Ziya Gökalp’in Ardından Türk Basınına Yansıyanlar
Mücahit Özçelik 01 Ocak 1970
Ziya Gökalp 1876 tarihinde Diyarbakır’da doğmuş ve “Mehmet Ziya” olarak isimlendirilmişti. İlk eğitimini Diyarbakır Askeri Rüştiyesi’nde yapan Ziya Gökalp, Orta tahsilini de o zaman yeni kurulan Diyarbakır İdadisi’nde tamamlamıştır. Aynı zamanda Diyarbakır ulemasından Arapça ve Farsça dersleri almıştır.
Gökalp daha sonra İstanbul’a gelmiş ve Baytar Mekteb-i Âlisine girmişti. İstanbul’da Baytar Mektebinin son sınıfında iken hürriyet yanlısı fikirlerinden dolayı dokuz ay Taşkışla’da ve Sultanahmet’teki Mehterhane’de hapis yatmıştır. Gökalp, hapisten çıktıktan sonra Yemen’e gönderilmiş, bilahare Diyarbakır’a gelerek II. Meşrutiyet’in ilanına kadar orada kalmıştır. Ziya Gökalp Bey Diyarbakır’da halkın ve kendisinin uğradığı takibat ve baskıdan dolayı intihar etmek istemiş, kurşun beyninde kaldığı halde tedavi edilerek iyileştirilmiştir.
Gökalp, Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki tarafından Selanik Merkez-i Umumisi’ne murahhas seçilmiş ve fikrî faaliyeti asıl bundan sonra başlamış, “Genç Kalemler” mecmuasını çıkarmış, felsefî makaleler ve Türkçülük akımını uyandıracak yazılar yazmıştır. “Hak” gazetesi ile “Türk Yurdu”nda da bu hususta birçok makalesi yayımlanmıştır.
Ziya Gökalp Bey, İkinci Meclis-i Mebusan’da Ergani Mebusluğuna seçilmiştir. Birçok davet ve ısrardan sonra İttihat ve Terakki Merkez-i Umumiyesi’ne girdiği halde bütün hayatını yine tetkik ve araştırmaya adamıştır. Merkez-i Umumiye’de bilahare Darülfünuna verdirdiği gayet mükemmel bir içtimaiyyat (sosyoloji) kütüphanesi tesis etmiş, Darülfünunda bir sosyoloji kürsüsü açtırarak eğitime başlamıştır. Gökalp’in Darülfünunun büyümesi ve ıslahında büyük hizmetleri olmuştur.[1]
Mütareke esnasında İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya nakledilen Ziya Bey dönüşünde doğruca Diyarbakır’a gitmiş ve altı ay kadar Diyarbakır’da “Küçük Mecmua”yı neşretmiştir. Daha sonra Millet Meclisi’ne mebus seçilmiştir.[2] Üstat, Genç Kalemler, Türk Yurdu, İslam Mecmuası, Yeni Mecmua, İçtimâât Mecmuası ile İktisadiyat Mecmuasında birçok makale yayımlamıştır. Ayrıca Yeni Hayat, Türklüğün Esasları, Kızıl Elma, Altın Işık, Altın Armağan isminde kitaplar neşretmiştir.[3] Ziya Gökalp, vefatından evvel Türk içtimaiyatına ait gayet büyük ve çok kıymetli eserini yazmaktaydı.[4]
Basında Ziya Gökalp’in Son Günleri ve Hastalığı
Ziya Gökalp’in ölümünden yaklaşık üç ay evvel ayaklarında nedeni bilinmeyen bir rahatsızlık ortaya çıkmış ve tedaviye başlanmıştı. İlk gören doktorlar bunu yağ fazlalığı gibi nedenlere bağlayarak zavallı Gökalp’i yalnız meyve ile yaşamaya mahkûm etmişlerdi. Haftalar süren bu tarz tedavinin vücuduna zaaf verdiği anlaşılınca önceki teşhisin aksine kuvvetlendirici bir rejime tabi tutulması lazım geldiği ortaya çıkmıştı.[5]
Hastalığı da hayatı gibi debdebesiz ve sessiz geçen Ziya Gökalp, yaşadığı Büyükada’da hastalığı artınca[6] Fransız hastanesine kaldırılmış ve tedavi altına alınmıştır. İlerleyen günlerde tedavi gördüğü Fransız hastanesinde hastalığının daha da ağırlaşması üzerine doktorların Ziya Gökalp’in durumunun kötü olduğuna dair beyanları gazetelerde çıkmaya başlamıştır.[7] Ziya Gökalp Bey’in hastalığı doktorların bildirdiğine göre süratle ilerlemekte[8] ve ağırlaşmaktaydı.[9]
24 Ekim’de verilen doktor raporunda hastanın durumunun gittikçe kötüleştiği [10] ve etrafındakileri tanımadığı belirtiliyordu. [11] Kaldığı hastanede Ziya Gökalp Bey’i 23 Ekim 1924’te ziyaret eden Anadolu Ajansının İstanbul Mümessili Ethem Hidayet Bey’in belirttiğine göre Gökalp; çok dalgın ve etrafındakileri tanıyamaz bir haldeydi.[12] Ziya Gökalp maalesef hastalığın en tehlikeli dakikalarını geçiriyordu ve doktorlara göre artık kurtuluş ümidi kalmamıştı.[13]
Ziya Gökalp’in hastalığının kamuoyunda duyulmasıyla birlikte Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa Ziya Gökalp Bey’in rahatsızlığından müteessir olarak ailesine mektup göndermiş ve Ziya Gökalp Bey’in Avrupa’da tedavisine lüzum görüldüğü takdirde hiçbir masraftan kaçınılmayacağını bildirmişti.[14]
Gökalp, son günlerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin kendisine gönderdiği fotoğraf ve mektuba çok sevinmiş ve bu mektuba cevap vermek istemişti. Bu maksatla kâğıt ve kalem getirterek mektup yazmak için yatağından doğrulmaya çalışmış ise de muvaffak olamamıştı. Ziya Gökalp Bey, Zekeriya ve Halim Sabit Beylere yazdırdığı mektupta, Gazi Paşa’nın hatırını sormasından dolayı çok sevindiğini ve samimi teşekkürlerini takdim eylediğini bildirmişti. Üstat, mektubunda Gazi Paşa ile Latife Hanım’a ithafen yazdığı eserinin basılmasını rica etmişti. Ziya Gökalp’in basılmasını istediği ve Reis-i Cumhur Hazretlerine ve Latife Hanım’a ithafen yazdığı eser “Türk Medeniyeti Tarihi” idi.[15] Gökalp Reis-i Cumhur Mustafa Kemal’e gönderdiği ve vasiyet diyebileceğimiz mektubunda ayrıca, “Ben çocuklarım için babalık vazifemi yapamadım, onları fahri ıztırarım içinde memlekete emanet ediyorum.” ifadelerini kullanmıştı.[16]
Ziya Gökalp’in Vefatı, Cenaze Merasimi ve Taziyeler
Üç aydan beri hasta bulunan Diyarbakır Mebusu Ziya Gökalp 25 Ekim 1924 günü gece yarısından sonra bir kat daha fenalaşmış ve 14 Ekimden beri tedavi görmekte olduğu Fransız hastanesinde[17] sabaha karşı saat 05.00’te vefat etmişti.[18]
Gökalp’in cenazesi 26 Ekim sabahı saat on buçukta Taksim’deki Fransız hastanesinden kaldırılarak Türk münevverlerinin ve milliyetperver gençliğin omuzları üzerinde Ayasofya’ya nakledilecek ve cenaze namazı kılındıktan sonra Sultan Mahmut türbesinde ayrılan yerine defnedilecekti.[19] Büyük Millet Meclisi namına Maliye Vekâleti, cenaze masrafları için telgraf havalesiyle Şehremanetine 500 lira göndermişti ve geniş katılımlı ve bütün Türk münevverlerinin iştirak edeceği bir cenaze merasimi planlanmıştı.[20]
Reis-i Cumhur Gazi Paşa Hazretleriyle Başvekil ve Hariciye Vekili İsmet Paşa merhum Gökalp’in ailesine bir taziye telgrafı çekmek suretiyle teessürlerini ilettikleri gibi hükümet tarafından cenaze merasimi için ilgili kurumlara cenaze merasiminin pek muntazam bir surette yapılması için de emir vermişlerdi.
İstanbul’da icra edilecek olan cenaze merasiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi namına orada bulunan İkinci Reis Vekili Şarkikarahisar Mebusu Ali Sururi Bey hazır bulunacaktı. Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazretleri de ordu namına ailesine taziyede bulunulmasını Üçüncü Kolordu Kumandanlığından istemişti. Maarif Vekili Vasıf Beyefendi de cenaze merasiminin yapılacağı gün İstanbul’daki bütün mekteplerin tatil edilmesini ve öğrencilerin tüm muallimlerle merasime iştirak etmelerini istemişti.[21]
Darülfünun, Türk milletinin en büyük mürşidi, âlim ve müderris Gökalp Ziya Bey’in ölümü nedeniyle tüm şubelerinde eğitimi bir gün tatil etmişti. Türk Ocağı, ocağın ulularından büyük üstat Ziya Gökalp Bey’in cenaze merasiminde bütün ocaklıların bulunarak son vazifelerini ifa etmelerini rica etmişti.[22]
26 Ekim sabah saat 10.00’dan itibaren İstanbul’un değişik semtlerinden taşan bir kalabalık, hastanenin etrafına toplanmıştı. Millet Meclisi namına Ali Sururi Efendi Reis-i Cumhur Hazretleri namına Osmaniye Mebusu İhsan Bey ve Vali Vekili Hüsnü Bey, Hariciye Vekili İsmet Paşa namına Nusret Bey cenaze merasiminde hazır bulunmuşlardı. Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa ve tüm Darülfünun müderrisleri, merhumun sevenleri, Mekatib-i Aliye ve Darülfünun talebesi, Müessesat-ı Hayriye, esnaf cemiyetleri ve muhtelif kulüp temsilcileri, Gökalp’e son vazifelerini ifa etmek için gelmişlerdi. Cenaze saat tam on buçukta tabuta konmuş ve başında bir süvari polis müfrezesi olduğu halde ve her iki tarafta silahları aşağıya dönük bahriyeliler, arkadan harbiye ve tıbbiye talebesi, polisler, Askerî Sanayi Mektebi talebesi eşliğinde ilerlemeye başlamıştı.
Cenaze, Beyoğlu’ndan geçerken büyük ölüye karşı şapkalarını çıkararak hürmet vazifesini yerine getiren birçok yabancıya rastlanmaktaydı. Cenazenin geçişi esnasında bütün tramvaylar durmuş, yollar kalabalığı almayacak bir hâle gelmişti. Köprü üzerinde ayak atacak yer yoktu. Cenazenin geçtiği yolların her iki tarafına yerleşen İstanbul’daki erkek ve kız mektepleri talebeleri cenazeyi selamlamaktaydı.
Sirkeci yoluyla Ayasofya’ya varıldığı zaman Ayasofya Camii’nde cenaze namazı büyük bir cemaatle eda edildikten sonra tekrar yola çıkılmıştı. İstanbul’da senelerden beri böyle bir cenaze alayına şahit olunmamış denebilirdi. Divan yolundaki kalabalığın derecesini ölçmek imkânsızdı. Cenazede hazır bulunanların sayısı elli bini geçmekteydi. Muhterem ölünün tabutuna yol açmakta zorluk çekiliyordu. Ziya Gökalp Bey’in Türk Bayrağı’na sarılan tabutu İstanbul gençliğinin omuzlarında ve gözyaşları içerisinde Sultan Mahmut türbesine getirildi. Daha sonra ise Gökalp’in nâşı dualarla ve gözyaşları içerisinde protokol üyeleri, muallimler ve talebeleri tarafından toprağa verildi.[23]
Cenaze merasimi sırasında Ziya Gökalp’in kabri başında üstatla ilgili bazı konuşmalar da yapılmıştı. Türk Ocağı Katib-i Umumisi Dr. Fethi Bey ilk konuşmayı yapmıştı. Fethi Bey: “Hanımlar, efendiler, arkadaşlar; Türk’e ışık tutan, Türk’e fikir bayraktarı olanlardan birini bugün Türk gençliği kaybetti. Bu büyük rehber ve iman arkadaşımızı ebediyet yolunun başında selamlarken henüz toprak üstündeki aziz bakiyesine Türk Ocağının son sözlerini söylemek şeref ve elemini taşıyan ben derim ki: Büyük Ocaklı! Hayatının en kıymetli zamanlarını ilme vakfettin. Eserlerinde gelecek nesiller için fikir hazineleri bulduk. Her eserin uzun ve karanlık olan cehalet yolundaki fikir mücahedeleri için bir ışık, birer şimşek oldu. Bunun için ocak sana hürmetkârdır. Topraktan gelip toprağa giden kıymetli Türk! Toprağın çürütemeyeceği sen; ezeli bir vuzuhla nesilden nesile, dimağdan dimağa, kalpten kalbe geçerek Türk milleti payidar oldukça yaşacak olan asl-ı manevi sen, fikir ve gönül ağabeylerindensin!” ifadeleriyle duygularını dile getirmiştir.
Fethi Bey’den sonra sabık Azerbaycan Meclis-i Mebusanı Reisi maruf Türkçü Resülzade Mehmet Emin Bey büyük bir heyecanla şu konuşmayı yapmıştır: “Vücuda getirdiğimiz binayı “İstiklal-i Türklük” fikrine ve onun rehberi olmak sıfatıyla Ziya Bey’e borçluyuz. Efendiler! Ziya Bey’in fikirleri yalnız Türkiye ufuklarına ait fikirler değildir. Ziya Bey, Türk yurdunun ve ocağının benimsediği büyük Türklük fikrinin mübeşşiri idi. Türklük Türkiyecilik değildir. Bu fikrin haricinde kalan ve Rusya’yı da ihtiva eden ülkede Ziya Bey’in eserlerinin tesiri kalıcıdır. Azerbaycan Türkleri de aynı fikirlere sahiptir. Güzel ve sevimli İstanbul mütareke senelerinde ecnebi istilasına uğradığı zaman işgalcilerin ilk söndürmek istediği ocak Türk Ocağı idi. Keza Bakü düşman istilasına uğradığı zamanda ilk set edilen Türk Ocağı binası oldu. Eğer bugün Kafkasya’da ve Azerbaycan Türklüğü dahilinde Ziya Beyin eserleri yasaklanıyorsa, istila kuvvetleri kızıl komünist alfabesini okutuyorsa bunlara karşı çıkacak kuvvet Ziya Beyin fikirleriyle yetişen Türk gençliğidir”.
Daha sonra Ziya Gökalp’in kabri başında Askerî Tıbbiye talebesinden Cezmi Efendi ve Dârülfünun Emini’nin nutukları ve Selanik Şehbenderi Fahreddin Hayri Bey’in: “Fikrin, ebediyet-i fikriyenin, mefkûreyi vahdet-i milliyenin, millet aşkının en büyük icatçısı olan ve maddeten ebediyete fakat ebedî yaşayacak olan müstakil Türk milletinin kalbine giren Ziya Gökalp’i en büyük hürmetle selamlıyorum. Ziya bu milletin ebediyetini, mefkûresini teyit eden bir şahsiyet idi. Milletlerin ebediyetinde bir gaye vardır. Mefkûrede, gayede bir hedefe gitmekte vahdet lazımdır. Bu vahdeti unutan bir Türk, ırkına ihanet etmiş olacaktır. Büyük Ziya Gökalp ne bahtiyarsın ki kimsenin nail olamadığı bir saadet-i ebediyeye sen nail oldun. Senin eserini yüceltip senin arkandan geleceğimize söz veriyoruz. Bu, hayattan veda edenler için en büyük bir saadettir. Birleşelim! Ziya Gökalp’ın eserine bütün mevcudiyetiyle rast-ı kalp ederek vahdetimizi yükseltelim Allah ona rahmet etsin.”[24] şeklindeki sözleriyle Ziya Gökalp’in kabri başındaki törende sona ermiş oldu.
Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Ziya Gökalp’in İstanbul’daki cenaze merasimine katılamamış, fakat cenaze merasiminin Ziya Gökalp’e yakışır bir şekilde yapılmasını sağlamıştı. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’yle Latife Hanımefendi Ziya Gökalp Bey’in eşi Vecihe Hanımefendi’ye telgraflarla teessür ve taziyetlerini bildirmişlerdir.
İstanbul vilayeti vasıtasıyla Ziya Gökalp Bey’in refikası Hanımefendiye:
“Muhterem zevcini Ziya Gökalp Bey’in bütün Türk âlemi için pek elim bir Ziya’ teşkil eden gaybubet-i ebediyesinden mütevellid taziyetkâranemi ve Türk milletinin samimi teessürat-ı kalbiyesini zat-ı ismetanesine arz eder ve Türk milleti ve hükümetinin büyük mütefekkirin ailesi hakkındaki hissiyat-ı müşfikanesini temin ederim, efendim.”
Reis-i Cumhur
Gazi Mustafa Kemal[25]
İstanbul’da bulunan Ziya Gökalp Bey merhumun refikası Vecihe Hanım, Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle Latife Hanımefendi’nin taziyet telgrafnamelerine aşağıdaki cevabı göndermişlerdir:
“Hayatını millete vakıf eden ve bu sebeple onun halaskârı olan zat-ı devletlerine dünyada en ziyade hürmet ve muhabbet beslediğine vakıf olduğum merhum zevcimin elim ziyaı karşısında büyük Türk milletinin ve onun halaskârı gazimizin gösterdiği teessür bu matemli günlerimizde matem-zede kalplerimize teselli veren en büyük kuvvet olmuştur.
Bana yaşamak için bugün kuvvet veren yegâne amil, hükümet ve milletimin bu teveccüh ve muhabbetine istinaden bana vedia olarak bıraktığı çocuklarımı ona layık bir şekilde yetiştirebilmektir. Gözyaşları içinde gönderdiğim bu teşekkürümü kabul buyurmanızı rica eder ve arz-ı hürmetler ederim efendim.”
Vecihe [26]
Türk Ocakları Merkezi Heyeti, Hars Heyeti ve Ziya Gökalp Cemiyeti de, “Türklüğe ve Türk Ocaklarına ifa ettiği ölmez hizmetlerle kalbimizde ebediyen yaşayacak bir minnet ve şükran hatırası bırakmış olan büyük âlim ve rehber Ziya Gökalp’ın vefatı dolayısıyla Türk milletine en samimi taziyetlerimizi ve memleketin umumi kederine bütün mevcudiyetimizle iştirak ettiğimizi beyan ederiz.” şeklinde bir taziye yayımlamıştı.
Muallimler Birliği Merkez-i Umumisi de Ziya Gökalp için: “Türk milletinin büyük mürşidi, milli mefkûrenin şerefli mübeddii üstadımızın ölüm haberi bütün Türkiye muallimlerini en derin bir kederle sarsmıştır. Gözyaşları içinde size ve evladınıza Allah’tan sabır ve selamet dileriz.” şeklinde Muallimler Birliği Merkezi Umumi Reisi Adliye Vekili Necati Bey imzalı bir taziye yayımlamıştı. [27]
Anadolu Ajansı da: “Türk vatanı en büyük ilim adamını kaybetti. Milli Mücadele’nin ruhu ve kaynağı olan milliyet fikirlerini neşretmek hususunda Ziya Gökalp Bey’in ifa ettiği hizmetler Türk milletinin kalbinde ebedî bir minnet bırakmıştır. Anadolu Ajansı bu büyük kayıp karşısında duyduğu bu derin teessürleri beyan ve Türk milletini bütün ruhuyla taziye eder.” ifadeleriyle kurum olarak teessürlerini bildirmiştir.[28]
Ziya Gökalp’in vefatı üzerine Balıkesir, İzmir, Diyarbakır, Edirne, Afyon, Salihli, Çorum, Kırşehir gibi yurdun her tarafındaki Türk Ocakları şubelerince de taziyeler yayınlanmıştı.[29] Ayrıca Ziya Gökalp Bey’in vefatı münasebetiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Fransa, Almanya, [30] Sırp ve İran Sefirleri de[31] hükümetleri adına taziyede bulunmuşlardır.
Ziya Gökalp’in Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği son mektubunda dile getirdiği vefatından sonra çocuklarına iyi bakılması isteği de hemen yerine getirilmişti. Bu amaçla İsmet Paşa’nın Halk Fırkası’nın toplantısında yaptığı konuşmasından sonra Ziya Gökalp’in senelik maaşının ailesine verilmesine ve vatana yaptığı hizmetlerden dolayı ailesine maaş bağlanmasına karar verilmiştir. [32]
Ziya Gökalp’i Anma Programları
Türk Ocağı, Ziya Gökalp’in ardından birçok münevverin iştirakiyle Gökalp’le ilgili önemli bir anma programı düzenledi. Programda Hamdullah Suphi Bey, Türk Ocakları Merkezi Heyeti adına yaptığı konuşmada, “Ocağımızın tarihinde ilk defa büyük bir rehberi anmak için toplanıyoruz. Memleketin geçirdiği bütün buhranlar, felaketler ortasında daima aynı safta, fazilet ve fedakârlık safında, yan yana kalmış olan ocaklılar, çok acı bir aile matemine uğradılar. Aramızdan eksilen kimse, ismi siyasi hudutları aşmış, Türk lisanının, Türk kavimlerinin yayıldığı bütün memleketlerde tanınan, sevilen, maruf bir ocaklı idi. Ziya Gökalp bir fikir kuvvetidir. Bir fikir kuvveti, yani beşerin bütün tarihi üzerinde hâkimiyeti her gün biraz daha artan, zaferleri, seneler ve asırlar geçtikçe devamlı büyüyen en yüksek varlığın bir kuvvetidir.” şeklinde bir konuşma ile Ziya Gökalp’le ilgili hislerinin dile getirmiştir.
Yusuf Akçura Bey de anma toplantısında yaptığı konuşmasında; Ziya Gökalp’ın şahıs ve şahsiyetinden, arkadaşlığından, Türk Yurdu mecmuasına yazdığı makalelerin kendisinde bıraktığı izlerden, merhumun sözlerinin bir kanun gibi özlü olduğundan, kanun mahiyetinde olan birçok esaslı fikirlerinden bahsettikten sonra Gökalp’in mihrakî bir ayna gibi son devrin fikirlerini dimağında toplayarak onları gayet parlak, açık cümleler halinde Türk gençliğine sunduğunu dile getirmiştir.
Daha sonra söz alan Ruşen Eşref Bey ise: “Kaybettiğimiz adam bir ilim velisiydi. Bu da eski Horasan erlerinin Rum diyarına geldiği uzun yollardan geldi. O geldiği günden beri dilimiz aşka dil oldu. Onun irşadıyla içimize baktık ve kendi cevherimizi bulduk. Gökalp ‘Garbın tekniği, Türk’ün harsı’ fikrine hangi vasıtalarla, hangi yolla gideceğini bilhassa genç güzidelere gösteren ışıktır.”[33] ifadeleriyle Ziya Gökalp’in Türk gençliğine yol gösteren bir mürşit olduğunu dile getirmiştir.
Ziya Gökalp Bey’in vefatı, müderrislik yaptığı Darülfünun’da da pek elim bir tesir oluşturmuştu. Edebiyat Fakültesi Müderrisler Meclisi, Ziya Gökalp merhumun hatırası için müderrisler meclisinin toplantı salonundaki masa başında bir koltuğun boş olarak bırakılmasına karar vermişti. Bu suretle Ziya Gökalp Bey’in vefatıyla boş kalan yeri fakülte müderrisleri arasında daimi bir hürmetle yâd edilmesi düşünülüyordu. Ayrıca Darülfünun’daki bir dershaneye “Ziya Gökalp Dershanesi” ismi verilmişti. Ziya Gökalp Bey’in vefatı üzerine memleketin her tarafından Darülfünun emanetine taziye telgrafları gelmekteydi. Ziya Bey’in vefatı üzerine Darülfünun Emini de merhumun ailesine gönderdiği, “Büyük âlim ve müderrisimizin vefatı sizin kadar arkadaşlarını da ümitsizliğe düşürmüştür. Darülfünun namına taziyetlerimi ve hürmetlerimi arz eylerim efendim.” taziye telgrafı ile üzüntülerini dile getirmiştir.[34]
İstanbul Türk Ocağı’nda da, her sene Gökalp’in hatırasını anmak için “Ziya Gökalp Günü” tahsis edilmesine karar verildi. İstanbul Türk Ocağı’nda yapılan ilk anma töreninde büyük Türkçünün biraderi Askeri Kaymakam Nihat Bey kürsüye gelerek merhumun yalnız kendi ailesine değil, bütün Türklüğe de mensup bulunduğundan söz ettikten sonra her taraftan gönderilen taziyelere ebedî minnettarlıklarını arz ettiğini dile getirdi.[35]
Ziya Gökalp’in ardından Türk gençliğinin maruf simaları, mebuslar ve Türkçü gençler bir araya gelerek bir Ziya Gökalp Cemiyeti kurmuşlardı. Cemiyet Ziya Gökalp’in bütün Türkiye’deki sevenlerinden ve talebesinden teşkil edecek ve Ziya Gökalp kitaplarının basılmasına, yazılarının ve hatıralarının birleştirilmesine çalışacaktı. [36] Cemiyetin reisliğine Rıza Nur, ikinci reisliğine Yahya Kemal ve katib-i umumiliğine de Zonguldak Mebusu Ragıp Beyler tayin edilmişti.[37] Ayrıca Ziya Gökalp’in ardından İstanbul ve Ankara’nın dışında da Türk Ocaklarının düzenlediği çeşitli anma programları da düzenlenmişti.[38]
Vakit gazetesinde Ziya Gökalp’in ardından yapılan anma programlarını özetlercesine çıkan bir haberde, “Büyük üstat hareketleri asırlar süren sorguçlu yıldızlar gibi ufuklarda ender tesadüflerle parıldayan bir deha şulesi idi. Kendisi hakkında tam ve etraflı bir tahlil yapmak, fikirlerini tam olarak anlama ve kavramayla olabilir. Yalnız şurasını ilave edelim ki Ziya Bey’in memlekette bıraktığı iki büyük varlık vardır: Biri şuurlu milliyetperverlik diğeri hakiki ilim mefhumu ve “içtimaiyat”tır. Kaybettiğimiz Üstat, başlı başına bir âlim, bir cihandı. Bugün elemin, ıstırap kasırgasının en müthişiyle savrulan muhterem ailesini derin bir teessürle taziyeye koşarken kendimizin de onlar kadar teselliye muhtaç olduğunu hissediyoruz.”[39] İfadeleri, Türk kamuoyunun Ziya Gökalp hakkındaki duygu ve düşüncelerini dile getiriyordu.
Ziya Gökalp’in Ardından Basına Yansıyan Düşünceler ve Yorumlar
Ziya Gökalp’in ani ölümünden sonra, basında, köşe yazarları ve dönemin aydınlarının kaleme aldığı Ziya Gökalp’le ilgili önemli sayıda hatıra ve değerlendirmeleri içeren makaleler de yayımlanmıştı.
Vatan başyazarı Ahmet Emin 27 Ekimde yayımladığı “Ziya Gökalp” başlıklı yazısında, “Bu asrın yetiştirdiği en büyük Türklerden biri aramızdan ayrılmıştır. Gökalp’i anlayanlar bugünün Türk milleti için umumi bir matem günü olduğunda tereddüt etmeyeceklerdir. Gün geçtikçe Ziya Gökalp’in büyüklüğü daha iyi anlaşılacak. Türk milletinin ruhunda, hayatı esnasında pek umumi bir surette işgal ettiği hürmet, günün birinde mutlaka ortaya çıkacaktır. Bugünkü nesil için de gelecek nesiller için de Gökalp, feyyaz bir ilim kaynağı, bir fazilet hocası olacaktır.
Ziya Gökalp pek mühim bir içtimai hakikati Türk milletine tanıtmaya çalışmıştır. Bu, “fert yok, cemiyet var” düsturuydu. Ziya Bey, “fert yok, cemiyet var” esasını kendi nefsinde pek ulvi bir derecede tatbik etmiştir. Büyük mütefekkir fert olarak kendini hiç ön plana çıkarmamıştır. Onun için hayatta hiçbir şahsî zevki yoktu. Kendisini ferden heyecanlandıracak şeyler pek azdı. Fakat milli hissiyatta büyük bir neşe ve heyecan duyuyordu. Kendisini esir hatta meşgul edebilen hiçbir nevi eğlence yoktu. Meşhur olma arzusunun ne demek olduğunu cidden bilmiyordu. Hiçbir hürmet göstergesi kendisinde gurur gibi hisler meydana getirmiyordu. Mahviyet ve tevazu hiç kendisinde onun kadar tabii bir şekil almamıştı. Ziya Gökalp yalnız bugünün bir Türk mütefekkiri değildir. Eğer kendisi tam olarak âleme tanıtılacak olursa her zaman için bütün cihanın mümtaz mütefekkirleri onun şâyan-ı dikkat şahısları sırasına geçecektir.”[40] İfadeleriyle, Ziya Gökalp’in Türk milletine hizmetlerine vurgu yapmaktaydı.
Mehmet Emin (Erişirgil) de Vakit gazetesindeki yazısında, “Artık ondan uzaklaştık. Dostları, talebesi bir daha ne onun yeni bir yazısını okuyabilecekler, ne sözlerini dinleyebilecekler. Fakat ondan bugün bize zamanla silinmesi mümkün olmayan fikirleri kaldı. Fakat bence Ziya Gökalp’in en büyük hizmeti memlekete ve bilhassa Darülfünun içine ilim mefhumunu sokması oldu. Hiçbir kimse ilmin hakiki manasını Ziya Gökalp kadar anlamamış, hiç kimse ilim zihniyetini onun derecesinde yapmaya çalışmamıştır. Ziya Gökalp’a göre ilim hayat içindir. O bu fikri “ilim millet içindir” demekle ifade ediyordu. Çünkü Ziya Bey’e göre hakiki ve müspet hayat milli hayattır. Onun içindir ki milli hayata hamle vermek onun en büyük ilmi endişesi oldu.
Nitekim Ziya Bey’in Türkiyâta ait olan hizmetini yazılarından ibaret olduğunu sanmak çok yanlıştır. Onun bu husustaki en büyük hizmetinin canlı numunesi Fuat Köprülü’dür. Ziya Bey olmasa idi bugünkü tarih müderrisi Fuat Bey belki olmazdı. Ziya Bey’in ilme hiç hizmeti olmasıydı Fuat Bey’i yetiştirmesi memleket için kâfi bir hizmet olabilirdi.[41]” diyerek Gökalp’in Türkiye’de ilim adına yaptığı katkılara vurgu yapmıştır.
Cumhuriyet gazetesinde isimsiz yazılar yazan başyazar Yunus Nadi, “Ziya Gökalp” başlıklı yazısında, “Dün Türk milleti için sayılı keder günlerinden biri oldu; bugün tabutunu hürmetle omuzlarımızda taşıyacağız. Ziya Gökalp hiç şüphe yoktur ki Türkiye’nin son asırdaki büyük adamları arasında pek mümtaz bir mevki taşımış bir üstat idi. Bu üstat Türklüğü Osmanlı İmparatorluğunun külleri arasından çıkararak istikbalin canlı, kuvvetli, mesut Türkiye’sine doğru sevk etmek yolunda başlı başına büyük bir rol oynamış bir zekâ idi. Onun kıymet ve meziyetini hayatında tanıyanlar çoktur, bütün bir gençliktir. Yine hiç şüphe etmiyoruz ki Ziya’yı istikbal daha iyi tanıyacak, onu tetkik ve tahlil ettikçe, gelecek nesillerin genç zekâları kendisinde daima keşfedilecek yeni bir meziyet bulacaktır.
Ziya âlim idi, vatanperver idi, milliyetçi idi. Onun ilmini belki biraz fazla heyecanlı bulmak kabildir fakat bizim yüreklerimizde titremeye başlayan heyecanlara en ilmî yollardan sevk etmekte gösterdiği kuvvet ve kabiliyeti herkes tasdike mecburdur. Ziya için çok şey yazılacak ve çok şey söylenecektir. Bugünlük vazifemiz başlı başına bir devir ve bir mektep yaratan bu büyük adamın tabutu önünde hürmetle eğilmek ve onu omuzlarımızda taşımak işidir. Eminiz ki bütün Türk münevverleri onun tabutu etrafında eksiksiz toplanacaklar ve onun milli irfan ve milli heyecanı yaratmak için sarf ettiği emeklerin hatta bu uğurda giriştiği büyük mücadelenin başarıya ulaştığını gösterecektir.” İfadeleriyle, Ziya Gökalp’in Türkiye için taşıdığı önemi anlatmakta ve herkesi Gökalp için son vazifesini yapmaya çağırmaktaydı.[42]
Ahmet Cevdet, İkdam gazetesinde Ziya Gökalp’le ilgili yazısında diğer yazarlardan farklı bir tarz kullanmıştı. Ahmet Cevdet, Gökalp gibi bir vatan hadiminin ölüm anında ailesini düşünmek mecburiyetinde kalışının acınacak bir durum olduğunu dile getirmiştir. Ahmet Cevdet, yazısının devamında bir ekol adamı olan Ziya Gökalp’in mutlakıyet idare ve ananesini benimsemişlerin bulunduğu Sultan Mahmut türbesi yerine sade bir yere defnedilmesinin demokratlığa daha uygun olacağını dile getirmiştir.[43]
Necmettin Sadık ise Akşam gazetesindeki yazısında, “Ziya Bey’in hiç beklenmeyen bir anda vefat etmesi memleketin zaten kısır olan irfan sahasında çok derin bir boşluk açmıştır. Öyle bir boşluk ki bunun uzun müddet için telafisi mümkün olmayacaktır. Ziya Bey hakiki ilim mefhumunu memlekete ve Darülfünuna sokmuş ve ilmin mücerret nazariyelerden ibaret olmadığını göstermişti.
Avrupa’da küçük mekteplerin programlarına kadar konan içtimaiyatın ehemmiyeti ve lüzumunu bu memlekete Ziya Bey anlatmıştır. On sene evvel Ziya Bey “içtimaiyat” kelimesini ve yeni tabirleri telaffuz etmeye başladığı zaman garipsenmişti. Bugün bize en basit en tabii gelen kavramları ifade için kullandığımız ve artık alışılmış gelen bütün manaları lisanımıza o sokmuştur. Merhum yalnız büyük bir âlim değil aynı zamanda büyük bir mütefekkirdi. Bugün millet, milliyet namına ne biliyorsa ondan öğrendi; Türk milletinin büyük bir mazisi olduğunu ve ancak bu maziyi araştırma sayesinde istikbali hazırlamanın mümkün olduğunu öğretti. Bugün herkesin ağzında ve kaleminde dolaşan “milli şuur”, “vicdan-ı milli” tabirlerinin hakikate tevafuk ettiğini de ondan öğrendik. Binaenaleyh milliyet cereyanını fikirlerde ve ruhlarda hazırlayanların başında tarih, Ziya Bey’i yâd edecektir.”[44] ifadeleriyle, Gökalp’in Türk milletine kazandırdıklarına vurgu yapmıştır.
Vakit gazetesinin bir muhabiri, dönemin tanınmış ilim adamlarının Ziya Gökalp’le ilgili düşüncelerini öğrenerek bunları gazetesine taşımıştı. Bunlardan ilkinde Darülfünun Emini İsmail Hakkı Bey intibalarını şu satırlarla dile getirmişti: “Gökalp Ziya Bey’in hayatı gibi ölümü de Türk ve insaniyet tarihinin en büyük ve en önemli hadiselerinden biridir. Halkın bütün büyük eserleri gibi Gökalp Ziya’yı da muhtelif cephelerinden tetkik ve tefekkür etmek mümkündür. Ziya Bey tetkik ve tefekkür edilirken yalnız bir milletin intibah tarihi değil bütün insaniyetin tefekkür, felsefe tarihi mevzu-bahis olacaktır demek lazımdır. Gökalp Ziya fizyolojinin müşahede edebildiği en büyük dimağlardan biridir. Bu hükmü teyit için, şayan-ı hayret hafıza kuvvetini, yine şâyan-ı hayret tecrit kabiliyetini ve daha ziyade şâyan-ı hayret olarak şimdiye kadar mefkûreciliğine tahammül eden uzviyetini düşünmek lazımdır.
Gökalp insaniyetin tanıdığı Kant gibi en büyük tefekkür kudretlerinden biridir. Gökalp, J.J. Rausseau gibi tesiri asırlarda ve milletlerde duyulan büyük inkılâpçıların ruhuyla doludur. Gökalp, mefkûresini, şuur ve sanatta halka ve umumun vicdanına kadar götüren ve yerleştiren bir sanatkâr olarak kabul edilebilir. Onun için Gökalp’in ziyaı yalnız büyük millet mürşidinin ziyaı ve Türk vicdanının, büyük mihrakının inkisarı değildir. Gökalp ile beraber Türkiye’de büyük bir içtimaiyatçı zayi olmuştur. Gökalp ile milliyet ve mefkûre şuurunun, ilminin ve felsefesinin en büyük uzvu zayi olmuştur. Türk tarihi ve mütefekkir insaniyet için sonsuz bir devir açmış olan bu büyük adamın ölümü yine kendi milleti ve insaniyet için büyük talihsizliktir.”
Dârülfünun Felsefe Müderrisi Mustafa Şekib Bey fikir ve ihtisasını şu suretle anlatmıştır: “Ziya Bey, Tanzimat’tan sonra yetişen mütefekkirlerimiz arasında Garp irfanını en iyi hazmetmiş ve temsil etmiş en büyük mütefekkirlerimizden biridir. Ziya Bey gelmeden evvel Garp irfanı Türk münevverlerine yamalı bir bohça halinde saçılıyordu. İlk defa Ziya Bey’dir ki bu yamalı bohçayı bir kumaş haline kalbetmiş ve ruhumuza yeni bir elbise giydirmiştir. Ziya Bey aynı zamanda Tanzimat’tan sonra gelen ilk Türk filozofudur.”
Tarih Şubesi Müderrislerinden Şemseddin Günaltay Bey ise, “Ziya Bey memleketin numune bir zekâsı, ahlaki değerlerin, vatanperverliğin en yüksek bir örneği idi. Memleket ve Darülfünun Ziya Bey’le büyük eserler veren bir dehayı kaybetmiştir.” şeklinde duygularını dile getirmiştir.
Necmeddin Sadık Bey’in fikir ve değerlendirmesi ise, “Ziya Bey, memleketin en büyük yegâne âlimi idi. İfa ettiği en büyük hizmet yalnız içtimaiyat ilmini tanıtmak değil, aynı zamanda ilmî tetkiklere objektif usulün tatbikini öğretmek olmuştur. Ziya Bey, Türk hayat-ı içtimaiyesini, Türk tarihini araştırmak suretiyle tetkik etmeye başlayan ilk mütefekkirimizdi. Ziya’nın unutulmayan hizmetlerinden biri de millet ve milliyet nazariyesine en doğru ve en salim istikameti vermiş olmasıdır. Bu suretle Türk milletinin hakiki varlığını öğreten o olmuştur. [45] şeklindeydi.
Ziya Gökalp’le ilgili basına yansıyan değerlendirmelerin bir diğerinde dönemin edebiyatçılarından Yakup Kadri ise Ziya Gökalp’in hastalığı ile ilgili olarak doktorların ilgisizliğinden ve lakaytlığından dolayı hastalığa teşhis koyamayıp Ziya Gökalp’in Avrupa’ya gönderilmesi için gerekli süreyi boşa harcamalarından yakınmaktaydı. Yakup Kadri, “Zavallı Ziya Gökalp bütün hayatında vuzuh içinde yaşadı, vuzuh için yaşadı fakat ölümüne neden olan hastalığı, bize, halli imkânsız bir muamma halinde bıraktı. Zavallı Ziya, zavallı kurban, sen ki bütün hayatında yalnız “milli” yaftasını taşıyan şeylere itimat etmiş, giydiğimiz kumaştan okuduğumuz ‘ilim’e kadar her şeyin millileşmesine çalıştın! Kim derdi ki günün birinde hepimiz için aziz olan canını milli bir duyarsızlığa feda edeceksin!”[46] ifadeleriyle de Ziya Gökalp’in ölümünü duyarsızlığa bağlamaktaydı.
Ayrıca Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde de Ziya Gökalp’le ilgili bir yazı kaleme alan Yakup Kadri, “Ziya Gökalp “fert yok, cemiyet var” düsturunu hiçbir an tekrar etmekten yorulmazdı. Bir defa kendi fani mevcudunu inkâr eden ve “cemiyet-millet” denilen ebedî varlıktan başka bir şeye ehemmiyet vermeyen bir insan için ıstırabın, korkunun, ümitsizliğin ve endişenin manası olur mu? Bunu için Ziya Gökalp İngilizlerin pençesinde Malta’ya sürülürken ‘Bizim işimiz bitti; milletin içinden başkaları çıkıp yapacak’ diyordu. Yukarıda da söylediğimiz gibi kendi nefsi onu alakadar etmezdi. O çoktan ‘fena fil millet’ olmuş bir ruh idi. Öyle bir ruh ki bir ışık gibi aydınlatır, bir alev gibi ısıtır ve hepimizin ruhuna karışmıştır. En büyük eseri mi? Lakin Ziya Gökalp onu çoktan oluşturdu; bugünün Türk gençliği onun eseri, onun şaheseridir.”[47] ifadeleriyle, Ziya Gökalp’in milleti için yaşayan bir şahsiyet olduğuna vurgu yapmıştır.
Ziya Gökalp’i Meşrutiyet döneminden beri tanıyan Halide Edip ise, “Sezar’ın cenazesinde dostu Mark Antuan, ‘Ölülerin iyiliği kemikleriyle gömülür, hataları arkalarında kalır’ diyor. Ben, bir Müslüman ve Ziya Bey’i seven, takdir eden bir insan sıfatıyla bugün onu hep fikir ve kalp güzelliği içinde, büyük dimağın çok yavaş ve güçlükle biriken Türk fikir hazinesine bıraktığı mirası minnetle yâd ediyorum. Ziya Gökalp, ‘Müslüman ümmetinden, Türk milletinden, Garp medeniyetinden’ olduğunu ifade ederdi. Ziya Bey’i insan olarak tahlil ederken en bariz hususiyetlerini şunlarda buluyorum: Ziya Bey, evvela idealistti. İdeallerini hakikat sahasında görmek için çalışırken yapmaya mecbur olduğu fedakârlıklar onda ifade edemediği derunî bir acılık ve ıstırap meydana getirmişti. Ziya Bey samimi surette dindardı. Sonuna kadar dinin ruhani ve temiz kısmına sadık kalmış bir Müslüman’dı. Bunu ‘Müslüman ümmetindenim’ ifadesi çok açık ifade etmiştir.
Ziya Bey’in iki büyük kahramanı Enver Paşa ve Gazi Paşa’dır. Çok karışık bir devrede gelmiş, ilmiyle siyasi umdelere tesir yapmış bir âlim sıfatıyla Ziya Gökalp hakkında ayrıca ve pek ciddi tetkik yapmak lazımdır.”[48] şeklinde, özetleyebileceğimiz yazısıyla Ziya Gökalp’i tanıdığı kadarıyla anlatmış ve diğer yazarlardan farklı olarak Ziya Gökalp’in son dönem siyasi liderlerine ilham kaynağı olduğunu dile getirmiştir.
Ziya Gökalp’in vefatından sonra Gökalp’le ilgili haber ve yorumların en fazla çıktığı gazetelerden olan Hâkimiyet-i Milliye’de “Abdülfeyyaz Tevfik” başlıklı yazıda da, “Büyük bir vatanperver, yüksek bir âlim, üretken bir müderris, içtimaiyyat ilmini memleketine hakkıyla tanıtmış bir yazar olan Ziya Bey benim nazarımda her şeyin fevkinde bir insan-ı kâmil idi. Onun temiz ve yüksek vicdanı, yetişilmez alçak gönüllülüğü, vakarlı oluşu, bahusus ilim ve irfan kaygısından gayri bir maksatla açılmayan ağzı, ne derin ne âli bir feragat-ı nefse delalet ederdi. O kendi için değil, memleketi için yaşayan insanüstü birisiydi. O derin manalı simayı, hiçbir şahsi muvaffakiyet değiştirmemişti. Yeni mecmua muharrirliğiyle memleketin irfan tarihinde kendi namına ebedi bir şanlı sayfa açmaya muvaffak olan Ziya Bey, Darülfünun kürsüsüne, ilmî heyetler riyasetine, nihayet Büyük Millet Meclisine, bakışlarındaki vakar ve duruşunu değiştirmeden yükselmiştir.”[49] ifadeleriyle, Gökalp’in sahip olduğu erdemlere ve hayatı boyunca çizgisini değiştirmeden yaşadığına vurgu yapılmıştır.
Sonuç
Ziya Gökalp, şüphesiz Türk fikir hayatına kısa sürede büyük izler bırakmış ve Türk mefkûresinin oluşturulmasında büyük emekleri olan bir aydındı. İlim adına en verimli döneminde genç denilebilecek bir yaşta vefat etmişti. Türk kamuoyu Gökalp’in genç yaşta vefatıyla sarsılmıştır. Gökalp’in cenaze merasimi ve anma törenleri Türk basınında geniş yer bulmuştur. Ayrıca dönemin önemli köşe yazarları, edebiyatçıları ve aydınlarının beyan ve görüşleri de gazetelerde yer almıştır. Bu beyan ve görüşler Ziya Gökalp’i ve fikirlerini özetler nitelikteydi.
Ziya Gökalp, Tanzimat’tan sonra yetişen Türk mütefekkirleri arasında Garp irfanını en iyi hazmetmiş ve temsil etmiş en büyük mütefekkirlerden birisi olarak görülmekteydi. Darülfünunda ilim mefhumunu yerleştiren kişi olarak görülen Gökalp, Türkiye’de sosyoloji ilminin de kurucusu olarak gösterilmekteydi. Basındaki yazılara göre, Gökalp’in unutulmayan hizmetlerinden biri de millet ve milliyet nazariyesine en doğru ve en salim istikameti vermesiydi. Onun Türk milletinin büyük bir mazisinin olduğunu ve ancak bu maziyi tetkik sayesinde milletin istikbalini hazırlamanın mümkün olduğunu öğrettiği düşünülmekteydi. Türk aydınlarına göre o çoktan “fena fil millet” olmuş bir ruh idi. Ziya Gökalp’in Müslüman ümmetinden, Türk milletinden, Garp medeniyetinden olduğu ifadesi ise kamuoyu tarafından benimsenmişti. Ayrıca Ziya Gökalp’in ülkenin çok karışık bir devresinde yaşaması ve görüşleriyle siyasi fikirlere tesir yapmış olmasından dolayı kendisiyle ilgili pek ciddi araştırmaların yapılması gerektiği düşünülmekteydi.