Kalitesizlik ve düşük faiz
İbrahim Kahveci 01 Ocak 1970
Bundan önceki son iki yazımın ana konusu şuydu: “Faizcileri coşturan faiz düşmanları” başlıklı yazımda her yerin faiz olduğunu, ülkenin kredi-faiz batağına çekildiğini anlatmıştım. AK Parti öncesi ülke ekonomisinin sadece yüzde 10-15 aralığında olan kredi-faiz oranının bugün yüzde 60’ları geçtiğini vermiştim.
“Asıl faiz sorunu dış borçlanmada” yazımda ise, faizin asıl sorununun dış borçlanmada olduğunu ve dolar faizinin yüzde 10’lara geldiğini aktarmıştım.
Bugün ise işin bam teline dokunacağız. Neden düşük faiz batağına saplanmak zorunda kaldığımızı açıklayacağız.
***
Önce şunu tekrar edelim: Faiz nominal değildir... Faiz reel bir hesaptır. Asıl sorun enflasyondur. Reel faiz de enflasyondan arındırılmış kısımdır.
Ama buna rağmen neden düşük faiz (aslında büyük negatif faiz) ısrarında kaldığımızı izah etmemiz gerekiyor.
Konuya girmeden bir açıklama daha gerekiyor: Hatırlarsanız şöyle bir formül vardı: HDPKK... CHP-HDPKK ve bunun yanına Altılı Masa’nın diğer partileri de ekleniyordu. Neydi bu formülün temeli: HDP ile terör eşit tutuluyor ve ardından HDP ile görüştüğü iddia edilen CHP’de bu formüle ekleniyordu. Ve tabii ki CHP ile Altılı Masa’yı oluşturan diğer partiler de “yardım ve yataklıktan” bu formüle katılıyordu. Aslında ülke ortadan kabak gibi ikiye bölünüyordu desek yeridir..!!
Şimdi o formülde CHP ve dolayısı ile Altılı Masa’nın diğer partileri yok. Kim var? .... Siz söyleyin artık.
Ve bir başka nokta: “Faiz sebep-enflasyon sonuç” diyorlardı. Ne oldu şimdi... Faizi düşürmeye başladıklarından beri enflasyon yüzde 20’lerden yüzde 120’lere fırladı.
Kim soruyor şimdi bu sorunun cevabını: Hani faiz düşünce enflasyon düşecekti?
Cevap var mı?
Soran var mı; sorgulayan var mı? Tıpkı HDPKK formülünü bir gecede unutanlar gibi..
Kişiye bağlılığın görüşü olmaz derim... Kişiye bağlılık dün siyah, bugün beyaz demeyi hiç sorgulatmaz.
Ama İLKESELLİK sormayı ve sorgulamayı getiriyor.
***
Gelelim meselemize... Düşük faiz neden zorunlu?
Benim faiz yazılarımın bir başka yönünü İsmet Özkul Dünya Gazetesi’nde ele almış. Şirketlerin 2009 yılında varlıklarının yüzde 55,4’ü borçlardan oluşurken bu oranın 2021 yılında yüzde 73,4’e geldiğini belirtiyor. Yani şirketlerin kaynaklarının dörtte üçü borçlardan oluşuyor.
Neden bu kadar borçlandık?
Yatırım-üretim hikayesi mi oldu?
Ben izah edeyim: Verimsiz ekonomik modelin sonucunu yaşıyoruz. Verimsizlik sadece şirketlerimizde değil, adeta her yanımızda.
Bugün eğitimde sayı artıyor ama kalite yerlerde sürünüyor. Hatta eski kaliteli üniversiteler bile teker teker çökertiliyor. Binalar var ama içinde bilgi yok... Sayı olarak dolu ama kalite olarak bomboş...
Verimsizlik veya vasatlık her yanımızı sarmış durumda. Şirketlerimiz bu verimsizliği aşırı borçlanma ile örtüyor. Bu nedenle verimsizliğin sürdürülebilmesi için düşük faiz gerekiyor.
Vasatlık üzerine kurulu yönetim modelinin bir zorunluluğudur bu...
Yıllar önce Prof. Dr. Davut Kavranoğlu “daha fazla hıyar satarak ihracatı artırmanın bir hükmü yoktur” demişti. Bugün geldiğimiz noktada;
TİM Başkanı “kurlar artsın”
BSTO Başkanı “Kısa çalışma ödeneğinden işçi ücretleri ödensin” diyebiliyor.
Kimse vasatlık yolunda hızla ilerleyen geri teknolojik ülkemizin gittiği yolu sormuyor. Bu vasatlık ile varacağımız yerin neresi olacağı belli de, onu görebilmek mesele.
***
Nereye gidiyoruz, nasıl gidiyoruz aslında çok açık..Uyguladığımız politikalar bilimsellik kopuk olduğu kadar eğitimimiz de yönetimle benzerlik taşıyor.
Vasatlık üzerine öyle bir sarılmış durumdayız ki, içi çürürken dışını parlattığımız bir süreç yaşıyoruz. Bilgi ve belgenin hükmü olmadığı, ama bir hitabetin her şeyi sildiği yerdeyiz.
Kısaca hep beraber YAPISAL ÇÖKÜŞ yaşıyoruz.
Yarın tarih bugünleri yazdığında bu fotoğrafta yer alan bir çokları epey zorlanacaktır. Ne de olsa en büyük miras itibar değil midir?