PROF.DR.İBRAHİM KAFESOĞLU
01 Ocak 1970
1914 Yılında Burdur İli Tefenni ilçesi Yokuş Mah.’sinde doğan Halil İbrahim’in, babası Kafeslerden Recep Bey, annesi Hatice Hanım’dır. Babası Kafkas cepesinde şehit olunca annesi ile Halil İbrahim’i dedesi Hacı Mehmet Bey (Mehmet TOKMAKER) himayesine aldı.
Okul çağına gelince ilkokula başladı. Başarılı olmasına rağmen, fiziki gelişmesi yeterli olmadığından ilk yıl sınıfta kaldı. Diğer sınıfları başarıyla geçerek hocası Emin Bey’in tavsiyesiyle “ İzmir Muallim Mektebi’ne” gitti (1926). Buradaki masraflarının bir kısmını dedesi, bir kısmını da amcası Hüseyin Bey karşıladı.
1932 yılında İzmir Muallim Mektebini başarıyla bitirince, Afyon ‘da öğretmenliğe başladı.
1934 yılında soyadı kanunu ile, “Çağatay” soyadını aldı. Üç yıl kadar öğretmenlik yaptıktan sonra 1936 yılında Ankara “Gazi Yüksek Öğretmen Okulu” bursunu kazanarak,Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrenime başladı.
Bilhassa “Hunlar Devri” başta olmak üzere “Eski Türk Tarihi” tahsil eden Halil İbrahim, Prof. Dr. L.Rasoyn, Prof. Dr. Fuat KÖPRÜLÜ, Prof. Dr. Abdülkadir İNAN’dan dersler aldı. 1940 yılında aynı fakülte “İlmi Yardımcı” ünvanıyla araştırma hayatına başladı.
1941 yılında 2. Dünya Savaşının çıkmasıyla Askere çağırıldı. 1942 ‘de ÇAĞATAY soyadını “KAFESOĞLU” olarak değiştirdi. 1943 yılında askerlik sonrası, hocalarının tavsiyesiyle Türk Tarihi ve Kültürü üzerine doktora yapmak üzere Devlet tarafından Macaristan’a, Budapeşte Üniversitesi’ne gönderildi. A.Alföldi, Gy.Nebeth, L.Ligeti gibi ünlü Türküyatçılar’dan dersler aldı. 2. Dünya Savaşı devam ettiğinden, Macaristan’ın Komünizmin pençesine düşümüne şahit oldu.1945 Nisan’ında Yurda dönüşünde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde çalışmaya başladı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde “Orta Çağ Tarihi Kürsüsü Asistanı “ olarak tayin oldu.
1946 Yılında hemşehrisi Müzeyyen Hanım’la evlendi.
1949’da Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah hakkındaki doktora tezi ile ‘Doktor’ payesini aldı. 1953’te Harzemşahlar Devleti Tarihi adlı eseriyle “Doçent’ oldu.
1957 Yılında Erzurum’a Atatürk Üniversitesi açılınca ilk dersi verdi, 1959’da Profesörlüğüne yükseldi. Tekrar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü'ne atandı. 1965 yılında Kültür Ocağı Başkanı,İstanbul Milliyetçi Öğretmenler Birliği Başkanı oldu. Birinci Milliyetçiler Büyük Kurultayını topladı ve başkanlığını yaptı 1969 da 2. Milliyetçiler İlmi Semineri'ni yönetti. Türkiye Milli Vakfı“ Türk Milli Kültürüne hizmet şeref armağanı” aldı.
1970 yılında,A.Zeki Velidi Togan’ın vefatı ile Türk Tarihi Küssüsüne Başkan oldu. 1983 yılı Ocak ayında yaş hattinden emekli olana kadar bu görevi sürdürdü. Aydınlar”Ocağı “ nı kurarak ilk başkanı oldu.
1971 yılında yüksek öğretmen okulu müdürlüğüne getirildi. Malazgirt Meydan Muharebesi’nin900. yılı kutlamalarına katılmak, seminer vermek üzere Van’a gitti.
1974’te Sofya’da Türkiye-Bulgaristan Kültür ilişkileri konseyinde Milli Eğitim Bakanlığı adına katıldı.
1976’da Altan DELİORMAN ile birlikte lise 1 ve lise 2 tarih ders kitaplarını yazdı.
17 Ağustos 1984 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonunda vefat etti.
Cumhur (1947), Fatma GÜLNUR(1953) VE Mehmet CELALETTİN (1959) adlarında üç çocuğu olan İbrahim KAFESOĞLU, İslam Ansiklopedisi’nde pek çok madde bellekten, Boğaziçi, Türk Kültürü Dergilerinde 300 civarında makale ve pek çok kitap bıraktı.
Macarca, Fransızca, Almanca, İngilizce'yi 60 yaşında öğrendi. Arapça, Farsça ve Osmanlıca biliyordu.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
Türk milliyetçiliğinin, tarih ve kültürünün büyük adamı, emsalsiz yorumcusu, tarih ve kültür adamı Kafesoğlu, 1914 yılı Ocak ayında Burdur’da doğmuştur. Babası Receb Bey Cihan savaşında Erzurum cephesinde şehit düşmüştür.
Annesi Hatice Hanım oğlunu büyük fedâkarlıklar pahasına yetiştirmiştir. Okulunu her yıl birincilikle bitirdi. Kafesoğlu dedesi Hacı Ahmed Ağa’nın yanında Tefenni İlkokulu’nu, İzmir Muallim Mektebi’ni bitirerek 1932’de Afyon’da hocalığa başlamıştır. 1936’da Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girmiştir. Burada da çok değerli hocaların yanında 1940’da yüksek tahsilini tamamlamıştır. Doktorasını Macaristan’da yapmıştır. 1945’de yurda dönmüştür.
Üniversitelerimizin çeşitli kademelerinde binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra, 18 Ağustos 1984’de İstanbul’a vefat etmiştir. Mekânı cennet olsun. Rahmetli hoca ile birçok dernek kurucusu olduk ki bunların en önemlisi diyebileceğimiz Türk Edebiyatı Cemiyeti’dir (Şimdiki Türk Edebiyatı Vakfı) Hocanın yazı yazdığı süreli yayınların miktarı bir hayli kabarıkdır.
Eserlerine gelince bunları şöyle saya biliriz:
1- Macaristan Tarihi,
2- Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
3- Selçuklu Alesinin Menşei Hakkında,
4- Harzemşahlar Tarihi,
5- Türkler ve Medeniyet,
6- Malazgirt Meydan Muharebesi,
7- Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri,
8- Eski Türk Dini,
9- Selçuklu Tarihi,
10- Sultan Melikşah
11- Türk tarih ve Kültürü,
12- Tarih (Lise I ve II. sınıfları için),
13- Türk Millî Kültürü
14- Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri
15- Atatürk İlkeleri ve Dayandığı tarihî temeller
16- Türk-İslâm Sentezi.
Yayınlanacak pek çok eseri de henüz kitaplaşmamıştır. “Türk Millî Kültürü” eserinden dolayı Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın büyük armağanını kazanmış ve yine aynı vakıf tarafından büyük kültür armağanını almıştır. Daha sonraları pek çok kültür armağanları almıştır.
KAFESOĞLU DİYOR Kİ:
Türk milliyetçiliğinin pozitif prensipleri:
1- Türkçe: Türk milliyetçiliğinde millî dilin ehemmiyetini belirttikten sonra: dört bin yıla varan zengin tarihimizin İslâm dışı ve İslâmî safhalarından şekil ve muhteva kazanan Türk dilinin milli kültürümüzün başlıca temsilcisi olarak korunması ve çağdaş medeniyetin ilmini, fikrini, felsefesini ifadeye muktedir bir kıvama getirilmesi Türk milliyetçiliğinin ana gayelerinden biridir. Burada korunması ve geliştirilmesi istenen Türkçe tabiatıyla mazinin eski, tarihe mâl olmuş Osmanlıcası olmadığı gibi, kavimlik devrinin kelimelerinden kurulu Türkçesi de değildir. Hele Türkçe’den başka her şey olan uydurmaca hiç değildir. Çünkü, ne ölmüş kelimeleri diriltmek, ne kullanılmaz hale gelmiş kelimeleri canlandırmak, ne de hiç kimsenin anlamadığı sun’i bir dil meydana getirmek mümkündür. Korunması ve geliştirilmesi gerekli Türkçe, dilin kendi kanunları içinde, son yarım asırlık fikri yenileşmemizle paralel olarak sadeleşen, zenginleşen, her vatandaşın konuştuğu, okuyup yazdığı Türkçe’dir. Türk milliyetçisi binlerce yıllık kültürümüzün maaddî-manevî değerlerini sinesinde saklayan millet dilini muhafaza ve müdafaada ilmin gösterdiği yoldan ayrılmayacak ve tabiatıyle, Türkçe’yi soysuzlaştırarak millî kültürü tahribe yönelen her teşebbüse karşı duracaktır.
2- Din: İnsanları kardeşlik hâlesi içinde kader birliğine sevk eden din Türk Milleti’nin tarihinde İslâmiyet olarak tecelli etmiştir. Bu itibarla Türk milliyetçisi islamiyeti daima muhterem tutmak mevkiindedir. Türk dilini zorlamalarla yıkmaya çalışan zihniyet dini de tahrip hedefi olarak almış, dindar insanı ve din temsilcilerini gülünç göstermeği âdeta alışkanlık haline getirmiştir. Değişmez lâiklik prensibi ışığında dinin tamamen bir vicdan meselesi bulunduğu şuurunda olarak Türk milliyetçisi, memleketimizdeki din aleyhtarlığı ile mücadeleyi büyük vazife sayar.
3- Tarih şuuru: Milletin varlığını devam ettiren, fertler arasındaki, mukadderatta iştirak duygusu ortak tarih şuuru ile beslenir. Mazinin kederli ve sevinçli binbir hâdisesi içinde beraberce yoğrulmuş olmak inancı, millet birliğini perçinleyen ve milletin topluca, ahenkli şekilde geleceğe yönelmesini sağlayan başlıca teminattır. Bu sebeple Türk milliyetçiliği milli tarih şuurunu prensiplerinden biri saymıştır. Türk milliyetçisi de insanlık mücadelesi ve kahramanlık destanları ile dolu Türk tarihinin zengin hatıralarını zihinlerde daima uyanık tutacak ve bu şuuru geliştirmeğe çalışacaktır.
4- Seciye ve ahlâk: Türklerin tarihten gelen ve asli hüviyetini kaybetmeyen bir seciyesi ve bu seciyenin fiili hayattaki belirtilerinden ibaret bir ahlaki davranışı vardır ki, Türk Milleti’ni başka topluluklardan ayıran bir karakter çizgisi olmuştur. “Küçüğü sevmek, büyüğü saymak” diye formüle edilebilecek olan Türk seciye ve ahlâkı eski devirlerde Türk alp’leri, İslâmî çağda Türk gazileri tarafından temsil edilmiştir. Beşerî duygularla donanmış Türk cengaverliği, hakseverlik ve hürriyetperverliğe dayanan Türk kahramanlığı bu ahlak ve seciyenin mahsulüdür. Sevgi ve saygıdan kaynak alan Türk ahlakının baba ocağına bağlılık, aile namusu üzerinde hassasiyet, kadına hürmet, vekar ve çalışkanlık gibi vasıflarını daha da yükseltmek ve sağlamlaştırmak Türk milliyetçisinin ehemmiyetle dikkate alacağı hususlar olacaktır. Burada, dile ve dine taarruz edenlerin Türk ahlakına saldırmaktan geri durmadıkları hatırlanırsa, milli ahlak ve seciye mefhumunun ifade ettiği mana daha iyi anlaşılır.