Ali Ulvi Bey'in hatıraları
Mehmed NİYAZİ 01 Mayıs 2007
Altmışlı yılların başlarındaydı. Öğrenci yurdunda bir arkadaşımız, "Medine'den büyük bir şair gelmiş, Aydınlar Ocağı'nda konuşma yapacakmış, gidelim mi?" demişti. Ali Ulvi Bey'i dinlemiştik. Muzdarip sesi insanın yüreğine işliyordu.
Sözlerinin arasına serpiştirdiği şiirlerinden etkilenmiş olmalıyım ki satın aldığım 'Gümüş Tül' adındaki kitabını yıllarca başucumdan ayırmamıştım. Hangi sebeple olursa olsun, vatanını terk etmek zorunda kalanla karşılaşınca duygulanırım. O da hayatının uzun bir bölümünü dışarıda geçirdi, belki insan olarak gurbetteydi; ama ruh olarak arzu ettiği sıcak iklimdeydi; çünkü Peygamber Efendimiz'in kabr-i şeriflerinin yanıbaşında yaşadı.
Zaman zaman İstanbul'a geldiğini duyar, konferansını dinlerdik. Genellikle heyecanlı insanlar bilgili, bilgili insanlar da heyecanlı olmazlar. Her sohbetini dinleyişimde heyecanla bilgisini mezcetmesi dikkatimi çekerdi. Bir gelişinde Ömer Ziya Belviranlı'nın misafiriydi. Bir akşam M. Ertuğrul Düzdağ, İlhan İşbilen, Ferruh Müftüoğlu ile ziyaretine gitmiştik. Hasret dolu yıllardan söz ederken hissiyatını gizlemeye çalışıyordu. Ezher'de okumuş, Medine'de çok önemli şahsiyetlerle tanışmıştı. Geç saatlere kadar zevkle dinledik. Eve dönerken, "Bu hatıralar kaybolmasa" diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum.
Aradan yıllar geçti, 'Üstat Ali Ulvi Kurucu'nun Hatıraları'yla kitaplaşmış olarak masamda karşılaştım. Şimdilik yayınlanan iki cildi, M. Ertuğrul Düzdağ'ın kaleminden çıkmış; inşaallah Rabb'im tamamına erdirir. Biri güzel anlatıyor, diğeri güzel yazıyor. M. Ertuğrul'u lisenin birinci sınıfından beri tanırım. Günlük telaşelerle pek işi olmaz. Ünlenmek, pohpohlanmak kesinlikle mizacına uymaz. Sayısız makale yazdı, pek çok kitap kaleme aldı veya hazırladı. Üslubu tam kıvamına gelmiş; akıcı, berrak bir hal almış. Güzellik adına tumturaklı yazmak tasası hiçbir zaman olmamıştı; bu kitapları da ne söylemek istiyorsa kendisine yakışan tarzda yazmış.
Her iki cildin önsözünde hatıraları kaleme alışının hikâyesini anlatmış. M. Ertuğrul son derece titiz çalışır, "yazdım, oldu" demeyi ne kendisiyle ne de yazarlıkla bağdaştırır. Ali Ulvi Bey'le hatıralarını yazmak konusunda anlaşınca, 1992 yılında hanımını ve küçük oğlunu yanına alıp Medine'ye gitmiş. Rahmetlinin iki ay misafiri olmuş. Kaldığı dairenin penceresi Uhud Dağı'na bakıyormuş. M. Ertuğrul, o dağı seyrederken kim bilir neler hatırlamış, hangi hüzünlere dalıp çıkmıştır. Ali Ulvi Bey'le her gün birkaç saatini beraber geçirmişler. M. Ertuğrul gazeteciliği iyi bilir; Ali Ulvi Bey de hatıra yığınıdır. Biri sormuş, diğeri anlatmış, kasetler dolmuş. Ülkemize dönünce kasetleri çözdürmüş, çalışmaya başlamış. Kütüphane müdürlüğünden emekli olduktan sonra Ali Ulvi Bey, Türkiye'ye çok daha sık geliyordu. Her gelişinde M. Ertuğrul Düzdağ'ın evinde buluşurlar; yazdıklarını okur, rahmetli de dinlermiş. Böylece yazılanlar bir daha kontrolden geçmiş oluyordu.
Yirminci yüzyıl, bizim en dramatik yüzyılımızdır. Ecdat yadigârı koskoca bir imparatorluk kaybettik. Babalarımız çetin şartlarda Cumhuriyet'i kurdular. Yüreklerinde geçmişin acısı, geleceğin ümidi vardı. Bir şeyler yapabilmenin güveniyle yere basarken birden sanki zelzeleye tutuldular. Çağla mı buluşuyorlardı, köklerinden mi koparılıyorlardı!.. İntikal dönemlerinde insanların birbirlerini anlamaları, yaşadıkları olayları analiz etmeleri zordur. Seksen yıllık ömrünün ilk yılları bu dağdağalı döneme rastlayan Ali Ulvi Bey olgunluk zamanını coğrafi bakımdan uzakta olsa da olayların içinde geçirdi. Herhalde bunun için olsa gerek M. Ertuğrul Düzdağ arka kapağına şu cümleyi yazmak ihtiyacını duymuş: "Onun hatıraları bizler için, bir bilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar yakın tarihimiz için de bir 'şifre çözücü' ve geleceğimizi tayinde yol gösterici olacak."