Görünmeyen el
Taha KIVANÇ 01 Mayıs 2007
Pazar sabahı ortalık henüz ışımamışken telefonunuz çalsa hayra yorar mısınız? Bir okur, fısıltıyla, “Çok özür dilerim, ama size bir haberim var” derse yüreğinize inmez mi? Benim inmedi. Merakla lâfını tamamlamasını bekledim.
Balkondan bakıyor olmalı; sabahın köründe (05:00 öncesi) gazete ana bayii önünde duran askerî araçtan inenleri fark etmiş… “Gazetelere el koyuyorlar” dedi hayli uzakta olduğunu bildirerek... Heyecanlı evdekilere “Askerler meraklı okurlardır” dedim… 'Geceyarısı bildirisi' ile ilgili gazete manşetlerini ve yazarların yorumlarını merak etmişler, belli ki…
Gazeteler genellikle olayı serinkanlı karşılamışlar, yazarlar da dengeli bir tavır tutturmuşlardı dün. Ülkem hesabına sevindim…
Askerlerin bir eyleme girişmeden önce etraflı bir çalışma yaptıklarını ve geniş kapsamlı bir eylem planı hazırladıklarını biliyoruz. Yıllar önce, kamuoyunu etkileme amaçlı bir kampanyaya karar verdiklerinde, sevmedikleri yazarlar ve sivil toplum önderleri için öyle bir 'eylem planı' ve 'bilgi notu' hazırlamışlardı… Bir PKK militanına sorgusu sırasında söylemedikleri mâl edilmiş, ardından o sözlerin gazete manşetlerine çekilmesi ve bazı yazarlar tarafından yorumlanması öngörülmüştü…
O mâlum 'andıç' işte…
Bugünlerde yaşadıklarımız “Acaba yeni bir andıç mı gündemde?” sorusunu sorduruyor: Abdullah Gül'e mâl edilen anlamsız cümleler… Cümlelerin hangi sütunlarda kullanılacağı… Bildiri… Bildirinin nasıl yorumlanması gerektiği… Kimlerin o yorumu benimseyeceği…
Benimki tamamen 'varsayıma' dayalı bir soru. Medyada yorum yapan, gazetelerde manşeti atan ve köşe yazıları yazanlar ilk 'andıç' kamuoyu tarafından öğrenildiğinde içine düştükleri durumdan hiç memnun kalmamışlardı; onlar bir daha aynı duruma düşmek istemezler…
'Varsayıma dayalı' sorumu kimse ciddiye almasın lütfen… Yoksa 'e-bildiri' sonrası “Bu bir muhtıradır, Ak Parti adayını geri çekip derhal seçime gitmelidir” diye kanal kanal dolaşanlar için gereksiz yere kötü şeyler düşünebilirsiniz… Düşünmeyin, şu sıralarda yaşadıklarımız 'andıç' ürünü filân olamaz çünkü…
“Andıççıları andıçlamışlar” derseniz, önce sizi dinlerim…
Kimileri olan-biteni anlamakta zorlanıyor. Ben de zorlananlardanım, ama benim anlayamadığım şey başka: Bugün yaşanan gelişmeler ister istemez bir erken seçimle sonuçlanacak; -iki ay, üç ay veya altı ay sonra- sandık mutlaka ortaya konulacak… Düz veya eğri hangi mantıkla bakarsanız bakınız, Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilse de, işin içine Rüfailer karıştığı için seçim yapılamasa da, bu süreçten hangi siyasî parti kazançlı çıkar dersiniz…
Ben de sizler gibi düşünüyorum: Evet, muhalif oyların bir miktarını kendine çekme becerisini CHP de gösterecektir, ama işte o kadar; şu sıralarda yaşatılan gerginlik ve cepheleşme ara renkleri ortadan kaldıracağı için daha çok Ak Parti'nin işine yarayacaktır…
“Yanılıyor muyum?” diye bilebilecek durumdaki başkalarına da sordum, onlar da geçmişten sayısız örnek vererek, “Doğru düşünüyorsun” dediler… Peki de, onların dediği gerçekse ve ben doğru düşünüyorsam, bu durumda DYP ve ANAP liderleri, özellikle de Erkan Mumcu “Meclis'e girmeyin” dedi diye oylamaya katılmayan ANAP milletvekilleri, bu davranışlarıyla kendi siyasî sonlarını getirdiklerini nasıl görmezler?
Bir dostum, “Vaktiyle sık sık yazdığın 2002 seçimiyle ilgili senaryoyu kendin unutmuşsun” dedi bana… Hatırladım. Üçlü koalisyon (DSP, MHP, ANAP) döneminde, önce Rodos'ta Tansu-Özer Çiller çiftiyle 'yeni hükümet' formülü pişiren bir medya patronu, daha sonra Frankfurt'ta “MHP'yi koalisyon dışı bırakacak” bir projenin düğmesine basmıştı… Bunu gören MHP de “Erken seçim olmalı” diye bastırdı…
Sonucu biliyoruz: Erken seçimi zorlayan MHP de, onu mandepsiye bastırma hesabındaki DYP ve ANAP da erken seçimle Meclis-dışı kaldılar…
Bugün de böyle bir 'oyun' kokusu alıyorum ben… Bir el, sağı-solu tahrik ederek siyasetin dengelerini değiştirme çabasında; ancak istediği olursa, kullandığı güçler değil de yok etmeyi düşündüğü hissini verdiği (Ak Parti) müthiş kazanacak… “Askerlerin hazırladığı bir 'andıç' söz konusu değil” noktasına biraz da bu sebeple geldim. Herkesi kullanan bir 'eylem planı' mutlaka var, ama askerlere ait değil o plan…
Ekonomik liberalizmin babası Adam Smith, koyduğu esasların bazı boşluklarına işaret ederek sistemin onun öngördüğü biçimde çalışmayacağına dair itiraz edenlere karşı 'görünmeyen el' tezini ileri sürmüştü. “Siz bilmezsiniz, 'görünmeyen bir el', insanların iradelerini esir alır ve onları böyle davranmaya zorlar” demeye getirerek…
Burada da bir 'görünmeyen el' devrede. Bilesiniz istedim…