Ne postal ne de takunya!
Mehmet Y. YILMAZ 01 Mayıs 2007
GENELKURMAY Başkanlığı’nın açıklaması, bir demokraside "olağan" sayılmaması gereken bir durum!
Anayasamız, Silahlı Kuvvetler’in, ülke sorunları ile ilgili görüşlerini belirtebileceği zemini açıkça tanımlıyor: Milli Güvelik Kurulu, bunun için var.
Dolayısıyla bu tür uyarıları haklı çıkartacak gelişmeler varsa, bunlara dikkat çekmenin yeri MGK, kamuoyunun gözünün önü değil.
Öte yandan Anayasa’nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti" olarak tanımlıyor.
4. maddesi bunun "değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" bir madde olduğunu vurguluyor.
Bu niteliklerinin birini savunmak için ötekilerini yok saymak, kabul edilebilir bir tutum olamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin "laik" niteliği ne kadar önemliyse, "demokratik" niteliği de aynı derecede önemlidir. Görevleri gereği Anayasal düzeni savunmak durumunda olan kurumlar bu nitelikler arasında kafalarına göre öncelik sıralaması yapamazlar.
AKP hükümetinin cumhurbaşkanı seçimindeki dayatması, laiklik ilkesini zedeleyici mahiyetteki icraatları elbette göz ardı edilemez.
Ama "laikliği koruyacağım", derken "demokrasiyi bir kenara itmek" bir yol değildir.
Türkiye’yi gerçekten sevenler, "takunya sesine" karşı oldukları kadar, "postal sesine" de karşı olmak zorundadırlar.
Başbakan, mitingi ciddiye alsaydı
DÜN Hürriyet’in sürmanşetinde yer alan bir haberde hükümetin, Genelkurmay’a yanıt verdiği bildirinin açıklanmasından önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı’nın "verimli ve faydalı bir telefon konuşması" yaptıkları anlatılıyordu.
Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan bildiri ile ilgili olarak gazetelerin internet sitelerinde yer alan okuyucu yorumlarının çoğunluğuna hákim olan hava da demokrasiye inananların içine ümitsizlik verecek nitelikteydi.
Aslına bakarsanız Başbakan’ın "verimli ve faydalı telefon görüşmesi" tutumu ile bu yorumlar, her ne kadar birbirlerine ters gibi görünüyorsa da aslında aynı madalyonun iki yüzüdür.
"Demokrasi fikrini içselleştirememiş olmak, otoriteye boyun eğme geleneği ve toplumsal paranoya" olarak tanımlayabiliriz bu genel davranış biçimini.
Başbakan, Genelkurmay sitesindeki bildiriyi ciddiye aldığı kadar, Tandoğan mitingindeki demokratik tepkiyi ciddiye alabilmiş olsaydı, bugün tartıştığımız konuların hiçbirini tartışmıyor olacaktık.
Aynı şekilde, gazetelerin sitelerine Genelkurmay bildirisini destekler mahiyette yorumlar yağdıranlar da belki de bir parçası oldukları mitingin ne anlama geldiğini anlayamamış gibi görünüyorlardı.
Önce Tandoğan ve dün de Çağlayan mitingleri gösteriyor ki Türkiye’de laikliği ve demokrasiyi korumaya kararlı ciddi bir kitle var ve onları yok sayarak siyaset yapmak, demokrasi dışı yollara heves etmek kimseye yarar sağlamaz.
Erken seçim neyi değiştirecek?
GENELKURMAY’ın bildirisinden sonra muhalefet temsilcilerinin demeçlerinden ve gazetelerdeki yorumlardan çıkan sonuç, bu aşamada bir erken seçimin kaçınılmaz olduğu.
Seçim elbette siyasi kilitlenmelerin yaşandığı ortamlarda bulunabilecek en iyi çare, buna kuşku yok.
Ama herkesi kızdırma pahasına bazı soruları da sormalıyım:
Seçimi kimin kazanacağını tahmin ediyorsunuz?
Muhalefet partilerinin şu ana kadar gösterdikleri performans bir iktidar değişikliğini sağlayabilir mi?
Laikliğe sahip çıkmak için meydanları dolduran yüz binlerin sesini sandığa yansıtabilecek bir siyasi örgütlenme var mı?
"Asker zoruyla" gidilmiş bir erken seçimde, 12 Eylül sonrasındaki ilk seçimde olduğu gibi bir sonuç çıkmayacağını kim biliyor?
Seçim sabahı bugünkü TBMM yapısına benzer bir tablo çıktığında ne olacak?
Hemen bir seçim istemeden önce bu soruların yanıtlarını da iyice düşünmek gerekiyor.