen çok geniş ve değerli bir arazinin sahipleriydiler, aile olarak... Şimdi her ne kadar bu arazi işgalde ve hiçbir maddi faydası ve imkân kalmadıysa da yine, bu binlerce dönüm toprak, adama "ağa" dedirtir herhalde... Ama Dündar Ağa ne yapmıştı? Sağlığında bu toprakların geniş bir bölümünü, hazineye metrekaresini bir liradan verip, organize sanayi bölgesinin kurulmasını sağlamıştı. Yeter ki, Antep böyle bir imkana kavuşsundu, varsın bir lira gibi komik bir miktardan arazisi alınsındı. Burada bu araziyi hazineye verme teklifinin Dündar Beyden geldiğini belirtmek gerekir. Derdi ki, "Ağa verdiğini almaz". Ağa tarifi, ağa düşüncesi buydu. Şimdi gelin karar verin, Dündar Beyin her tarafı ağa olsa ne olur? Hayatında daima iyilik yapmış, kimse için kötü düşünmemiş, kötü konuşmamış, mert, dürüst, feragat ve fedakârlığı had safhada yaşamış bir insan... Ağa bu, Dündar Bey bu... İslahiye'de askerdir, ihtilal öncesidir, hastaneye yatar, apandist ameliyatı olur, apandisti filan olmadığı halde. Sırf Ankara'ya gelebilmek içindir bütün bunlar, çünkü arkadaşları ile kader birliği vardır, yetişmesi lâzımdır... Çok zeki ve espriliydi... Bir gün Sayın Türkeş'le Anayasa Mahkemesinden gelmektedirler, 27 Mayıs tebriği için gidip Genel Merkeze (Yüksel caddesine) dönmektedirler. Rahmetlinin katıla katıla güldüğüne şahit olduk, merak ettik sorduk, o zarif ve esprili haliyle "gülünmez mi ihtilali biz yaptık, şimdi de gittik adamlara sizi tebrik ederiz dedik!" demişti. Ben Taşer'in bir tek gün bile, bir tek kere dahi, MBK üyelerinden herhangi birisinin aleyhine konuştuğunu, yanında da onların aleyhlerine konuşulmasına izin verdiğini hatırlamıyorum. Prensipte onlara karşı olmak başkaydı, bir hesap varsa o hesabı görmek başkaydı, ama şahısların aleyhine konuşmak da ayıptı. Ne yüce bir tavır değil mi? İşte, bu Taşer...
Ya Sazak... Babası Emin Bey merhum, Türk politikasında imzası olan, Türk demokrasi tarihinde yeri olan bir şahıs. Eskişehir'de büyük arazileri var. Toprak reformu kanunu tasarısı Meclise gelir. Emin Bey tasarıya karşı çıkanlar arasındadır. Prensib olarak karşıdır, Türkiye ziraatının bu işe hazır olmadığı iddiasındadır. Reformun başarı getirmeyeceği inancındadır. "Emin Bey kendi topraklarını kurtarmak için reforma karşı çıktı" dedirtmemek için topraklarının bir kısmını köylülere dağıtır ve reformu kendi yapar. Anlatmak istediği, bu işe kendi faydasına değil, memleket faydasına karşı çıktığıdır. Gün Bey, Emin bey rahmetlinin ortanca oğludur. Yiğittir, merttir, dürüsttür, dosttur bütün hayatı boyunca... Hatta, bir anlamda kabadayı adamdır. Mütevazidir. Kimseye eyvallahı yoktur. Pratiktir. Hele hele hayatının MHP saflarında yer aldıktan sonraki dönemindeki davranışları, tavrı, münasebetleri ile sağcısı, solcusu, AP'lisi, CHP'lisi ile herkesin saygısını uyandırmış, hayranlığını kazanmıştı. Bakanlığı sırasında fırsat vermediği, göz açtırmadığı kaçakçılar bile ondan hayranlıkla bahsetmişlerdir. Parti içinde meselelerin çözüm yeri haline gelmişti. Kendi aramızda konuştuğumuz, bir neticeye varamadığımız, Genel Başkana arzetmekten çekindiğimiz meseleler bile ona intikal ettirdiğimizde kaşla göz arasında çözüme kavuşuyordu. Günlerce düşünüp, Genel Başkana nasıl desek dediğimiz bir konuyu, o girip beş dakikada arzedip, çıkıp, "çocuklar tamam bildiğiniz gibi yapın!" deyiverirdi.
Bir Hatıra
Gün Bey, parti dışında da çok geniş bir çevresi olan bir insandı. Gerek ailesinin ve merhum babasının durumu itibarıyla, gerek şirketi dolayısıyla, gerek dost kişiliğiyle geniş bir çevre edinmişti. Partiye girdikten sonra da mesela basın çevrelerinde çok iyi bir intiba bırakmış, kendisini sevdirmişti. Partinin aleyhine kalem oynatmaktan kendisini alamayan pek çok yazar, bir kere bile Gün Beyin aleyhine yazmamışlardı.
Çünkü, o ikili münasebetleriyle, dostluklarıyla bunu imkansız kılmıştı. Bir gün, galiba şehit edilişinden birkaç gün önceydi. Büyük Ankara Otelinin lobisinde karşılaştık. Buraya sık sık gelrdi. Çünkü, gazetecilerin, politikacıların, iş adamlarının uğrak ve buluşma yeriydi. Burada herkesin takıldığı, "Ekselans" adını taktıkları, hayli ilgi çekici bir kişi vardır. Gün Bey, baktım ki, Ekselansla masaya oturmuş, sohbet koyulaşmış. Ekselans diyor ki, "Gün Bey, Cumhurbaşkanlığı seçiminde sizin parti bana oy verecek mi?" Gün Bey ise günün yorgunluğu içinde ve sakin bir köşe bulup oturmanın rahatlığı ile, ekselansa takılmakta, şakalaşmakta... "Ekselans, bizim 18 oyumuz var!...." diyor. Uzun süre masada oturduk, şakalaştık, hatta çeşitli gazetelerden gazeteciler, yazarlar da gelip bu şakalaşmaya katıldılar. Ekselansı Cumhurbaşkanı seçecektik! Hatta Gün Bey Ekselansa bir de mecliste kolduk buldu; "seçilmemiş Adıyaman milletvekili!" diyordu. Her ne ise, bir süre sonra Gün Bey müsaade istedi ve kalktı. Tam giderken, cumhurbaşkanı seçileceğine gerçekten inanmış Ekselans arkasından uzun uzun baktı ve "Şu memlekette bir tek kişi için cumhurbaşkanlığı koltuğundan vazgeçerim, o da Gün Bey!" dedi.
Gün Beyin şehadetini duyunca Ekselans uzun uzun ağlamış, perişan olmuş. Hangimiz olmadık ki?..
Ben elimin yettiği, dilimin döndüğünce Gün Beyi ve onunla ilgili bazı izlenimlerimi, hatıralarımı anlatmaya, daha doğrusu nakletmeye çalıştım.
Bunu yaparken de, şahidi olduğum kadarıyla Taşer, Sazak münasebetini ortaya koymayı yeğledim. Çünkü, her ikisinin de, gerek rahmetli Türkmen Ağasının, gerek rahmetli Türkmen Beyinin kendi hayat çizgileri, Milliyetçi Hareketteki yerleri ve dava ve parti dışı münasebetleri itibariyle birbirlerine benzer pek çok yönleri bulunduğuna inanıyorum. Birincisinin kaybı ikincisinden, ikincisinin ki birincisinden büyük... Mekanları cennet olsun, Allah rahmet eylesin. Genç ömürlerinde şahidi olmadıkları "azametli devlet ideali" bir gün gelir gerçek olursa, ruhları da muazzez olacaktır, şüphesiz...