Aynı kısır döngü
01 Ocak 1970
Değişmesi gereken taraflarımızın değişmemesi, değişmemesi gereken taraflarımızın ise değişmesi, yozlaşmayı gelişmeye karıştıran bir kısır döngüyü ifade eder; tekâmülü değil.
Terörle mücadele, sadece teröristle mücadele değildir.
Doğrudur, öyledir. Peki bununla bitti mi düşünülecek şey? Bitmiş oluyor mu?
“Sosyo-ekonomik, demokratik tedbirler alınmalı” Bu da doğru? Peki bu kadar mı?
Terörle mücadele, terör fikriyle de mücadeledir. Terörle mücadele, bölücülük fikriyle de, etnik taassupla da, psikolojik propaganda ile de mücadeledir.
Ve terörle mücadele için yapılması gerekenlerin hiçbiri diğerini lüzumsuzlaştırmaz; tersine, daha gerekli ve zarurî kılar.
Terör eylemlerini etkisizleştiremezsen diğerlerini katiyen yapamazsın, yapabilme ortamını bulamazsın. Terör eylemleri bitirilebilse, belli yerlerde devletin egemenliği tam gerçekleşip sükûnet ve güven sağlanabilse; bölücülük ve terör fikri, propagandası, yandaşlığı, hemen erimeye başlar. Böyle bir ortamda bölücülüğün etnik taassubun kötülüğünü anlatan izahlar son derece etkili olur. Buna paralel olarak: sosyo-ekonomik, demokratik iyileştirmeler kendini gösterdiğinde, mesele kökünden halledilmiş olur. Çünkü bunun bütün kültürel kalbî aklî tarihî verilerine sahibiz.
Ama, “terör silahlı mücadeleyle önlenemiyor; onu bir tarafa bırakalım” denilir ise, doğru tedbirlerin hepsi havada ve hayalde kalır. Her şeyden önce onların ortamını bulamazsın. Silahlı mücadele yeterlidir demek nasıl ‘yanlışsa’ silahlı mücadelenin bir tarafa bırakılmasını istemek de yanlıştır. Hem de çok vahim bir yanlıştır.
Eğri oturup doğru konuşalım:
Etnik taassupla bölücülük düşüncesinin yanlış, zararlı, akla demokrasiye, “insan ve medeniyet” değerlerine aykırı bir düşünce olduğu; bizim aydınlarımız tarafından ne kadar yazıldı, savunuldu, anlatıldı? Hangi dönemde, ne kadar? Kaç yazılık kaç satırlık kaç cümlelik savunuldu?
Bir düşüncenin gayri meşru olduğunu gösteren en tartışılmaz delil, onun doğurduğu ve sahiplendiği eylem ve terör sonuçlarıdır. Bölücü düşünce, etnik taassup, terörü doğurdu. Katilliği caniliği, insan kıyımını caiz gören, sahiplenen bir düşünce meşru olabilir mi?
Düşüncenin önce meşruiyeti olacak, sonra samimiyeti, sonra mesuliyeti, sonra hassasiyeti, sonra asliyeti, sonra da liyakati ve kıymeti olacak. Demokratik gelişmenin muhtaç olduğu ve özgürlüğüne önem verdiği düşünce budur.
Bölücülüğü savun, sonra bir köşede oturup “ben teröre karşıyım” de. Senden, o teröristler bile davacı olacaklardır o asıl gerçeklik gününde.
Bölücülük ve etnik taassup terörü doğuruyor. Terörle mücadeleyi bırakıp nasıl bir diyalog kurarak terörü önlemeyi mümkün kılacaksın? “Bölünmeyi kabul edersin mesele biter” denilemeyeceğine, böyle bir şey aklen de maddeten de manen de mûhal olduğuna göre, bu tasavvurun tutar bir tarafı var mıdır? Kiminle hangi diyalogu nasıl kuracaksın ve ne konuşacaksın ki, terörist terörden vazgeçecek?
Vuzuhtan kaçmak, samimiyetsizliğin ve güvenilmezliğin en güçlü delilidir. Bölücülüğü amaçlayan, fakat bunun bir süreç gerektirdiğini düşünerek geçişin ilk aşamaları için yumuşak kaygan, yuvarlak, müphem, ele avuca ve ipe sapa gelmez, bir mantığa sığmayan ve bir yere oturmayan lakırdıları bir ana malzeme jargonu gibi tekrarlayıp durmak, tam bir samimiyetsizlik ve güvensizlik fotoğrafıdır. Bir söylem kalıbına dökülüp, bir masal plağı gibi döndürülüp duruyor.
Çoğulculuk katılımcılık barışçılık diyalogu”Yani?” diyorsun, arkası gelmiyor, vuzuh yok. Özellikle, inatla yok. Bu ülkede yaşayan herkes demokrasinin bütün imkânlarından yararlanmalı. Peki ama birileri, demokrasinin imkânlarından yararlanamadıkları için mi, bu ülkede demokrasi gelişsin diye mi “bölücü-terörcü” oluyor? Onların derdi demokrasi mi? Demokrasiyi geliştirmek, insan hak ve özgürlüklerini genişletmek için mi, insanları öldürüyorlar, öldürtüyorlar? Barış için mutluluk için, kardeşlik için, özgürlük ve zenginlik artsın için mi, masumları, güzel insanları katlediyorlar, katledenlere terörist demiyorlar? Bunları kabul ederek ne konuşulabilir, neyin diyalogu kurulabilir? Akıl ile boğaz boğaza gelmenin âlemi yok. Bu tam bir müphemiyet oyunu bir belirsizlikler şovu, bir oyalama ve uyutma canbazlığı.
Teşhis zorlukları ve sıkıntıları içindeyiz. İçinden çıkamayınca, genel geçer ifadelerden birine sarılıp “doğru teşhis işte bu!” diyoruz ve tedaviyi gerçekleştirmeyi engelleyen genel hâllerden şikâyet ediyoruz. Doğru teşhis, aslında, bütünlüğü ve önem sıralaması olan bir tespitler manzumesinin bir tek cümle hâlinde özetlenmesidir. Bu terör belasının, temelinde, dibinde; “etnik taassup ve bölücülük” ihtirası ve sapması vardır. Doğru teşhise varmış olsaydık; tedavi ortamı, imkânları, şansları kendiliğinden ışımaya başlardı. Kendiliğinden. Doğru teşhisin sosyal planda böyle bir özelliği vardır. Doğru teşhisin aydınlığı hemen fark edilir, hemen etkili olmaya başlar. Bir ilahi yardım teşviki ve mükâfatı gelir. Ukdeler, oyunlar, samimiyetsizlikler, müphemiyetler, abesler etrafında dönüp duruyorsanız; yardım edilmez size. Akıl çocuklaşmasından, akıl tutulmasından kurtulamazsınız.
Değişmesi gereken taraflarımız değişmiyor, değişmemesi gereken taraflarımız değişiyor.
Ters bir durum gibi görünüyor ama, arada sebep-sonuç ilişkisi var. Değişmesi gereken taraflarımızı değiştirme basiretini gösteremediğimiz için, değişmemesi gereken taraflarımızı koruma ve savunma gücünü ve cesaretini gösteremiyoruz. Değişmemesi gereken taraflarımızı koruyup savunamadığımız için de, değişmesi gereken taraflarımızı değiştirmeyi beceremiyoruz. Bir kısır döngü içindeki gelgitler ve tepkisellikler aklımızı ruhumuzu irademizi zaafa uğratıyor. Sevgisiz, samimiyetsiz ve düşüncesiz bir hayat tarzı paydasında çekişip duruyoruz. Bir şey söylemeden konuşmayı marifet sanıyoruz. Düşünmeden yaşamayı bir zaruret gibi görüyoruz. Ama canımız sıkılıyor, işlerimiz bir noktadan sonra hep ters gidiyor; huzurlu mutlu dengeli olmayı hayal bile edemiyoruz. Bazı meselelerimiz, kurcaladıkça daha çok düğümleniyor. Kavramları öyle matlaştırıp boşalttık ki, özeleştiri kapıları da bu yüzden açılamıyor. Düşünceye başlayamıyoruz bir türlü. Kafamız karışık, meselelerimiz karmaşık. Kendimizde değiliz ki yolumuzda olalım.
Düşünemiyoruz. Bırakın üstün düşünceyi normal düşünemiyoruz. Düşünce üretemeyenin; asabiyet, kriz ve şiddet üretir hâle geleceğini kavrayamıyoruz.
Siyasetten değil, aydınlardan, yeterli yetersiz, yarım-çeyrek, aydınlardan bekliyorum bu kısır döngüyü kıracak uyanış adımlarını. Herşeye rağmen onlardan, çünkü onların alternatifi yok.