Seçim, bildiri, karşı bildiri
Deniz Ülke ARIBOĞAN 01 Mayıs 2007
Bazen günler ne kadar uzun sürüyor değil mi? Kim demiş şu son 3 günün yalnızca 24’er saatten oluştuğunu. Şahsen bana yıllarca uzadı gibi geldi. Üstelik seçim, muhtıra, karşı bildiri derken hâlâ nefeslerimizi tutmaya devam ediyoruz. Bugün de Çağlayan mitingi gerçekleşiyor. Bu yazıyı yazdığım anda henüz miting başlamamasına rağmen müthiş bir kalabalık toplanmış görünüyor. İnsanların kendilerini sistem dışına itilmiş hissetmeleri halinde, demokratik tepkinin derhal meydanlara yansıdığı ortada. Halen siyasal karar alma mekanizmalarında herhangi bir sözü olmayan, Meclis’te temsil edilmeyen, temsil edilse bile etkinliği olmayan milyonlarca insan var. Bu, AKP’nin yarattığı değil, aksine teslim olduğu, sonradan da faydalanmaya çalıştığı bir durum. Yaşadığımız sürecin adına demokrasi denilmesi de bu nedenle sakıncalı. Demokratik olmayan bir seçim sistemiyle kurulmuş olan bir yapının, demokratik bir sonuç yaratması beklenemez. Halkın sokaklara inmesi de engellenemez.
Yürüyüş yapılır yapılmaz, hemen ardından da kalabalıkta kaç kişi olduğu yorumlarına geçeceğiz. Rakam 100 binin altında olursa AKP’ye göre iyi sayılır; daha üstü olursa da muhalefet bayram yapmaya başlayacak. Rakamlar havada uçuşurken google earth’ten metrekare başına düşen adam sayısına göre hesaplar yapılacak. Google mertliği bozduğundan bu yana fazla atıp tutmak da mümkün olamadığından, her iki taraf da sonuca boyun eğmek zorunda kalacak. Kimse gerçek demokrasilerde 1 kişinin bile demek istediğini demesi bir gerekliliktir demeyecek. Herkes demokrasiyi kendisine göre yontup, “benim demokrasim” nutuklarına devam edecek. Eh, madem bir şey değişmiyor, ben özetlerime geçiyorum;
1-Askerin siyasete müdahalesi demokrasi ile bağdaşmaz. Silahlı kuvvetlerin özenle siyasetten uzak durması kendi konumunun yıpranmaması adına da çok önemlidir. Basit güncel detaylarla ilgilenmek TSK’nın ilgi alanından çıkmalıdır. Başörtülü kızların ilahi söylemeleri, üç beş meczupun ona buna saldırması askerin kışladan çıkması için yeterli veriler değildir. Ancak, herkes de bilmektedir ki, gerçek rahatsızlık bunlar değildir. Türkiye’de bir kesimin, devlet aygıtı üzerinde, kesintisiz, uzlaşmasız ve sistemin yanlışlığından faydalanarak kurduğu egemenliğin yaratacağı sonuçların, geri döndürülemez hale geldiği düşünülmektedir. Cumhurbaşkanlığının değil, yargının bağımsızlığının kaybedilmesi esas kaygıdır.
Cumhurbaşkanlığı makamı üst yargı organlarının atama yetkisini elinde bulundurduğundan, kuvvetler ayrılığı prensibi bozulmakta, yani yasama, yürütme ve yargı organları tek elde toplanmaktadır. Demokrasiler için hayati olan fren ve denge mekanizmasının yitirilmesinin AKP için de büyük tehlikeler yaratabileceğini görmek ve yol yakınken bir çözüm üretmek elzemdir.
2- Ortaya çıkmakta olan tek parti iktidarının (bütün tek parti iktidarlarının öncelikli sorunu demokrasinin muhafazası olmuştur) Türkiye’nin dış dünyadaki konumunu değiştirebileceğine ve bir yörünge kaymasına yol açabileceğine de inanılmaktadır. Böyle bir değişime reaksiyon göstermek ise TSK açısından bir vazife olarak algılanmaktadır. Eğer hal böyleyse, Meclis’te 367 rakamının bulunmaması Türkiye’yi Allah’ın koruduğuna bir işarettir. Memleketin, özelikle de AKP’nin, yatıp kalkıp Erkan Mumcu’ya dua etmesi gerekir.
3- Hükümetin muhtıraya karşı bir duruş sergilemesi bugüne değil, geleceğe yönelik bir girişimdir. Şapkasını alıp gitmek fikri bugünün dünyasında kabul edilebilir bir durum değildir. Ancak bildiri net bir duruşu gösterse de, hükümet sözcüsünün bunu okuma biçimi sonsuz bir yumuşaklık içerisindedir. Doğrusu da budur. AKP’nin bu koşullarda yalnızca kendisini değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de yıpratmayacak bir tutumu benimsemesi devlet sorumluluğu gereğidir. Olayın bu noktalara gelmesinde rolleri vardır. Türkiye’nin iktidar partisi, eylemlerinde parti içi dengeleri değil, ülkenin huzur ve barışını ön planda tutmak durumundadır.
4- AKP, iktidara gelirken mağdur edilen, sistem dışına itilen insanların tepkisiyle ivme kazanmıştır. Geniş kitleler tarafından desteklenirken, temel iddiaları her kesimi kucaklayan gerçek bir demokrasinin yerleştirilmesidir. Ancak uzlaşmasız, pazarlıksız bir iktidar anlayışına geçmeleri, bugüne kadar kendisini sistemin sahibi olarak tanımlayanları (buna TSK da dahil) mağdur kesim haline getirmiştir. Bu sebeple tepki oyları sanıldığı gibi sandıkta AKP’ye değil, muhalafet partilerine de yönlenebilir. Benden uyarması!