Doğu’nun ve Batı’nın efendisi Fatih Sultan Mehmed
İlber Ortaylı 01 Ocak 1970
İlkçağlardan beri dünya tarihinde cihangir olarak bilinen önemli mareşallerin özellikleri içinde onların savaş kabiliyeti şüphesiz en çarpıcı yönleridir ama ihmal edilen bazı taraflarını da iyice öğrenmek gerekir. Plutarhos’un ünlü eseri Vitae’de bir nevi paralellik kuruluyor, Julius Caesar ile Büyük İskender bu örneklerden biridir. Hiç şüphesiz ki Büyük İskender’in geniş ve ani fetihleri yanında Doğu ile Batı üzerindeki sentez çabaları, coğrafya kaynaklarına yönelişini, mesela Nil’in kaynağını aramak, Hind Seferi’nden dönüşte İran’ın çöl mıntıkasından geçerek burayı tetkik etmek veya Mısır’ı aldıktan sonra Siwa’ya doğrudan doğruya bir sefere çıkarak oradaki Osiris Mabedi’ne gidişi ve rahipler tarafından tanrı ilan edilişi aslında Mısır’ın batısını etüt amacını taşıyordu. General Bonaparte’ın (I. Konsül) Mısır Seferi’nde bu eski cihangirin daha geniş ve sistematik tetkikler düzenini kurduğu açıktır. Bitki, hayvan çeşitleri, eski eserler hakkında yayınlanan katalogların hepsi de “Description de l’Égypte” serisini oluşturur.
YUNANCA BİLİYORDU
Fatih Sultan Mehmed imparatorluğunu tarihi ve coğrafyasıyla tanımak istedi. Topkapı Kitaplığı’ndaki eserler, Ptolemaios’un Atlası, ki nüsha Yunancadadır, onun tarafından sıklıkla başvurulan bir eserdir. Fatih, Yunanca biliyordu. İmparatorluk Balkanlar ve Anadolu’daydı ve sadece İstanbul’un fethinden sonra değil, ondan evvel de önemli miktarda Hellen tebaasının olduğu açıktı. Osmanlı sarayında Enderun bu dili de öğretiyordu ve Fatih onu iyi öğrenen biriydi. İlyada ve Büyük İskender’in fetihlerine kadar eski Yunan tarihi ve Helenizm’i öğrenme çabasındaydı. Kaynaklar dediğimiz gibi Arapça, Farsça ve Türkçe dışındadır, yani Yunancadır.
RÖNESANS MÜNEVVERİ
Batı resmiyle ilgilendiği biliniyor, bu bir tevatür değil. Bizzat kendisinin yaptığı çizimler ve modern çalışmalar var. Zaten Osmanlı Sarayı’nda Batı tarzındaki portre de sadece Bellini’ye yaptırdığı kendi tablosu değildir, bu eserlerin II. Bayezid devrinde saray muhitinden uzaklaştırıldığı, II. Bayezid’in daha başka kültür seçimi dolayısıyla eserlerin ya satışa çıkarıldığı ya da zamanla unutulduğu görülüyor. Önemli bir heykel koleksiyonu vardı. Elden çıkarılamayan mimari parçalar Topkapı Sarayı’nın Bâbüsselâm’dan sonraki girişinde ve mutfaklar kısmında yer almaktadır.
Padişahın İtalyanca ve eski Yunanca bilmesi, konuşması ve rahatça okuması ve bunun dışında Arapça ve Farsçada da Türkçe gibi kalem oynatması, onu Rönesans dönemi boyunca en donanımlı münevver olarak ortaya çıkarmaktadır. Batı’da genellikle Latince bilinir, eski Yunan metinlerine yöneliş daha geç ve daha dar bir zümrenin elindedir. En iyi Yunanca bilen Rönesans düşünürleri Pico della Mirandola ve Alman reformasyonunun öncülerinden Johann Reuchlin’dir. Her ikisinin de bildikleri Şark dili sadece İncil dolayısıyla İbrancadır. Bu durumda Fatih’in elsine-i selase şarkiyye’yi, yani üç şark dilini (Türkçe, Farsça ve Arapça), Yunanca ve İtalyancayı bilmesi ona bir üstünlük kazandırır. Tabii ki bu dallarda Farsça ve Türkçe şiir dışında bir ilmi eser kaleme almamıştır ama literatürün içinde önemli eserleri okuduğu anlaşılmaktadır.
İKİ KÜLTÜRÜN SAHİBİ
En önemli değişim İstanbul’un fethiyle Roma İmparatorluk coğrafyasının bir ölçüde yeniden kurulmasıdır. Osmanlının kontrolündeki bölümle devamlı temasta bulunulan İtalyan cumhuriyetleri sayesinde antik dönemin Akdeniz ticaret bütünlüğü yeniden kazanıldı.
Fatih Sultan Mehmed Han’ı tarif edecek en önemli cümle şu olmalıdır: “Doğu’nun ve Batı’nın efendisiydi ve iki kültürün de sahibiydi.”