« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Tem

2009

KIBRIS BARIŞ HAREKATI

01 Ocak 1970

Türkiye ve Yunanistan’ın da katıldığı müzakere süreci, 15 temmuz 1974’teki Rum-Yunan darbesiyle sonlandı. EOKA içindeki ayrılıklar sonucu, Ulusal Muhafız Örgütü Cumhurbaşkanı Makarios’u devirdi ve EOKA-B önderi Nikos Sampson’u ‘Cumhurbaşkanı’ ilan etti. Makarios, Kıbrıs’ı terk etti.

Türkiye, Ada’da ‘enosis’ idealinin tekrar canlandığını görünce, Garanti Anlaşması uyarınca İngiltere’yi ortak hareket etmeye çağırdı. Ancak bu çağrıya İngiltere olumsuz yanıt verdi. Bunun üzerine, Türk çıkarma gemileri 20 temmuzda denizden çıkarma ve havadan indirmelerle Girne bölgesini kontrol altına aldı.

Yunan birliklerinin Ada’da ‘garantör’ olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 temmuzda BM’nin çağrısına uyularak ateşkes ilan edildi.

Türkiye’nin ‘Kıbrıs Barış Harekatı’ adını verdiği çıkarma sonrası Kıbrıs’ta Sampson, Yunanistan’da da askeri cunta devrildi.

Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı’nın perde arkasında, Ada halkını korumak kadar Türkiye'nin stratejik çıkarlarının Yunanistan'a karşı korunması da yatıyordu. Harekat, Kıbrıs Türk toplumunun varlığını güvence altına alması açısından önemliydi ve bu sayede ‘enosis’in gerçekleşmesi, bir başka deyişle Ada’nın Yunanistan'a ilhakı önlendi.

30 temmuzda imzalanan Cenevre Anlaşması’nda Kıbrıs'ta fiili olarak ‘iki ayrı ve otonom yönetim’ bulunduğunun altı çizildi:

1960 Anlaşmaları ve BM'nin 20 temmuz 1974 tarihli kararları dikkate alınarak, Kıbrıs'ta yeni önlemler alınacaktır.

Her iki taraf askerleri de 30 temmuz 1974 günü saat 20.00'de bulundukları yerlerde kalacaklar ve genişlemeyeceklerdir. Türk kuvvetleri etrafında, genişliği sonradan belirlenecek bir tampon bölge kurulacak ve bu bölgeye BM Barış Gücü hariç, hiçbir kuvvet girmeyecektir. Yunan ve Kıbrıs kuvvetleri, işgal ettikleri Türk yerleşim bölgelerinden derhal çıkacaktır. Bu bölgeler BM Barış Gücü'nün kontrolüne verilecektir. Karma köylerde güvenlik, BM Barış Gücü tarafından sağlanacaktır.Bütün esirler değiştirilecektir.

Kıbrıs'ta bulunan yabancı kuvvetler, karşılıklı barış, güvenlik ve karşılıklı itimat tesis edildiği ölçüde azaltılacaktır.

Bölgede barışın sağlanması ve Kıbrıs'ta anayasal bir hükümetin kurulması için bundan sonraki görüşmelere 8 ağustos 1974 günü başlanacak, buna Türk ve Rum Kıbrıs Temsilcileri de katılacaktır.

Müzakere sürecinin de tekrar başlatılmasına atıfta bulunulan anlaşmaya karşın Yunanistan, uzlaşmaya yanaşmadı ve şiddet eylemlerine devam etti.

Bunun üzerine Türkiye, dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kızı ‘Ayşe’yi tatile göndermeye’ karar verdi ve ikinci Barış Harekatı 14 ağustosta bu şifreyle başladı. Türk ordusu Ada’nın yüzde 37’sini kontrol altına alacak kadar ilerledikten sonra ikinci harekatı 16 ağustosta sona erdirdi.

1975: Nüfus mübadelesi gerçekleşiyor
13 şubatta ‘Kıbrıs Türk Federe Devleti’ (KTFD) kuruldu. İlan sonrası BM Güvenlik Konseyi, sorunun çözümü için BM Genel Sekreteri’ne ‘iyi niyet misyonu’ veren kararı kabul etti. İyi niyet misyonu, sorunun çözümünde arabuluculuk ve hakemlikten çok, müzakere sürecini kolaylaştırmayı amaçlıyordu.
Aynı yıl içerisinde bir de nüfus mübadelesi gerçekleşti. 2 ağustosta Avusturya’nın başkenti Viyana'da BM, Türk ve Rum liderleri arasında bir Nüfus Mübadele Anlaşması yapıldı ve BM Barış Gücü aracılığıyla uygulandı.

Nüfus mübadelesi anlaşmasıyla Ada’nın kuzeyinden güneyine yaklaşık 120 bin Rum, güneyden kuzeye de 65 bin Türk geçti. Bu tarihten sonra Ada’nın kuzeyi ve güneyi bir ‘ara bölge’yle birbirinden ayrıldı.

1977: Zirve Anlaşması imzalandı
12 şubattaki Denktaş-Mikarios görüşmesi sonucunda, dört maddeden oluşan ve Ada’da ‘iki toplumlu federal bir cumhuriyet’ kurulmasını öngören ilk Zirve Anlaşması kabul edildi. Bu anlaşmayla, Kıbrıs Rum Kesimi ilk kez iki kesimli, iki toplumlu federal bir çözümü benimsiyordu.

1979: II. Zirve Anlaşması imzalandı
Türk tarafının çağrısı üzerine mayısta Denktaş ile Kiprianu arasında bir görüşme yapıldı. Bu görüşme sonrası da II. Zirve Anlaşması imzalandı. İlkini teyit eden bu anlaşma, ‘iyi niyet ve karşılıklı güven ortamı’nın önemine işaret ediyordu.

1980: Federal anayasa, iki kesimlilik
Ada’da ‘iki kesimlilik ve güvenlik’ kavramları ilk kez açıkça belirtildi. Federal anayasa ve iki kesimli toplum formülü belgelendi.

1982: BM’den ‘işgal ordusu’ kararı Yunanistan’daki seçimleri kazanan Papandreu, şubatta Kıbrıs’a giderek ‘Kıbrıs’ın Helenizmin bir parçası’ olduğunu söyledi.

Bu arada BM Genel Kurulu, Rum tarafının başvurusu üzerine Ada’daki ‘işgal ordusunun derhal çekilmesini ve mültecilerin isteğe bağlı olarak geri dönmeleri’ni tavsiye eden bir karar aldı. KTFD Meclisi de, ‘Kıbrıs toplumunun self-determinasyon hakkı’na ilişkin bir karar aldı.


Belgelerle Kıbrıs Barış Harekatı

KIBRIS’TA 20 TEMMUZ 1974 ÖNCESİ ASKERİ DURUM:

Rum kuvvetleri:

Kıbrıs Rum Kuvvetleri; Rum Milli Muhafız(RMM) ordusu, Rum Polis teşkilatı ve Yunan Alayından ibarettir. Ayrıca, seferde teşkil edilen Home Guard (HG) taburları ile RMM ordusu takviye edilmektedir. Rum ordusu Yunanlı subaylar tarafından eğitilmekte ve yönetilmektedir. Seferde Rum ordusunun mevcudu 40.000’ne çıkabilmektedir. Bu birliklerin yanı sıra, Makarios’a bağlı 4000 kişilik “Epikourik” (Taktik Yardım İhtiyat) kuvveti vardı.

Türk Silahlı Kuvvetleri:

Kıbrıs Barış Harekatı’na 6 nci Kolordu Komutanlığı emrinde; 28 nci Motorlu Piyade Tümeni, 39 ncu Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır. Harekat üç safha olarak planlanmıştı. Birinci safhada hava ve kıyı başının tesisi ve elde bulundurulması, ikinci safhada çıkan ve indirilen birliklerin birleşmesi, üçüncü safhada da harekat alanının genişletilmesi.

20 TEMMUZ 1974 - BİRİNCİ KIBRIS BARIŞ HAREKATI

20 Temmuz 1974 sabahı, Türk uçaklarının bombardımanından sonra, saat 06.15 den itibaren, hava indirme ve uçarbirlik harekatı ile Hava İndirme ve Komando Tugayları Gönyeli ve Kırnı bölgelerine indirilmeye başlanmış, Mersin’den Ertuğrul gemisi ve 33 çıkarma gemisi ile donanmanın koruması altında hareket eden Çakmak Özel Kuvveti de komanda birliklerimizle eş zamanlı olarak Girne’nin batısında dar ve sığ bir plaj olan Pladini (Karaoğlanoğlu) plajına, uçaklarımızın ve deniz topçusunun desteğinde çıkmaya başlamışdı.

SAT komandolarının çıkarma plajının çıkarmaya müsait olduğunu bildirmeleri üzerine, birinci dalga olarak plaja ilk çıkan Amfibi Deniz Piyade Alayı süratle ilerleyerek Girne - Karava - Geçitköy (Panağra Boğazı) ana asfalt yoluna ulaşmıştı. Çakmak Özel Kuvveti’nin diğer unsurları saat 12.00’de plaja çıkarak kıyı başını genişletmeye başlamışlardı.

Gönyeli ovasına paraşütle atlayan Hava İndirme Tugayı, bir taburu ile Kıbrıs Türk Alayı’nın batı yanını korurken, geri kalanı ile Dikomo (Dikmen) bölgesini ve Rum Bozdağı’nı ele geçirmek üzere taarruza başlamıştı. Kırnı bölgesine helikopterle inen Komando Tugayı duvar gibi dik dağ yamacını tırmanarak St.Hilarion ve Beyaz Ev bölgesine ulaşmış, bir taburu ile St. Hilarion - Doğru Yol istikametinde, diğer taburu ile Beyaz Ev- Zeytinlik- Girne istikametinde taarruz ederek kıyı başı ile birleşmeye hazırlanıyordu.

Donanma, sahil bombardımanı yaparak sahile çıkan birliklerimize topçu desteği sağlarken, 2 nci Taktik Hava kuvvetlerine bağlı savaş uçakları düşmanın ada genelinde askeri hedeflerine taarruz ederek tecrit ve yakın hava desteği görevlerini yerine getiriyorlardı.

20 Temmuz’da Rumlar büyük bir baskına uğramışlardı. Rumlar, Türk Ordusu’nun 1964 ve 1967’de olduğu gibi adaya müdahaleye cesaret edemeyeceği düşüncesinde idiler. Başlangıçta, paraşütle atlayan, helikopterle inen ve kıyıya çıkan birliklerimize etkili bir şekilde müdahale edemediler. Zamanla toparlanan Rumlar akşam saatlerinden itibaren birliklerimize karşı harekata başladılar.

20/21 Temmuz gecesi Türk ve Rum kuvvetleri arasında çok çetin çatışmalar yaşandı. Rumların Ortaköy, Gönyeli ve Boğaz Bölgelerini ele geçirerek; Girne- Lefkoşa irtibatını kesmek ve bu suretle; çıkarma yapan birliklerimizle, inen birliklerimizin birleşmesini önlemek amacıyla gece boyunca St.Hilarion, Bozdağ, Dikmen Tepe, Ortaköy ve Gönyeli ile Göçeri bölgelerinde yaptığı saldırılar kahraman Mehmetçikler tarafından her defasında püskürtülmüştü. Kıbrıs’a çıkan ve inen Türk birlikleri ele geçirdikleri yerleri, her ne pahasına olursa olsun elde tutmayı başarmışlardı. Harekatın ilk günlerinde, birliklerimiz hava desteğinin haricinde topçu ve tank desteğinden mahrum idi. Buna rağmen Türk askeri Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de destan yaratan atalarını aratmadılar. Beşparmak Dağlarında, Rumların gece saldırılarına karşı Komando birliklerimizin ölüm-kalım mücadelesi takdire şayandır.

Türk birlikleri 21 Temmuz’dan itibaren, Rum kuvvetlerine karşı tamamen üstünlük sağlayarak ileri harekatına devam ettiler. 22 Temmuz’da çıkarma yapan birliklerimiz ile birleşme sağlandı. Harekat doğu ve batı yönünde gelişerek Rum hedefleri tek tek ele geçirildi. Girne-Lefkoşa yolu tamamen Türk birliklerinin kontrolüne girdi. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı ateş kararını 22 Temmuz 1974 saat 17.00’de kabul edip, uygulamaya koyduğunu ilan etmiştir. 23 Temmuz’da 29 araçlık bir Rum konvoyu Hava İndirme Taburu tarafından pusuya düşürülerek imha edildi.

Bu gelişmeler üzerine Yunanistan’da cunta, Kıbrıs’ta da Sampson istifa ettiler. BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 1974 günü aldığı 353 sayılı karara uyarak, üç garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden kurmak amacıyla 25 Temmuz’da Cenevre’de görüşmelere başladılar. 30 Temmuz’a kadar devam eden bu görüşmelerde; tarafların 8 Ağustos’ta, Cenevre’de tekrar toplanmaları kararı alındı. Bu görüşmeler sonucu yayınlanan “Cenevre Deklarasyon”u ile taraflar; Kıbrıs’ta ayrı iki otonom yönetiminin mevcut olduğunu kabul etmişler, Otonom Türk ve Rum toplumlarının federal bir devlet çatısı altında bir ortak yönetim kurmalarını beyan etmişlerdir.

İlan edilen ateş-kes’ten sonra, mevcudu 40.000’ni bulan Türk birlikleri oldukça dar bir alana sıkışmış durumdaydılar. Birliklerin uzun süre bu dar bölgede bekletilmeleri emniyetleri açısından uygun değildi. Ateş-kes ile birlikte Türk birliklerinin ilerleyişlerini durdurmaları üzerine adanın her yanındaki binlerce Türk, Rumlar tarafından kuşatılmış, Rumlar Türk köylerindeki savunmasız çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştü.

14 AĞUSTOS 1974- İKİNCİ BARIŞ HAREKATI

İkinci Cenevre Konferansı’nda Yunan ve Rum tarafı zaman kazanmak, dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek için uzlaşmaz bir tutum sergilemeye başladılar. Birinci Cenevre Konferansı’nda alınan kararları dahi dikkate almadılar. İkinci Cenevre Konferansı’nın başarısızlığa uğraması üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri İkinci Barış Harekatına başladı. 14 Ağustos günü Saat 06.30’dan itibaren 28 ve 39 ncü Tümenler, Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek üzere doğuya doğru taarruza başladılar. Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı ile Lefkoşa Sancağı ve Komando Tugayı kolordu bölgesinin batı kesimini savunmakla görevlendirilmişlerdi. 39 Tümen bölgesindeki İngiliz Tepe ve Kara Tepe, Rum savunmasının bel kemiği durumunda idiler. 39 Tümen’in birlikleri saat 11.30’da İngiliz Tepe ve Kara Tepe’yi ele geçirdiler. 28 Tümen saat 12.00’ye doğru Mia Milia’yı işgal etti. Saat 15.00 civarında 39.Tümen Değirmenlik’i, 28. Tümen de Timbu hava alanını ele geçirdi. Türk askeri karşısında çareyi kaçmakta bulan Rumlar mağlubiyetin acısını çıkarmak için; 14 Ağustos’ta Taşkent, Terazi, Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde; savunmasız, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştür. Adanın diğer kesimindeki Türklere de insanlık dışı, vahşice saldırılar yapılmıştır. Birliklerimiz 14 Ağustos akşama doğru Paşaköy ve Serdarlı’ya girerek soydaşlarımızla kucaklaştılar.

15 ve 16 Ağustos’ta doğu ve batı istikametlerinde ileri harekatına devam eden birliklerimiz Magosa, Lefkoşa ve Lefke hattının kuzeyindeki bölgeyi tamamen kontrol altına almışlardır.

Sonuç olarak;

Kıbrıs Barış Harekatı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz’in karanlık sularına gömülmüştür. Bu savaşta; 498 Türk askeri, 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit olmuştur. Türkiye bu harekatı ile kendi güvenliğini ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehlikeye atacak girişimlere hiçbir zaman seyirci kalmayacağını dünyaya fiilen kanıtlamış oluyordu.

13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devlet’i, 15 Kasım 1983 de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi. Kıbrıs’ta Türk ve Rumlar arasında yapılan tüm görüşmelerde, Rumların uzlaşmaz tutumları nedeniyle günümüze kadar bir sonuç alınamamıştır. Kıbrısla ilgili yürütülen görüşmeleri bu uğurda canlarını ortaya koyan gaziler olarak dikkatle izliyoruz. Toprağa düşen şehitlerimizin ve akıtılan kanların dikkate alınacağını umuyor; uğrunda şehit verdiğimiz, kan döktüğümüz toprakları da kutsal bir emanet olarak kabul ediyoruz. Savaşta kazanılan toprağın iadesi kabullenemez.

Türk silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a yaptığı müdahale; sorunun sebebi değil, Rum-Yunan ikilisinin bugüne kadar adada uyguladıkları yanlış ve tahkirkar politikaların bir sonucudur.

Yunanistan’ın Kıbrıs’ı topraklarına katmayı istemesinin asıl amacı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareket serbestisini kısıtlamak ve Anadolu Yarımadası’nın güneyindeki milli güvenlik kuşağını daraltıp, Türkiye’nin etrafında bir stratejik kuşatma çemberi oluşturarak, onu Anadolu’ya hapsetmektir. Türkiye’nin, Yunanistan’ın ahdi hukukuna dayalı haklarını ve milli menfaatlerini koruyamayacak kadar zayıf bir duruma düşürülmesi, O’nun Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Ortaasya ile Kafkaslar’da itibarını büyük ölçüde zedeleyecek; bölgesinde bir denge unsuru olma ve caydırma niteliğini ortadan kaldıracaktır.

Kıbrıs’ta “Kendi kaderini tayin etme” (Self-determinasyon) hakkı söz konusu olduğunda, Ada’da yaşayan Türk halkı, BM Anayasa’sının 73 ncü maddesi esasları çerçevesinde en az Rumlar kadar kendi kaderini tayin etmede söz ve hak sahibidir. Asırlardır Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin Ada üzerinde hükümranlık hakları vardır. Bu haklarını Rumlara devretmeleri söz konusu olamaz.

Batı, dün olduğu gibi bugünde Yunan-Rum yanlısı tutumunu devam ettirmekte, Yunanistan ve Kıbrıs sorunlarının çözümünde Türk tarafından sürekli ödün istemektedir. Aşağıdaki örnekler, geçmişte Batı’nın, Yunan-Rum yanlısı tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.

- Emekli General Nurettin Türksan, “Yunan Sorunu” adlı kitabında, 13 Mart 1919 “Dörtler Konferans’ındaki konuşmaları aşağıdaki şekilde naklederek, 90 sene önce, Batılıların Kıbrıs’a bakış açılarını ve zihniyetlerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyordu:

“Loyd George : Niyetim, Kıbrıs’ı aynı şekilde Yunanistan’a vermektir.

Clemanceau : Unutmayınız ki, Berlin Antlaşması’na göre bu konuda benden izin almanız gerekmektedir.

Loyd George : Bu izni bana vereceğinizi ümit ederim.

Başkan Wilson: Yunanistan’a bu hediyeyi verebilirseniz büyük ve değerli bir iş yapmış olursunuz..”

- ABD Senatosu 17 Mayıs 1920 tarihinde Henry Cabot Lodge’nin sunduğu aşağıdaki kararı kabul ediyordu:

“ Senato, Kuzey Epir’in, Kariça’nın, Ege’deki 12 adanın ve Anadolu’nun batı kıyılarının barış konferansı tarafından Yunanistan’a verilmesini kabul eder.”

- Yine ABD Senatosu, 21 Ocak 1920 tarihinde aldığı bir kararla Trakya’nın Yunanistan’a verilmesini kabul etmiştir. Bu suretle, ABD Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal etmesini teşvik ediyordu. Günümüzde bu örneklerin çoğalarak devam ettiğini görüyoruz. Batı ile sorunlarımızın başlangıcı, Türklerin Anadolu’ya girdikleri tarih olan 1071 yılıdır. Her nedense, Batı ve hıristiyan dünyası TÜRKLERİ ne Avrupa’da ne de Anadolu’da kabullenememiştir.

Çağdaşlaşma olarak kabul ettiğimiz Batı değerleri ATATÜRK TÜRKİYE’sinin hedefidir. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ ile bu hedefe mutlaka ulaşacağız.

Anavatan ve Yavruvatan’ın genç evladı! Çok zor koşullar altında, uzun yıllar çetin bir mücadele vererek Kıbrıs Türk halkını önce sömürge yönetiminden kurtaran ve daha sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde toplayarak bağımsız bir Türk Devleti’ni (KKTC) kuran, bugünün orta yaşlı kuşağı olan anavatan ve yavruvatan gazilerine kulak veriniz. Onlar sizin için canlarını ortaya koydular, şehit-gazi oldular. Emanete sahip çıkınız. Bu emaneti sizden sonra gelecek kuşaklara aynen teslim etmek sizin namus borcunuzdur. İkinci kez, bağımsız bir cumhuriyete sahip olmak pek mümkün değil. Böyle bir imkanı da hiçbir zaman bulamayacaksın. Bu nedenle, KKTC’nin Türkiye ve Kıbrıs açısından değerini iyi bilin.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 9085

ulkucudunya@ulkucudunya.com