İşgal, ilhak, infilak
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
Putin kazanamadığı bir savaştan kurtulma yolunun el yükseltmek olduğuna karar vermişe benziyor. Kış mevsimi yaklaşırken Ukrayna-Rusya savaşının bu yıl içerisinde bitmesine yönelik bir umut ışığı yok. Aksine taraflar birbirlerinin iradesini kırmak için her geçen gün bir vidayı daha sıkıştırıyor.
İşin Ukrayna ve Batı cephesinde çok fazla bir sürpriz yok. Ardı ardına açılan Kiev’e askeri ve ekonomik yardım paketleri, Rus ekonomisini boğmaya yönelik tedbirler, yeni yaptırımlar gündemde. Aralarında bizim de olduğumuz, durumdan istifade etmeye çalışan ülkelere pek fazla oyun alanı kalmayacak sanki. En son Batı’nın finans sisteminden dışlanma tehdidiyle karşı karşıya kalan önce özel bankalar ve birkaç gün ayak sürümeden sonra kamu bankaları Rusların MIR kredi kartı sisteminden çıkmak zorunda kaldı. Buna karşı iskontolu petrol alımları devam ediyor. Görünen o ki Türkiye bıçak kemiğe dayanana kadar fırsatları değerlendirmeye devam edecek. Türk hükümeti de kendi bakış açısıyla Ukrayna’ya yeterince destek verildiğini, bunun dışında kendi çıkarlarını korumak için gerekli pozisyonu aldığını düşünüyor olmalı. Açıkçası çok fazla yadırganacak bir durum yok. Ancak çatışma sertleştikçe böyle nefes alacak küçük alanların da kalmayacağı, daha keskin tercihler yapmaya zorlanacağımız ihtimalini dikkate alalım.
Ukrayna-Rusya savaşında daha da sertleşen havanın gerekçelerini anlamaya çalışalım: İlk izlenim, Rusya’nın kontrol etmek istediği alanların sınırlarına ulaştığını ve bu zeminde bir anlaşma, en azından bir ateşkes istediği şeklinde. Yani Ukrayna’nın tamamen işgali ya da Odessa’yı da alarak Karadeniz’i tamamen kapatmak gibi bir hedeften vazgeçtikleri anlaşılıyor. Bunu elbette iyi niyetlerinden yapmıyorlar. Bu iş için ellerindeki kaynak en fazla bu kadarına yetiyor ve karşılarındaki direnişin sertleşmesiyle mevcut durumu dondurabilmek için çırpınıyorlar. Buna karşılık Zelensky, Lviv’de Erdoğan ile yaptıkları görüşmenin sonrasındaki açıklamasındaki gibi işgal altındaki toprakların kurtarılması için askeri operasyonlara, burada başarı sağlamak içinse Batı desteğine bel bağlamış görünüyor. Kiev’in tutumunun müttefikleri tarafından da desteklenip cesaretlendirildiği tahmin edilebilir.
Ukrayna’nın bu gözü pek duruşu sözde kalmayıp sahada da ses getirmeye başlayınca bir kez daha taşlar yerinden oynadı. Cephe durgunlaşıyor, bu kış AB’nin enerji krizi karşısındaki direnci asıl belirleyici olacak derken iki hafta önce Harkiv’de Ukrayna’nın karşı saldırısı geldi. Aslında eldeki sınırlı bilgi akışıyla Kiev’in asıl hedefinin güney cephesi olduğu, Kherson’a oradan da Kırım’a doğru bir ilerleme planladıkları tahmin ediliyordu. O cephede Ukrayna ordusu sınırlı mesafe kat etti ama asıl darbe kuzeyde gerçekleşti. Rus Genelkurmayı da dışarıdan bakanlar gibi harekatın şiddetini kestirememiş olacak ki savaşın başından beri en hızlı ilerleme Harkiv saldırısıyla gerçekleşti; hatta Rusların geri çekilmesi düzenli olmaktan çıkıp yer yer bozgun halini aldı.
Savaşın kısa sürede bitmeyeceğinin anlaşılması ve Ukrayna’nın tam olarak mobilize olmasından sonra kendilerine göre ‘özel operasyon’ olarak nitelendirdikleri bu harekât için Rusya’nın ayırdığı kaynağın yetersizliği tartışılmaktaydı. Moskova, sonuç almak istiyorsa paralı askerlerden oluşan birlikler yeterli olmayacaktı. Uzun süre Putin, seferberlik uygulamasının yan etkilerini düşünerek bu kararı öteledi ancak son gelişmelerden sonra vites yükseltmeye razı gelmek durumunda kaldı. Kısmi seferberlik kararını açıklarken topu da Savunma Bakanlığı’na atarak onların tavsiyesi üzerine böyle bir adım atıldığını söyledi. Bunun üzerine seferberlik çağrısı alan, alma ihtimali bulunan Rus gençlerinin ülkeden savuşmak için sınır kapılarına, havalimanlarına yığılmalarını izledik. Bilhassa Antalya’nın Rusya vatandaşlarından kendisine düşen payı bolca aldığı bir ortamda Rus halkının savaşa desteğinin hızla düşeceğini varsayabiliriz. Üstelik seferberlik zaten zorda olan Rus ekonomisinin ciddi darbe yemesine de yol açacaktır.
Putin’in attığı bu adımın yan etkilerini hesaplayamıyor olması düşünülemez. Zaten öteden beri harekâtı sınırlı tutup, kısa sürede sonuç almayı hedeflediği anlaşılıyor. Cephedeki durum sürdürülemez hale geldiğinden ve askeri bir yenilgiyi kabul edemeyeceği için bu kararı almaya zorlandı. Böylece Ukrayna ordusunun ilerlemesini engelleyip, fiili durumu korumak istiyor. Bununla da kalmayan Putin yine aynı hedefe yönelik iki adım daha atıyor. Önce kontrol ettiği dört bölgede Rusya’ya iltihak referandumları düzenleyerek, bu toprakların Rusya’ya ait olduğunu ilan etmiş bulunuyor. Böylelikle Ukrayna ordusunun topraklarını kurtarmak için yapacağı operasyonları kendisine yönelik bir saldırı olarak kabul edeceğini söylüyor. Ardından da kendi topraklarına yapılacak bir saldırıya nükleer silahla cevap verebileceğini ekliyor. Böylelikle savaşın başında beri kaçıncı kez Kremlin’in nükleer saldırı tehdidini savurduğunu görüyoruz.
Uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında Moskova’nın politikasının komedi kıvamında olduğu söylenebilir. Bağımsız bir devletin topraklarına saldırıp, işgal ettiği bölgelerde referandum düzenletip kendisine katmak, ardından da nükleer silahlarla da bu işgali destekleyeceğini söylemek akıl almaz bir tutum. Putin kendisini böylesine bağlayacak bir ileri adım atarak büyük risk alıyor. Kendi ricat yolunu tıkaması bir yandan kararlılığını gösteriyor ancak karşı tarafı ikna edememesi halinde hasarı daha da derinleştiriyor. Üstelik bunu, büyük maliyetleri göze alarak karşısında beraber duran bir Batı Blokuna karşı yapıyor. Biraz da çaresizlikten atılmış bir adım gibi duran bu önlemlerin zaman içerisinde Rusya’yı şu anda içinde bulunduğu kıskaçtan daha sıkıntılı bir duruma sürüklemesi muhtemel. Üstelik referandum üzeri ilhak kararının şimdiye kadar daha dengeli duran Çin ve Hindistan’ı da rahatsız etmemesi mümkün değil. Semerkant’taki Şangay İşbirliği Örgütü zirvesinde iki ülkenin Putin’e müzakere konusunda telkinde bulunduğunu biliyoruz. Rusya, elbette anlaşmadan kaçan tarafın Batı olduğunu, kendilerinin barış yanlısı olduğunu söyleyecektir. Ancak ne taraftan bakarsanız bakın Putin’in son kararlarının bu tezi desteklemediği açık.
Bu tırmanmanın ardından son derece ilginç bir gelişme de Baltık Denizi’nin altında yaşandı. Kuzey Akım I boru hattındaki patlamanın ciddi hasara yol açtığı tahmin ediliyor. Sadece patlama bölgesi değil, deniz suyuyla temas sonrası çok daha kapsamlı bir kısım hasar görmüş olabilir. Ardından Polonya Dışişleri eski Bakanı’nın ABD’ye teşekkür tweeti ise işi daha da şaşırtıcı hale getirdi. Washington’un Avrupa ile Rusya arasındaki enerji işbirliğine öteden beri itiraz ettiği biliniyor. Kuzey Akım 2’nin de bu güçlü itiraza rağmen Almanya’nın bastırmasıyla Ukrayna savaşı patlak verene kadar yol aldığını görmüştük. Şimdi bu patlama Rusya’dan Avrupa’ya uzanan yıllık 55 milyar metreküp kapasiteli bir enerji atardamarını kopardı. Gerçi Moskova zaten gaz akışını kapatmıştı ama bunun AB’yi kendi pozisyonunu kabule zorlamak için yapılan bir şantaj olduğunu biliyoruz. Eğer bu patlamayı ABD yaptıysa, boru hattının kısa vadede geri dönülemez biçimde tahrip ederek Avrupa’nın kafasını netleştirmiş, amiyane tabirle ‘eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmesi’ni engellemiş oluyor. Rusya’yla anlaşıp gaz akışlarını eski haline döndürmek mümkün olmadığına göre Avrupa (ya da Almanya) için direnmekten başka bir yol kalmıyor. ABD, doğalgaz arzındaki sıkıntıyı hafifletmek için de Avrupa’ya LNG sevkiyatlarını katlama taahhüdünde bulunuyor.
İberya kıyılarına çıkan Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması gibi her iki taraf da kendi dönüş yollarını imha ederek karşı tarafa kararlılıklarını göstermeye çalışıyor. Bedelini sıradan insanların ödediği ilginç bir satranç oyununun ortasındayız. Genel tabloyu değerlendirirsek, önümüzdeki sene Rus ordusu gibi Rus satranç sanatının da eski günlerini mumla arattığı sonucuna varmamız düşük olasılık değil.