« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2022

Titrerim mücrim gibi baktıkça Macaristan’a

Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970

Geçtiğimiz hafta Victor Orban’ın, karşısındaki muhalefet bloğunu ezerek kazandığı seçim zaferi, burada önümüzdeki seçimde iktidardan kurtulmak isteyenlerin tüylerini diken diken etti. Macaristan’da Batı yanlısı, demokratik ideallere bağlı kesimlerin bir kez daha otoriter bir lider ve onun sadık takipçileri karşısında yenilgiye uğraması, ister istemez iki ülke arasında benzerlikleri gündeme getirdi. Orada da Orban iktidarından kurtulmak isteyen muhalefetin türlü rengi bir araya geldi ama seçim sonucu 2018’deki ‘Ekmek için Ekmelettin’ faciasına benzedi. Şimdi de muhalefetteki altı parti birleşip, beraber fotolar verirken, Macaristan benzeri bir çuvallamayla karşılaşır mıyız korkuları su yüzüne çıkıyor.

Aslında önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde -Erdoğan bu yıl bir baskın yapmazsa- muhalefetin adayının ciddi bir şansı olacağı söylenebilir. Ekonomik koşullar, iktidar yıpranmışlığı derken bu defa muhalefet bloğunun önde gittiğini kamuoyu yoklamaları gösteriyor. Öyle ki çok renkli, çok parçalı bloğun her bir kanadı şimdiden kendi adaylarını parlatmaya koyuldu bile. Dolayısıyla önümüzdeki seçimi muhalefetin kazanıp kazanmayacağının ötesinde hangi adayın geleceği kavgası daha fazla önem kazanacak gibi duruyor.



Dönelim bizim Macaristan meselesinde. Orban’ın seçim zaferi konuşmasında AB’den Zelensky’ye bir dizi aktöre karşın bu başarının kazanıldığını söylemesi, Batı karşıtı çevrelerde memnuniyetle karşılanıyor. Oysa Orta Avrupa’nın bu mütevazi ülkesi, Soğuk Savaş yılları boyunca bile Doğu Blokunun en Batı’ya bakan üyelerinden birisiydi. Sovyet tankları tarafından ezilen 1956’daki Macar reform programı, 68’deki Prag baharının da habercisiydi. Soğuk Savaş sona ererken de Macar halkı yarım yüzyıl boyunca koparıldığı Avrupa kıtasının kollarına kendilerini büyük bir mutlulukla atmıştı. AB’ye, NATO’ya üyelik derken Macarlar için Moskova’nın kontrolünde geçen yarım yüzyıllık süre artık geride kalmış korkulu bir kâbus gibi görünmeye başlamıştı. Neticede 90’lardan sonra hızla ülkenin ekonomik koşulları toparlandı ve diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Batılı değerlere sahip bir orta sınıf oluştu.

Ancak Macarlar da diğer birçok Avrupalı toplum gibi AB’nin, bilhassa şu son on yıllık sürede, beklentilerini karşılamadığını düşünüyor. Avrupa borç krizi ile durağanlaşan ekonomiler bir türlü eski temposuna kavuşamıyor. Üstüne göçmen meselesinin getirdiği baskı da eklenince, tüm kıtada popülist siyasetin, otoriter politikacıların beslenebileceği bir damar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sorunlar birden Brüksel’de kerameti kendinden menkul bürokratların üye ülkelere dayattıkları politikaların sonucu haline geliyor. Bunun karşısında halkların taleplerinin taşıyıcısı popülist politikacılarsa, kahramanca ülkelerine dikte edilen koşullara direnen liderlere dönüşüyor. AB’nin kurumsal yapısı ile üye ülkelerin kendi dinamikleri arasındaki çekişme zaman zaman Brexit’teki gibi radikal bir kopuşla sonlanıyor. Bazen de Macaristan örneğinde gördüğümüz gibi süregiden bir meydan okuma, merkezdeki bürokratik yapıyla ulus-devletin yetki paylaşımı kavgasına dönüşüyor.

Seçim sonuçlarına göre Macarların önemli bir kesimi mevcut durumu kendilerine dayatılan koşullara karşı iradelerine sahip çıkma mücadelesi olarak okuyor olmalılar. Macar halkının Birinci Dünya Savaşı sonunda maruz kaldıkları haksızlıktan kaynaklanan tarihsel travmaları da göz önüne alınırsa böyle millici bir tepkinin kökenleri de anlaşılabilir. Bilmeyenler için Sevr Anlaşması’nın bir benzerini St. Germain’de imzalamak zorunda kalan Macarlar, bizim parçalanma travmamızı bir ihtimal değil, gerçeklik olarak yaşayan bir toplum. Yine de AB’ye tepkiyi Macaristan’la sınırlı görmemek, birçok üye ülkenin halklarında yayılan bir memnuniyetsizlik duygusunun bir diğer dışa vurumu olarak okumak doğru olacak. Kim bilir, belki önümüzdeki haftalarda benzer bir analizi Fransa’da aşırı sağın yükselişi üzerinden yaparız.


Orban’ın zaferi ve AB’ye bir kez daha meydan okuyan konuşmasının pratik sonuçlarına gelecek olursak, Brüksel için çıkardığı gürültüyle orantılı bir sorun yaratması pek mümkün değil. Avrupa kıtasının ortasındaki bu nispeten küçük, mütevazi ülkenin komşularıyla ve AB’nin devleriyle somut bir gerilimi kaldırması mümkün değil. Macaristan Başbakanı’nın söylemlerinin, demokrasi çıtasını aşağı çeken uygulamalarının AB’nin hoşuna gitmeyeceğini tahmin edebiliriz fakat bunlar Avrupalı siyaset elitinin çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmayacaktır. Aksi takdirde Orban’ı zor duruma düşürecek bir dizi manivela zaten AB’nin elinde mevcut. Örneğin Rusya’ya yönelik yaptırımlarda ciddi bir gedik açma riski olsaydı bu ele avuca sığmaz siyasetçiyi sıkıntıya sokacak adımlar atılabilirdi. Ancak belirli bir çizgi geçilmediği sürece AB, seçimden önce olduğu gibi sonrasında da Orban’la zorlu da olsa bir denge bulacaktır.

Buradan geliyorum artık bir süredir pek bahsi geçmeyen Kopenhag kriterlerine. AB’nin bir ilkeler bütünü olduğunu gösteren en önemli sembollerden birisi olan demokrasi kriterleri, bugün bazı üye ülkeler için bile kâğıt üzerinde kalıyor. Otoriter siyasetin muhalefeti baskılama, medyayı ve yargıyı kontrol etme pratikleri AB’nin belirli ülkelerinde bile standart uygulamalar haline geliyor. Bu tür politikaların caydırılabilmesi adına Brüksel’in de diğer Avrupa başkentlerinin de ciddi bir adım atmaya niyeti yok. Velhasıl pragmatizmin öne çıktığı, zaten sorunlu AB’nin dikişlerini attırmamak adına böylesi aşırılıklara göz yumulduğu bir dönemden geçiyoruz. Üstelik bu tür problemler sadece çevredeki ufak tefek ülkelerde yok. Fransa gibi AB’nin belkemiği bir ülkenin bile bu dalgayı nasıl atlatacağını yaşayıp göreceğiz.

Dolayısıyla Türkiye gibi aday bir ülkeye Kopenhag kriterleri üzerinden baskı yapmak, daha da fazla inandırıcılık sorunu yaratıyor. Kendi üyelerine bile laf geçiremeyen, Birlik’in temellerini oluşturduğunu söylediği ilkeleri yol geçen hanına dönmüş AB’nin Ankara’ya söyleyecek şeyi epeyce azalıyor. Bu durum, Türkiye’de Batı yanlısı politikaları demokratikleşme için bir araç olarak görenlere de önemli bir mesaj veriyor. Ankara’nın dış politika yönelimi içerideki demokrasinin çıtasından bağımsız olarak yürüyebilir. Avrupalı liderler de güncel sorunların baskısı altında pekâlâ demokratik hassasiyetleri düşük muhataplarla işlerini kotarmaya razı gelebilirler.


Macaristan’da muhalefetin seçim yenilgisinden, farklı siyasi akımları sırf iktidar karşıtlığı üzerinden birleştirmenin yanlış olacağı sonucu da çıkarıldı. Buradan hareketle Altılı İttifak’ın da önümüzdeki seçimlerde bozguna uğrayacağı tahminleri yapıldı. Muhalefetteki farklı renklerin bir arada bulunmasının başlı başına bir hata olduğu ve yenilgiye kapı açacağı kanaatinde değilim. Neticede siyaset, kazanan koalisyonları oluşturma sanatı ve çelişkileri bir yana bırakarak ortak bir amaca yönelmek anlamsız değil. Ancak Macaristan örneğinde görüldüğü üzere bunun sadece iktidar karşıtlığı üzerinden kurgulanması, dahası, fazla soyut otoriterleşme, demokrasi eksikliği kavramlarının öne çıkarılması yeterli mobilizasyonu sağlayamayabilir. Bilakis böyle bir kurgu, Batı destekli bir muhalefet cephesine karşı daha yerli ve milli bir tercih olarak güçlü liderin eline oynayacak bir duruma yol açabilir. Avrupa ideali, toplumun seçkinleri için ilham verici olsa da çoğunluk açısından yabancı ve kendi sorunlarıyla ilgisiz bir değerler bütünü olarak algılanabiliyor. Böylelikle AB, hem yerel siyaseti demokratikleşmede etkisiz kalabiliyor hem de muhalefet için ayak bağına dönüşebiliyor.

Türkiye’de önümüzdeki seçimler, Macarların pek aşina olmadığı, bize özgü somut ekonomik güçlükler üzerinden şekillenecek. Zamanında iktidar Mısır’dan darbe mağduriyeti ithal etmişti, bugün de muhalefet blokunda Macar malı seçim yenilgisiyle oyalananlar mevcut. Orban’ın zaferinden çıkarılacak önemli sonuçlar elbette var ama buradaki oyunun parametreleri çok farklı. Buradaki sonucu Türkiye’nin dinamikleri belirleyecek. Yaşayıp göreceğiz.

Ziyaret -> Toplam : 145,93 M - Bugn : 116921

ulkucudunya@ulkucudunya.com