Destanlaşan şair N. Yıldırım Gençosmanoğlu
01 Ocak 1970
Aylardan Ağustos, zaferleri içinde barındırdığı için daha çok sevilir. Zira Alparslan’ın komutasındaki Selçuklu ordusu bu ayda Malazgirt ovasında Anadolu kapısından girdi. Şanlı bir millî mücadele ile bu ayda işgâlciler vatanımızdan kovuldu. Osmanlının iki muhteşem zaferi Otlukbeli ve Çaldıran yine bu günlerde kazanıldı. Bu galibiyetlerin destanları, şairlerimiz tarafından yazıldı durdu. Yahya Kemal “Çaldıran” şiirinde zaferin ruhunu verir mısralarında:
Sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tuğlar
Tebrîz’e reh-nümâ-yı inân oldu tuğlar
Yahya Kemal’in “Sefer”, “Mercidâbık”, “Ridâniyye”, “Alpaslan’ın Rûhuna Gazel”, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”, “Akıncı”, “Mohaç Türküsü”, “İstanbul Fethini Gören Üsküdar” isimli şiirlerinde de zaferlerimiz dile gelir.
Meselâ “İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel” şiirindeki
Vur pençeî Alîdeki şemşîr aşkına
Gülbangi âsmânı tutan pîr aşkına
mısralarında biz kelimeler arasında bir mehter havasının dolaştığını hissederiz. Hele son iki mısra adeta Bizans’ın kapılarının açılışını ve “alınmaz kale”nin fethedilişini müjdeler bize.
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-î hücum içindeki Tekbîr aşkına
Beyatlı’nın “26 Ağustos 1922” adlı şiiri ise Milli Mücadele’deki şanlı direnişi ve kutsal mücadeleyi resmeder:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gaalip et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın
Mehmed Âkif Ersoy’un “İstiklâl Marşı” ve “Çanakkale Şehidlerine”; Süleyman Nazif’in “Türk Vatanı”; Emin Bülend Serdaroğlu’nu “Kin”; Ziya Gökalp’in “Galiç Yolunda”; Samih Rıfat’ın “Biz”; Enis Behiç Koryürek’in “Milli Neşide”; Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Tarih Okurken”; Yusuf Ziya Ortaç’ın “Öyle Bir Günde”; Halide Nusret Zorlutuna’nın “Alparslan Marşı”; Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin?” şiirleri, akla ilk anda geliveren savaş ve zafer şiirleridir. Bu şiirlere, çok büyük bir yekûn tuttukları ve antolojiler oluşturabilecek yoğunlukta oldukları için kısaca ve genel olarak temas ettik.
EN GÜZEL ZAFER ŞİİRLERİ YAZDI
21 Ağustos 1992 tarihinde ebediyete uğurladığımız ve vefatının 15’inci yıldönümünde rahmetle andığımız büyük destan şairi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, en güzel zafer şiirlerine ve destanlara imza atmıştır. 1929 yılında Elazığ’ın Ağın ilçesinde doğan Gençosmanoğlu, 1947 yılında Ladik/Akpınar Köy Enstitüsü’ne girdi. Daha sonra Akçadağ Köy Enstitüsü’ne geçerek mezun oldu. 18 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde İlköğretim Müfettişliği, Yayımlar Genel Müdürlüğü’nde Şube Müdür Yardımcılığı, Şube Müdürlüğü, Genel Müdür Yardımcılığı; İstanbul’da Devlet Kitapları Müdürlüğü yaptı. Ayrıca Türk Musıkisi Konservatuvarı Genel Sekreterliği’ni üstlendi. 1978’de buradan emekliye ayrıldı. Öğretmen olduğu yıllarda Elazığ’da çıkan Turan, Uluova gibi günlük gazetelerde yazdı. Elazığ günlük gazetesinde 1961-64 yılları arasında devamlı olarak fıkraları yayınlandı. Daha sonra Türk Edebiyatı, Orkun, Devlet, Defne, Yeni Fırat, Aras ve Türkeli gibi dergilerde şiirleri çıktı. Türk Edebiyatı Vakfı’nda 4 yıl müdürlük görevinin ardından Doğu Türkistan Vakfı’nda 6 yıl yöneticilikte bulundu ve Doğu Türkistan’ın Sesi adlı dergiyi çıkardı. Son olarak Türkiye gazetesinin kültür-sanat sayfasını yönetiyordu. 21 Ağustos 1992 tarihinde Cuma günü 63 yaşında iken Hakka yürüdü. Gençosmanoğlu’nun eserleri ve yayınlanış tarihleri şöyle:
Bozkurtların Ruhu (1952), Gençosman Destanı (1959), Kürşad İhtilali Destanı (1969), Malazgirt Destanı (1971), Bozkurtların Destanı (1972), Kopuzdan Ezgiler (1973), Salur Kazan Destanı (1974), Boğaç Han Destanı (1977), Destanlarda Uyanmak (1983), Destanlar Burcu (1988), Alp Erenler Destanı (1991).
DESTANLARDA ŞAİRİN HASI
Zafer şiirlerinden ve destanlardan bahsedilince akla gelen ilk isim şüphesiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’dur. Onun insan olarak üstün meziyetleri, vefatından sonra dostları ve yakınları tarafından yazıldı. Yüksek ahlâkı, kadirşinâslığı, vefâkârlığı, tevazuu, diğergâmlığı uzun uzun anlatıldı. Pek çok yazıda mükemmel şahsiyetinden ve dervişâne hayatından bahsedildi. Biz onun sanat ve edebiyat anlayışı ile hamasi şiirimize, destan geleneğimize getirdiği yeniliklerin üzerinde duracağız. Gençosmanoğlu’na göre, “Edebiyat ve güzel sanatların her dalı, millî ve manevî kökler üzerinde filizlenir, yeşerir ve büyür.”
Özellikle şiir, insanın iç dünyasındaki güzellikleri ortaya çıkarmalı ve sermelidir. Şiirin hası budur. Niyazi Bey’in şiir görüşü, dünya görüşünün de ifadesidir aynı zamanda. Destan’a niçin yöneldiğini şöyle açıklıyor:
“Hiç bir şiir, Ulubatlı Hasan’ın Bizans surlarına bayrak dikmesi, Genç Osman’ın kelle koltukta ‘Allah Allah’ diyerek Bağdat’a girmesi, Malazgirt’te Türk ordusunun kendisinden dört kat üstün düşman kuvvetlerine karşı zafer kazanması kadar güzel olamaz. Ben bunun için destana hayranım ve destan yazıyorum.”
Dede Korkut’tan başlayarak milletimizin destan geleneğini devam ettiren Gençosmanoğlu’nun şiirinde Ahmet Yesevi, Kürşat, Yunus Emre, Bilge Tonyukuk, Alparslan, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin ruh iklimleri aks-i sedâsını bulur. Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi, Anadolunun Kurtuluşu, Çanakkale Destanı bu şiirde ifade edilir.
ŞİİRİMİZİN 4 ATLISI
Destan şairimize göre millî şiirimizin dört büyük temsilcisi vardır: Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek ve Arif Nihat Asya. Ona göre, “Türk şiiri ancak bu dört şairin çizgisi üzerinde geleceğe yönelebilir.” Bu dörtlüye Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ile Sezai Karakoç isimleri de ilave edilirse zannederim şiirimizin manevi coğrafyasının mimarları tam olarak tesbit edilmiş olur.
Gençosmanoğlu kendisiyle yapılan bir mülâkatta şiirimizin, Türkün geçmişinde ve İslam medeniyetine geçişte önemli te’sirleri bulunduğunu belirterek Tasavvuf ve Divan geleneğiyle zirveye ulaştığını kaydeder. Şiire yüklediği misyon, oldukça ağır ve önemlidir:
“Millet olmamızda, birlik ve dirliğimizin teessüsünde, dinî ve millî gayelerimizin tahakkukunda, millî zevkin oluşmasında şiirimizin müstesnâ yeri olmuştur. Türk milleti, acı ve tatlı bütün hâtıralarını, zaferlerini, yenilgilerini, mukaddes duygularını, millî gayelerini ve îmânını dâima şiirle terennüm etti.”
Destan Şairi’nin sanat hayatında ilk etkilendiği isim Nihat Atsız’dır. Bir köyde öğretmenlik yaparken “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor” romanlarını okur ve müthiş derecede heyecanlanır. Ancak Gençosmanoğlu’nun zaman içerisinde millî-İslâmî bir hayat ve sanat görüşünü benimsediği görülür. Selçuklu-Osmanlı motifleri şiirini süsler.
ÇAĞIMIZIN KÖROĞLU’SU
Gençosmanoğlu’nun şiirinde destanî unsurlar kuvvetle verilir ve hissettirilir. Bu şiirde kimi zaman Dede Korkut’un öğüdü, kimi zaman Köroğlu’nun nârâsı duyulur. Sağlam oturmuş bir üslûbun ürünleri olan bu söyleyişte yüksek bir ifâde gücü ve Türkçe’nin esrarengiz ahengi ağır basar. Daha önce Ziya Gökalp, Halut Nihat Pepeyi, Arif Nihat Asya ve Basri Gocul’un denediği destan türü Gençosmanoğlu’nun elinde gerçek ustasını bulur. Kürşat, Malazgirt, İstanbul Fethi, Çanakkale, Anadolu’nun kurtuluş destanları onun mısralarında yeni ve büyük heyecanlarla dile gelir. “Koçyiğit Kimdir?” şiirinde Köroğlu haykırışını buluruz:
Şahbazım! Koçyiğit, er meydanında
Canını pahalı satabilendir
Uçan at üstünde ardına dönüp
Oku hedefine atabilendir.
Şu mısralar da aynı cengaver duyguların seslenişidir:
Şu yeryüzü er meydanı
Gönül sevmez her meydanı
Yüreksize yorgan döşek,
Koç yiğide ver meydanı.
DESTANLAR BURCU
“Destanlar Burcu” şairimizin en hacimli şiir kitabıdır. “Kürşad İhtilâli Destanı”, “Malazgirt Destanı”, “Kopuzdan Ezgiler” ve “Destanlarda Uyanmak” adlı kitaplarla son yıllarda yazdığı şiirlerden ve destanlardan oluşuyor. Kitabın önsözünde şiiri “şuurumuzun gıdası” olarak tarif eden Gençosmanoğlu, sanat gayesini burada şöyle açıklar:
“Şiir yazmaya başladığımdan bugüne kadar, millî şuuru canlı tutmaya, geçmişi; ak ve kara, acı ve tatlı günleriyle hatırlatmaya ve geleceğe doğru, hergün yeniden bilenmiş bir millî şuûru ve îmanı genç nesillere vermeye çalıştım.”
Ancak yine de duygularını mısralara aktaramadığından şikâyetçidir:
Bayrağım, kılıcım, atım,
Dinim, tarihim, san’atım...
Benim ulu kâinatım
Kaleme, kâğıda sığmaz.
Kitabın birinci bölümü olan “Burçlar”da zaferlerimiz ve şehirlerimiz Tuna, Pilevne, Bilecik, Söğüt ve Edirne’nin yanısıra maneviyat dünyamızın ruh mimarları Dede Korkut, Mevlâna, Yunus anlatılır. Ayrıca hâtıralarını yâd ettiği ve bir kısmını yakından tanıdığı Yahya Kemal, Âşık Veysel, Nihal Atsız, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Kaplan, Fikret Memişoğlu ve Fethi Gemuhluoğlu’na ithaf şiirleri yer alır.
“21’e Doğru”, kitabın ikinci bölümü ve “Yaşayan Destan Afganistan” şiiriyle başlıyor. Çağdaş destanlar da kaleminin ucundadır Gençosmanoğlu’nun. Afganistan ve Kerkük destanları bunlardan ikisi. Üçüncü bölüm “Asım’ın Nesli”, dördüncüsü “Türkistan, Ana Yurdum Ata Yurdum” başlığını taşıyor. “Destanlarda Uyanmak” ve “Kopuzdan Ezgiler” ayrı birer bölüm halinde. “Mizahi Şiirlerim”, “Malazgirt Destanı” ve “Kürşad İhtilali Destanı” izliyor.
YA ALLAH BİSMİLLAH…
Geniş kitleler, taze yürekleri vatan sevgisi ve heyecanı ile dolu olan gençler, onun dillere destan olan “Malazgirt Destanı” şiirindeki mısraı ışık ışık, bayrak bayrak, dalga dalga yaydılar. Çoğu zaman miting alanlarında haykırdılar bu duayı: “Ya Allah! Bismillah! Allahüekber!” Bu sözler, Türkiye'nin 20'nci yüzyılda yetiştirdiği en büyük destan şâiri merhum Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun "Malazgirt Marşı"ndan alınmaydı.
Türkiye'de edebiyat dünyasında ne yazık ki varlığını hâlâ koruyan utanç duvarları, bir çok değerin gözardı edilmesine, pek çok sanatkârın kenarda kalıp unutulmasına sebep oluyor. Buna hakkımız var mı, tabii ki yok! Şâirler, hikâyeciler, romancılar, müzik, sinema ve resim sanatçıları mutlaka öncelikle ve özellikle sanatlarıyla ele alınmalı, incelenmeli ve ürünleri hakkında ciddi tahliller yapılmalı. Türkiye'de bir sanatçı, ortaya koyduğu sanat çalışmasıyla değil çoğu zaman istemeyerek aldığı yafta ile değerlendiriliyor. İncelenmeye değer bulunuyor veya bir kenara itiliyor. Batı'da Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi güçlü bir destan şairi yaşasaydı, hakkında mutlaka onlarca tez, pek çok eser, yüzlerce araştırma yazısı ve inceleme yayınlanırdı. Hatta eserleri beyazperdeye aktarılır, tiyatro sahnesine taşınırdı. Bizde bunları düşünmek bile, insana lüks geliyor neredeyse! Hababam Sınıfı'nı yüzlerce defa yeniden yeniden seyretmek dururken ne gerek var “Dede Korkut”, “Bozkurt”, “Salur Kazan”, “Malazgirt” ve “Gençosman” destanlarına (!)...
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun bütün destanlarında sevgi temaı hâkimdir. Bu şiirlerde, tarih boyunca defalarca cihan devleti kurmuş bulunan Türk milletinin “İ'lâ-yı Kelimetullah” (Allahın şanlı adını yüceltmek) temel felsefesine bağlı olduğu vurgulanıyor. Mısralar arasında Şeyh Edebâli'den, Mevlânâ'dan, Yunus'tan, Hacı Bektaş-ı Veli'den nefesler ulaşıyor okuyucuya... Şiirleri okuduğumuzda Ahmed Yesevî'nin, Hacı Bektaş-ı Veli'nin, Alperenlerin, dervişlerin manevi atmosferi içinde buluyoruz kendimizi. İlhamını ve heyecanını Türk tarihinden alan Gençosmanoğlu, bir bakıma dünün güzelliklerini bugüne taşıyan bir kutlu elçi gibidir. O, kültürel kaosun yaşandığı ülkemizde insanımızın, özellikle de gençlerin mazi ile bağlarını koparmamalarını isterdi. Bütün eserlerine toplu olarak baktığımızda bu millî endişeyi ve bu büyük hasreti görüyoruz.
Gençosmanoğlu, imkânsızlıklarla ve zorluklarla hayatını geçirmiş bir ulu şairdi... Onun bakır eşyalara merakı vardı ve dişinden tırnağından artırarak bir ömür boyu topladığı zengin bir bakır koleksiyonuna sahipti. Hayatının son yıllarına doğru bu eşyalarından bazılarını kısım kısım sattığını yakînen biliyorum. Bir ömür boyu biriktirdiği o cânım bakır eşyaları, nasıl içi yanarak elden çıkardığını dünmüş gibi hatırlıyorum. Çünkü aynı işyerinde çalışıyorduk. Kıymeti bilinmemiş bir sanatkârdı rahmetli... Hayatında olduğu gibi vefatından sonra da çok sık hatırlanmadı ne yazık ki. Türk Edebiyatı Vakfı'nda düzenlenen bir-iki toplantıyı saymazsak Gençosmanoğlu maalesef edebiyat câmiasının gündemine bir türlü gelmedi. Evet bir defa ciddi olarak konuşuldu. Ama bir yasak münasebetiyle ne yazık ki... TRT 2 Televizyonu'nda şairin şiiri sansürlenmişti. Nedret Selçuker'in hazırlayıp sunduğu “Bir Şiirdir Yaşamak” isimli programda “Malazgirt Marşı” makaslanmış ve programdan çıkartılmıştı. 1997 yılının 2 Eylül tarihli Türkiye gazetesinin kültür sanat sayfasında bu olayı manşete taşımış ve “Malazgirt Marşı'na Engel” başlığıyla fecaati, kamuoyuna duyurmuştuk. Arkasından Gültekin Samanoğlu, Yavuz Bülent Bâkiler, Mehmed Niyazi, Mehmet Zeki Akdağ, Mustafa Miyasoğlu, Dursun Gürlek, Dr. Yusuf Gedikli ve Muhsin Karabay'ın bu yasağa gösterdikleri tepkiyi sütunlarımızda yansıtmıştık. Düşünebiliyor musunuz, şiir yasağı o yıllarda da vardı ve bir destan şairi şiiriyle, sanatıyla ve fikirleriyle değil, kendisine despotça uygulanan yasakla gündeme gelebiliyordu.
BİR ÖZGE İNSAN
Hamasî şiirimizin 'destanlar burcu' iyi bir şâir olduğu kadar mükemmel bir münevverdi aynı zamanda. İyi bir insan olmanın hemen hemen bütün ortak özelliklerini üstünde taşıyordu. Mütevazıydı, mahviyetkârdı, cömertti, iyilik yapmayı severdi, sohbet ehliydi, küçüğüyle arkadaş, büyüğüyle yoldaş olurdu. Onunla 1980'li yılların başında Türk Edebiyatı Vakfı'nda tanıştım ve kendisini çok sevdim. Saygım hudutsuz oldu. Merhum Ahmet Kabaklı hocanın başında olduğu vakfın ve derginin müdürlüğünü yapıyordu. İki yıl sonra aynı müessesede çalışmak kısmet oldu. Vakfın da bulunduğu Yeşilay İşhanı'nda İslâm Ansiklopedisi yayına hazırlanacaktı. Diyanet Vakfı'nın neşredeceği ansiklopedinin başredaktörü Ergun Göze Bey'di. Ben de burada çalışmaya başlamıştım. Neşriyat Müdürü olan Niyazi Bey'le aynı odayı paylaşıyorduk. Ansiklopedi için madde yazacak olan hocalarla daha çok o ilgileniyor, yazılarını takip ediyordu. Bir yılı aşkın süre aynı çatı altında bulunduk.
Kimler gelmezdi ki ansiklopediye... İlim âleminin mümtaz simaları Prof. Dr. Nihat Çetin, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Kemal Eraslan, Dr. Necla Pekolcay, Prof. Dr. Faruk Sümer ve daha nice hocalar... Ben Edebiyat Fakültesi'ne yeni başlamış bir toy delikanlı olduğum halde şiirlerini bana da okur, fikrimi almak isterdi. Yazmak için zaman ve mekân aramazdı Niyazi Bey. Boş bulduğu her kâğıdı âdetâ şiirle doldurmayı, sonra da bu şiirler üstünde çalışmayı severdi. Çalışkan bir mizacı vardı. Ansiklopedide çalışırken onun boş durduğunu hiç görmezdim. Elinde mutlaka bir kalem olur, boş kâğıtlara yazar dururdu. Derin kültüründe Elazığ'ın zengin folkloru, dervişliğinde Fethi Gemuhluğlu ve Sâmiha Ayverdi'nin mayası, şiirinde Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Necip Fâzıl'ın millî kumaşı, sağlam milliyetçiliğinde de Nihal Atsız'ın payı inkâr edilemez. Niyazi Bey, bu isimlerden feyz alarak kendi şiirini ördü, bir özge şair oldu. Ne kimsenin tam benzeri sayıldı, ne de kendisini tam anlamıyla taklit edebilenler çıktı. Türk İslâm tarihinin şanlı destanını coşkuyla yazdı. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının nev-i şahsına münhasır, gür ve erkek sesi, değerli bir şairi kabul edildi. 21 Ağustos 1992 tarihinde 63 yaşında Hakka yürüdüğünde aylardan Ağustos, günlerden Cuma'ydı. Selimiye Camii'nde kılınan namazın ardından Karacaahmet'te toprağa verildi. Koca Yunus'un ölümsüz sözü, merhum destan şâirimize ne güzel de yakışıyordu:
Ölürse ten ölür
Canlar ölesi değil.
Vefatının 15’inci yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu rahmetle anarken, okuyucularımıza bütün eserlerinin üç cilt hâlinde Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları tarafından kültür hayatımıza kazandırıldığını duyurmak isterim. Yazıya hayırlı bir başlangıçla şairimizin “Besmele”siyle son verelim:
Şol gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
“Ol!” deyince olduranın
Doksandokuz adı ile.
MALAZGİRT MARŞI
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklim-i Rum'a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma...
Yeni bir şevk ile gürledi gökler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!
Önde yalın kılıç türkmen Başbuğu,
Ardında Oğuz'un ellibin tuğu...
Andırır Altay'dan kopan bir çığı,
Budur, Peygamber'in övdüğü Türkler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber...
Türk, ulu Tanrı'nın soydu gözdesi,
Malazgirt, Bizans'ın Türk'e secdesi,
Bu ses, insanlığa, Hakk'ın müjdesi...
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!...
Nağramızdır bugün yerin gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü...
Gâzî atlarımın nal pırıltısı,
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!...
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!!
En güzel marşını vurmada mehter:
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!..
SANAT ANLAYIŞI:
“Edebiyat ve güzel sanatların her dalı, millî ve mânevî kökler üzerinde filizlenir, yeşerir ve büyür. Sol, millîliği ve mâneviyâtı inkâr ettiği için, köksüz ve tükenmeye mahkûmdur. Nitekim öyle olmuştur. Sağın milliyetçi kesimi Türk şiirinin berâtını elinde tutmaktadır. Türk şiiri ancak Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fâzıl, Arif Nihad çizgisi üzerinde geleceğe yönelebilir.
Benim ilham kaynağım, her birisi başlıbaşına bir destan olan şahsiyetler, zaferler, fetihler ve eserlerdir. Üç bin yıl geriye doğru uzanan şanlı bir mâzi ve bu mâziden feyizlenerek büyüyecek bir gelecek.”
EĞİTİMCİ ŞAİR
1929'da Elazığ Ağın'da doğdu. İlkokulu Ağın'da bitirdi. Ladik/Akpınar Köy Enstitüsü'nde başladığı orta öğrenimini 1947'de Akçadağ Köy Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli okullarda uzun yıllar ilkokul öğretmenliği ve müdürlüğü yaptıktan sonra İlköğretim Müfettişi, Milli Eğitim Bakanlığı Şube Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı, Devlet Kitapları Müdürü, Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Genel Sekreteri olarak görev yaptı. 1978'de kendi isteğiyle emekli oldu. Emekli olduktan sonra Türk Edebiyatı Vakfı, daha sonra da Doğu Türkistan Derneği'nde müdür olarak çalıştı. Türkiye gazetesinin kültür sanat sayfasını bir yıl kadar idare etti. 21 Ağustos 1992’de vefat etti.
Yayınlanmış kitapları: Bozkurtların Ruhu (1952), Gençosman Destanı (1959), Kürşad İhtilali Destanı (1969), Malazgirt Destanı (1971), Bozkurtların Destanı (1972), Kopuzdan Ezgiler (1973), Salur Kazan Destanı (1974), Boğaç Han Destanı (1977), Destanlarda Uyanmak (1983), Destanlar Burcu (1988). Destan şâirimizin bütün şiirleri 2002 yılında Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları arasında yeniden ve üç kitap halinde neşredildi.
Mehmet Nuri Yardım