Cinayetlerin diğer yüzü!
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ 24 Nisan 2007
Son günlerde işlenen Dink, Rahip Santoro ve Misyoner cinayetleri bir halkanın zinciri gibidir. Bu cinayetler serisi toplumu karşıt kutuplara bölmek, ülkeyi istikrarsızlaştırmak ve ülkenin dış prestijinin sarsılmasını sağlamak gibi önemli işlevler görmektedir. Malatya’daki kurbanların kimlikleri, eylemin yapılış biçimi, katillerin ifadeleri ile yazarak ceplerine koydukları metinler olayda profesyonel bir yönlendirmenin söz konusu olduğunun delilidir. Kurbanların Hıristiyan olması; Türkiye’de Hıristiyanların baskı altında tutulduğu ve gerektiğinde öldürüldüğünün kanıtı olarak kullanılacaktır. İnsanların boğazlarının kesilerek öldürülmesi; Türkiye’deki Müslümanların Irak’takilerden çok da farklı olmadığını göstermeye yöneliktir. Zanlıların “dini ve milli değerler için yaptık”, “Biz ölüme gidiyoruz, ölürsek şehit oluruz” söylemleri; dini ve milli değerlere yönelik karalama ve aşağılama kampanyalarını gündeme getirecekti.
Bütün bunlar dikkatle irdelenmesi gereken önemli hususlardır. Ancak biz bu yazımızda kullanılmaya müsait onca insanı nasıl olup da Türkiye’nin yetiştirdiği hususudur.
Asıl üzerinde durulması gereken husus bir takım gençlerin bu tür vahşi cinayetleri işlemeye nasıl uygun hale getirildiğidir. Sorunun çözümünün ancak failleri öldürerek sağlanabileceğine inanan düşünsel bir iklimle Türkiye nasıl olup da sürekli karşı karşıya gelmektedir?
Herkesin şunu bilmesi gerekir ki; Marjinal olayları ancak marjinalleştirilmiş insanlar gerçekleştirebilir. İnsan öldürmek; normal, makul ve sıradan insanların yapacağı bir iş değildir. Demek ki bir şeyler, ya da birileri bu ülkenin gençlerini marjinalleştirerek bu tür cinayetlerin işlenmesine uygun hale getirmektedir. Bu ülkenin makul insanlarını marjinalleştiren şeyin ne olduğunu anlamadan sorun tam olarak kavranılmış olmaz. Öncelikle sosyolog ve pedegogların bu genç çocukları cinayete uygun hale getiren olgunun ne olduğunu bilmek ve açıklamak gibi bir mecburiyetleri vardır. Yoksa tek tek katliamların işleniş biçimi ya da cinayetleri işleyenlerin özelliklerini araştıran envanter çalışması yapmakla sorun, ne anlaşılabilir ne de çözülebilir.
Bir takım gençlerin cinayeti bir tür kendilerini kanıtlama aracı olarak gördükleri kesine yakın bir doğrudur. Cinayeti işleyen katil “biz ölüme gidiyoruz” diye not bırakıyor. Bunu din uğruna, vatan için yaptıklarını düşünüyorlar.
Bu gençleri bu noktaya getiren olgunun inançsızlık, umutsuzluk, boşluk ve değersizlik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Belirli değerlere sahip geleceğinden umutlu olan bir gencin, kendisi gibi düşünmeyen insanları yok etmeyi düşünmesi mümkün değildir. Şunu açıkça ortaya koymak durumundayız; Cinayet ya da katliam umudun bittiği yerde başlar! Demek ki ülkede kendi geleceğinden, ülkenin geleceğinden ve sahip olduğu değerlerin geleceğinden umutsuz olan insanlar var! Bu insanların çok önem verdikleri değerlerin korunmadığı ve inançlarının bu yüzden tehdit altında olduğuna inandıklarında eyleme geçtikleri anlaşılıyor. Sorun ülkesiz, ilkesiz, iddiasız ve idealsizlikten kaynaklanmaktadır. Değerlerinin ve geleceğinin tehdit altında olduğuna inanan birileri, kendi değerlerini, normlarını ve ilkelerini de kendisi koymaya başlıyor.
Şu soruyu herkesin kendisine bir kez daha sorması gerekiyor: Ne oldu da bu ülkede insanlar bu kadar kolay radikalleşmeye başladı? Acaba bu ülkede mütedeyyin insanları bile çığırından çıkaran bir şeyler mi oluyor? Yine acaba insanlar yasal ve meşru yollardan dini ve milli değerlerini koruyamadığını düşündükleri için mi bu tür eyleme kalkışıyorlar? İdealsizlik ve boşluğun cinayetlerde rolü yok mudur?
Bütün bu soruların cevaplarını ilgililerin düşünmesinde yarar olduğunu düşünüyoruz.