« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Tem

2009

Zaptiye Ahmet / Mehmed Niyazi

01 Ocak 1970

Değil mi ki ölüm karşısında bütün insanlar müsavidir. Canımızdan aziz bildiğimiz dostlarımız son haftalarda birbirlerinin ayak izlerini takip ederek huzura çıktılar. Türkmen kocası Dilaver Cebeci’nin vefatıyla sarsıldık. Cengiz Aytmatov’un fani bedeni ölümsüzlük âlemine göç etti, fakat çağları aşıp gelen sesiyle söylediği sevda türküleri dünya bozkırında tarih durdukça yankılanacak.

Kıymetli arkadaşımız Erdem Bayazıt’ın eli ‘ak bir kağıdın üzerinde dolaşır gibi’ Asya’nın, Afrika’nın üzerinde dolaşıp duracak. Kimilerinin ardından sadece şahsi yakınlığımız dolayısıyla üzülürüz. Kimilerinin ardındansa mensubu olduğu milletin bir ferdi olmamız dolayısıyla ve insanlık adına da üzülmek zorundayızdır. Onlar birer ses, birer renk, birer semboldürler. Tıpkı bundan otuz dokuz yıl önce kaybettiğimiz Ahmet Ersin Yücel gibi. Biz onu ‘Zaptiye Ahmet’ diye tanımış ve çok sevmiştik.
Ahmet Ersin Yücel, Haydarpaşa Lisesi’nden arkadaşımdı. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam ettik. Tarih ve edebiyata merakı sebebiyle bir yıl sonra Hukuk Fakültesi’nden ayrılıp Edebiyat Fakültesi’nin Şarkiyat Bölümü’ne kaydoldu. Beyazıt’taki kültür ve sanat muhitlerine devam etti; tertemiz bir insan olarak kısa zamanda bu muhitlerin sevilen bir siması oldu.

Ahmet hiçbir milli meseleye kayıtsız kalmaz, karşılaştığı her hadisede hakkı teslim etmeye özen gösterir, düşüncelerini her platformda cesaretle savunurdu. Heyecanlıydı, mertti, biraz da sert tabiatlıydı. Bu özellikleri kendisine ‘zaptiye’ lakabının takılmasına sebep olmuştu. Türkiye’yi ziyaret eden Rusya Başbakanı Kosigin’i protesto ederek kamuoyunun dikkatini çekmişti. En mümeyyiz vasfı, bunca yıl aradan sonra bile onunla anılan ‘mesele geçmek’ti. Onu bir uzun yol otobüsünde, İstanbul’un herhangi bir yerindeki bir kahvehanede hatta sokakta yürürken tanıdığı ya da tanımadığı kişilere mesele geçerken görebilirdiniz. Çünkü Zaptiye Ahmet, meselesi olan bir insandı.

İflah olmaz bir Osmanlı âşığıydı. Çok iyi derecede Osmanlıca bilirdi. Osmanlı tarihinin bütün safhalarına vâkıftı. Osmanlı sevgisi onda adeta hayat tarzı haline gelmişti. Fatih’te mütevazı bir otelde kalıyorduk. Sabahları kalkıp Beyazıt’a doğru yola çıkınca, “Şurada Sultan Abdülaziz Han’ın turşucubaşısının torununun dükkânı var” der, girer turşu yerdik. Biraz ilerlerdik ki bu sefer “Şurada Sultan Abdülhamid Han’ın şerbetçibaşısının dükkânı var” derdi, şerbet içerdik. Haftanın belirli akşamları meclisimiz olurdu. Neyzen arkadaşlarımız neylerine davranınca rahmetli aşka gelip elini kulağına atar; “Alişimin kaşları kara” diye söylemeye başlardı. Bir avuç gençtik; ne çare ki rüyalarımız ufuk tanımazdı; biz Tuna’yı çok severdik. Ceddimizin kılıç sesleri Ahmet’in kulaklarından eksik olmazdı. Yine yüzyıllar ötesinden gelen bir nağme mırıldanırdı; “Kırım’dan gelirim, adım Sinan’dır”. Hey gidi günler hey; rüyalarımız bakımından her şeyden mahrumduk; fakat gençlik idealiyle ne kadar mutlu ve ümitliydik.

Vakurdu, mütevekkildi. Bütün dava adamları gibi ticaretten anlamaz ve haz etmezdi. Bir ağabeyimizle ortak olarak deri ticaretine girmişti. Kısa zamanda dükkanı elinden çıkarmak zorunda kaldı. Ne olduğunu sorduğumda ise, “Ne olacak! Koskoca Estergon Kalesi elden çıktıktan sonra Estergon bayisi de elden çıkmış, mesele mi?” demişti.

Vefat haberini gurbette öğrendim ve dünyadaki yalnızlığım bir kat daha arttı. Beni Almanya’ya uğurlayan Ahmet, önemli bulduğu gazete haberlerini ayda bir defa postayla gönderirdi. Mide kanamasından hastalanınca başında bekleyen Vehbi Erdemir isimli delikanlıdan hastalandığına fakat sağlık durumunun iyiye gittiğine dair bir mektup aldım. O mektuptan birkaç gün sonra yine Vehbi Erdemir’in gönderdiği gazeteler geçti elime. Üniversitenin arkasındaki bahçede oturup gazeteleri açtım. Bir de ne göreyim: “Zaptiye Ahmet hakkın rahmetine kavuştu.” O gece ne havanın karardığını fark edebildim ne de etrafımdaki insanların kaybolduğunu. Kendimden geçmiş halde gece yarısına kadar oturup kaldım. Adliyelerde, nezarethanelerde çok beraber bulunmuştuk. Okullarda beraber okumuş; ekmeğimizi bölüşüp yemiştik.

Ahmet mide kanaması geçirince arkadaşlarımız tam altmış şişe kan vermişler fakat bu çabalar fayda vermemiş. Komadan çıktığı zamanlarda dudaklarından şu cümleler duyulur: “Şeyhülislam geldi, daha ne duruyorsunuz, kaldırın şu cenazeyi!..” Zaptiye Ahmet, 16 Temmuz 1969 Çarşamba günü ruhunu teslim eder. Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazını çok sevdiği Abdurrahman Gürses Hoca kıldırır. Naaşı Mahmut Celalettin Ökten hocanın yanına defnedilir. Yüce Allah mekânını cennet etsin, Zaptiye Ahmet gibi kullarını milletimizden eksik etmesin.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 7432

ulkucudunya@ulkucudunya.com