Ne yapmalı?
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Soru şuydu: İktidar 1944’te Türk Milliyetçileri’ne saldırdı. Türk Milliyetçileri bu saldırıdan güçlenerek çıktılar. İktidar, daha doğrusu darbe iktidarı, 1980’de Türk Milliyetçileri’ne saldırdı. Türk Milliyetçileri bu ikincisinde çöktüler. Niçin?
Çoğu genç fakat güçlü kafalar ve kalemler soruma cevap vermeye koştu. Sağolsunlar! Çoğu genç olduğu için yakın tarih perspektifini değil, bugünün fotoğrafını tasvir ettiler. Bu fotoğrafta büyük çapta bir fikir birliği var: Türk Milliyetçileri—gençlerin tercih ettikleri sıfatla ülkücüler—eski güçlerine sahip değildir.
Fikir sahasında eski üretim ve güç yoktur. Daha vahimi, ilgi yoktur.
Değerlerde birlik yoktur. Öyle ki, “hangi ülkü?”, “hangi tip ülkücü?” soruları sorulabilmekte ve bu sorular anlamlı olabilmekte! Hatta bir arkadaşımız, “herkesin ülküsü kendine” diye yazabildi ve haklıydı. Maalesef bugün “milliyetçiler” kendilerini kendi değerleriyle değil de büyük çapta kime ve neye karşı oldukları ile tarif ediyorlar.
Siyaset sahasında eski güç ve birlik yoktur. Fikir böyle olunca siyasette başka türlü olması beklenemezdi herhalde.
Bunun “niçin”ini de inceledik. Milliyetçi Hareket, biri 1980’in hemen öncesinde, diğeri hemen sonrasında iki büyük sarsıntı geçirmiştir.
Birincisi, “Türk-İslam sentezi”, diye başlayıp, “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır”a kadar giden bir sapıtmaydı. Bugün bu hareketi başlatanların hiç birisi aramızda değil. Milliyetçiliğe açıkça düşman siyasî İslamcı saftalar. Giderken gençlerimizi, seçmenimizi de götürdüler ve bugünün siyasî ümmetçi partisine teslim ettiler. Geride, pratikte “düşünme, bize itaat et”, “Türklük cesettir” anlamına gelen bazı sloganlar bıraktılar. Şimdikiler bunları, Türk Milliyetçiliği’nin temel ilkesi sanıyor.
İkincisi, hareketin 1980 öncesi kadrolarıyla bağlantısının kesilmesidir. Bu aynı anda hem gençlik, hem üst yönetim, hem yerel kadrolar için uygulandı. Bu kesilme birinci darbenin üstüne gelince tahribat katlanarak arttı.
Birinci darbe Türk Milliyetçiliğinin fikir üretimini ve eğitimini sonlandırdı. İkincisi bu eğitimin sözlü olarak bile yeni kuşaklara iletilmesini önledi.
Fikir sistemi bulanıklaşıp bloke edilince; nesillerin bir biriyle iletişimi kesilince geriye ritüeller kalıyor. Belki o tarihlerde bugünkü kadar ritüelimizin olmamasının psikolojik sebebi budur.
* * *
İnsanları suçlamak çok keyifli bir iş olabilir ama günün sonunda bir yarar sağlamaz. Hedef hatalıyı tenkit değildir; hedef hatayı ortadan kaldırmaktır. Şimdi kim ne yaptıyı bir kenara bırakalım ve sormamız gereken asıl soruya dönelim artık: Ne yapmalı? Biz ne yapmalıyız?
Türk Milliyetçiliği zihinler ve gönüllerin hareketidir. Tamiratın da zihinlerde ve gönüllerde yapılması gerekir. Bizi güçlendirecek olan fikirler ve duygulardır. O fikir ve duyuşlara sahip gençlerdir, kadrolardır.
Bir an önce “herkesin ülküsü kendine” tehlikesini bertaraf etmeliyiz. En kısa zamanda varlığımızın falancalara karşı olmaktan değil, Türk Milleti’ne taraf olmaktan kaynaklandığını anlamalı ve anlatmalıyız. Anlama ve anlatma, araştırmak, fikir üretmek ve eğitim demektir. Eksik olan ve bir an önce giderilmesi gereken fikir üretimi ve eğitimsizliktir. Biz, 48 saatte bir milyon dipdiri insanı Ankara’ya yığabilen 1980 potansiyeline, hiç durmayan fikir üretimiyle ve dergi ile, kitapla, sözle verilen eğitimle kavuştuk. İnsanlar zihinleri ve gönülleri üzerinde geldiler ve dosta güven verdiler, düşmana korku saldılar.
Bir an önce Türk Milliyetçiliği’nin yakın tarihini gençlere aktarmalıyız. Bugünün siyasî açıkgözlülükleri ile uydurulan tarihi değil. Maalesef tarihimize sahip değiliz.
Bir an önce teşkilâtlar, kendi şehitlerine, kendi kahramanlarına, 1980 öncesinin şanlı mücadelesine sahip çıkmalı, ülkücüleri çapulcu, vatan hainlerini kahraman gibi gösteren propagandaya itiraz seslerini yükseltmelidir.
* * *
Bundan sonraki programımız “Ne yapmalı?” sorusuna cevap aramak olmalı.
Fikir üretimini nasıl tahrik edebiliriz? Kafaların, kalemlerin buna yoğunlaşmasını, bununla heyecanlanmasını nasıl sağlarız?
Yeni kuşakları harekete geçirecek eğitimi nasıl sağlarız? Bu eğitim müfredatı ne olmalıdır? Bu eğitimin en ücra köşelere kadar ulaşmasını, biraz daha resmî, biraz daha kademeli hâle gelmesini nasıl temin ederiz?