AVRUPA BİRLİĞİ ELİYLE MİSYONERLİK:
01 Mayıs 2007
CAMİYE KİLİSE OYUNU
Hazırlayan: Bekir Gündoğmuş
AB destekli skandal
16 Eylül 2006 tarihinde Mardin bölgesinde incelemelerde bulunan Mehmet Elkatmış Başkanlığındaki İnsan Hakları Komisyonu heyeti, Midyat’ta bazı Manastır ve kiliseleri ziyaret eder. AKP’li ve CHP’li komisyon üyeleri bu ziyaret sırasında Bardakçı köyüne de uğrar. Caminin kiliseye çevrilmesi skandalı işte bu ziyaretten hemen sonra resmi bir sürece girer.
AB uğruna Meclis’i olağanüstü toplayarak zinayı suç olmaktan çıkaran, yine AB uyum yasaları çerçevesinde kanunlardan cami ifadesini kaldırıp yerine ibadethane ifadesini koyan AKP, şimdi de bir caminin kiliseye çevrilmesi skandalına imza atıyor. Skandal gelişme Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Bardakçı köyünde yaşandı. Köyün tek camisinin kiliseye çevrilmesi çalışmaları bütün hızıyla sürdürülüyor.
Bardakçı köyünün Ankara ziyaretçileri
Midyat’ın Bardakçı köyünde yaşanan inanılmaz olayın TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin köye gelmesiyle başladığı öğrenildi. 16 Eylül 2006 tarihinde Mardin bölgesinde incelemelerde bulunan Mehmet Elkatmış Başkanlığındaki İnsan Hakları Komisyonu heyeti, Midyat’ta bazı Manastır ve kiliseleri ziyaret eder. AKP’li ve CHP’li komisyon üyeleri bu ziyaret sırasında Bardakçı köyüne de uğrar. Caminin kiliseye çevrilmesi skandalı işte bu ziyaretten hemen sonra resmi bir sürece girer. Köylülerin verdiği bilgilere göre, Bardakçı’ya gelen Elkatmış ve komisyon üyeleri köylülerden “AB sürecinde Süryaniler bize Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmasınlar” bahanesiyle caminin kilise yapılmasına ses çıkarmamalarını ister. Bu isteği ise siyasi baskılar takip eder ve köy sakinleri camilerinin kiliseye çevrilmesi için ikna edilir.
Köyde tek bir Hıristiyan yaşamıyor
Geçmişte Mardin’in doğu bölümünde yoğun olarak yaşayan Süryani vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu Avrupa ülkelerine göç etmiş. Bu nedenle bu bölgede hemen her köyde bir kilise veya manastırla karşılaşmak mümkün. Bardakçı köyünün Süryani sakinleri de yaklaşık 30 yıl önce Avrupa’ya gidenlerden. Ve yıllardır bu köyde hiçbir Hıristiyan vatandaşımız ikamet etmemiş. Caminin kiliseye çevrilmek istendiği Bardakçı köyünde bugün de tek bir Hıristiyan bulunmuyor. Olayın çok daha ilginç tarafı, yılda birkaç kez dışardan gelenler için kapısının açıldığı bir Süryani kilisesi de mevcut. Köylüleri şaşırtan da, tek bir Hıristiyanın yaşamadığı 30 hanelik bir köyde ikinci bir kiliseye ihtiyaç duyulması ve bunun devlet eliyle hayata geçirilmek istenmesi.
Bardakçı Camii’nin tarihçesi
Bardakçı camisinin tarihçesi bu caminin kiliseye dönüştürülemeyeceği gerçeğini de ortaya koyuyor. 1935 yılında tek katlı ve bahçeli olarak inşa edilen bina uzunca bir süre konut ve değirmen olarak kullanıldı. 1973 yılına gelindiğinde ise dönemin Hıristiyan köy muhtarı Bersome Kurt ve kilise papazı Esmer Bilge tarafından imzalanan bir belgeyle bina, köy odası olarak tahsis edildi. Sonrasında ise kayıtlara eğitim odası olarak geçen bu bina, ihtiyar heyeti tarafından ihtiyaca binaen yine resmi olarak camiye çevrildi. Hatta bunun üzerine İl Müftülüğü de camiye kadrolu bir imam atadı. Ve bu süreç yakın zamana kadar böyle devam etti.
Kilise başvurusu Avrupa’dan
Ancak 2000 yılı başlarında Yusuf Bozkurt isimli Avrupa’da yaşayan Süryani bir vatandaş, cami olarak kullanılan binanın geçmişte kilise olduğunu iddia ederek Diyanet’e başvuruda bulundu. Ne var ki Bozkurt’un elinde binanın kilise olduğuna dair hiç bir belge bulunmuyor. Zaten resmi kayıtlarda önce konut olarak gözüken bina sonrasında eğitim odası, en sonunda da cami olarak resmi kayıtlara geçimiş. Yani kilise olduğuna dair hiçbir resmi belge de bulunmuyor.
Ayasofya’nın da kiliseye çevrilmesi talep edilirse...
Avrupa’da yaşayan bir Süryani vatandaşın müracaatıyla içerisinde namaz kılınan Bardakçı köyünün tek camisinin “AB’ye girişimiz sekteye uğrar” diye kiliseye çevrilmek istenmesi akıllara Ayasofya’nın da kiliseye çevrilmesi endişesini getiriyor. Bugüne kadar AB’nin her isteğine ‘evet’ diyen siyasi iktidar Ayasofya için gelecek bir talebe de aynı cevabı mı verecek, kafaları karıştırıyor.
Mardin neye hazırlanıyor?
Mardin Midyat’a bağlı Bardakçı camisinin kiliseye çevrilmesi tartışmalara neden olurken, bölgedeki yüzlerce kilese ve manastırın da topyekün kapsamlı bir restorasyondan geçirilmesi Mardin merkezli tartışmaları da beraberinde getirdi. Restorasyon çalışmalarının finansını GAP’a ve güneydoğuya özel ilgisi bilinen AB’nin sağlaması ise kuşkuları artırıyor. Bölgede yoğun bir şekilde görülen toprak satışlarından sonra kilise ve manastırların restorasyonunun AB tarafından karşılanması dikkat çekici bulunuyor.
Geniş kapsamlı restorasyon
Mardin, Süryani kökenli vatandaşların en yoğun yaşadığı illerin başında geliyordu. Bu nedenle Mardin’in özellikle Midyat, Dargeçit bölgelerinde neredeyse her köyde bir kilise veya manastır bulmak mümkün. Süryani vatandaşlarımızın çok büyük bir kısmı son otuz yıl içerisinde Avrupa’ya göç etmiş bulunuyor. Şuan yaklaşık sadece 2500-3000 civarında Süryani vatandaşımız Mardin’de ikamet ediyor.
Bölgede var olan bu yüzlerce kilise ve manastır son aylarda geniş çaplı bir restorasyondan geçiriliyor. Deyruzzafaran, Deyrulumur, Mor Yakup manastırları bunlardan bazıları...Örneğin Mardin şehir merkezinin hemen yanıbaşındaki Deyruzzafaran kilisesi dört etaptan oluşan büyük bir restoreye alınmış durumda. Sadece bir etabın maliyeti 1.171.046.88 YTL’yi buluyor. 1 trilyon lirayı aşan bu rakam kilisenin restoresinin toplam maliyetinin beş trilyona yakın bir meblağa ulaşması anlamına geliyor. Mardin genelinde var olan kiliselerin oranı düşünülüğünde ise geniş çaplı restorasyon çalışmalarının çok büyük bir proje olduğunu ortaya koyuyor.
Barıştepe köyünde yer alan Mor Yakup manastırı da bu anlamda ilginç bir özelliğe sahip. Bu köyde de hiç Hıristiyan vatandaşımız yok. Ancak ne hikmetse bu manastırda ciddi bir restoreden geçiyor. Sorularımızı cevaplayan kilise rahibi Daniel Bey, hiç Hıristiyan olmamasına rağmen bu köyde hizmet vermek istediklerini söylüyor. Çok daha ilginci ise diğer manastırlarda da olduğu gibi buraya da İsveç’ten çocuklar getirilmiş. Bu çocuklar ömür boyu burada kalmak üzere özel olarak yetiştiriliyor. İster istemez akla da şöyle bir soru geliyor: Bu çocuklar aldıkları eğitimle kimi eğitecekler? Onlara da mı Avrupa’dan öğrenci getirilecek, yoksa öğrenciler Barıştepe köyünden ve civar müslüman köylerden mi toplanacak !
Deyrulumur kilisesinde ise durum biraz daha farklı. Pahalı işlemeli taşlardan yapılan restorasyonun yanı sıra, manastır arazisinin kale gibi çevrilmesi dikkat çekiyor. Manastırın yakınında yer alan Yayvantepe köylülerinin ifadelerine göre, Deyrulumur manastırı, izinsiz bir şekilde arazisini genişletti ve orman arazilerini kalın duvarlarla çevirerek gasp etti. Yine köylülerin ifadesine göre manastır arazisinde müslüman mezarlığı var ve bu mezarlık da manastır içinde yok edildi. Kısa süreli de olsa görüştüğümüz Süryani Metropoliti Samuel Aktaş bütün bu restore çalışmalarının geleceğe yatırım olduğunu açıkca ifade ediyor. Samuel Aktaş, yakın zamanda bütün Süryanilerin bölgeye tekrar yerleşeceğini iddia ediyor.
Finansör Avrupa Birliği
Bütün bu restorasyonların ana kaynağı AB fonları. Son yıllarda Türkiye’de bu tür çalışmalar için kesenin ağzını açan Avrupa Birliği milyonlarca Avroyu kilise restorasyonlarına ayırdı. Uzmanlar, Avrupa Birliği’nin bu politikasını BOP’un kültürel işgal süreci olarak değerlendiriyor. Hiç Hristiyanın yaşamadığı köylerde bile başlatılan kilise restorasyonları, bölgenin inanç yapısını değiştirmeye yönelik organizasyonlar olarak kabul ediliyor.
AKP, milletin inancını hiçe sayıyor
AKP’nin milletin inancını hiçe sayan uygulamalarından bazıları:
* Zinayı TCK’dan suç olmaktan çıkardılar.
* Ders kitaplarında ayetlere sansür koydular..
* Cami ifadesini kanunlardan çıkarıp, yerine ‘ibadethane’ ifadesini koydular ve böylece apartman kiliselerin ve misyonerlik çalışmalarının önünü açtılar.
* Ezanın sesinin kısılmasına dair genelge yayımladılar
* Kur’an öğrenimi yasağını TCK’ya koydular. Dedelerin, ninelerin bile torunlarına Kur’an öğretimesini yasak saydılar.
* “Namus borcumuz” dedikleri başörtüsü yasağının kalkması için dört yıldır hiçbir adım atmadılar. Leyla Şahin davasında AİHM’ne verdikleri savunmada, başörtüsünün karşısında yer aldılar. AKP döneminde başörtülü hastaları hastaneler kabul etmedi..
* İmam Hatip ve meslek liselilerin katsayı adaletsizliğini dört yıldır devam ettirdiler. Başbakan Erdoğan İmam Hatiplerle ilgili “biz bedel ödemeye hazır değiliz” diyerek milleti hayal kırıklığına uğrattı.
* ‘Allah indinde tek din islamdır’ ayetinin Cuma hutbelerinde okutulmaması için din görevlilerine tebliğde bulunuldu.
* Domuz eti ilk kez Tarım Bakanlığı gıda kodeksine dahil edildi. Böylece kasap reyonlarında domuz etinin satışı yasallaşmış oldu. Domuz çiftlikleri teşvik kapsamına alındı.
* Dinlerarası diyaloğun hamiliğine soyunup, dinler parkı, dinler bahçesi projelerini hayata geçirdiler.
* 1 Mart tezkeresini hazırladılar, bir genelgeyle havaalanı ve limanları Amerikan ordusunun kullanımına açtılar. Böylece Bush’un ‘Haçlı seferi’ olarak tanımladığı işgal operasyonlarının bir parçası oldular.
* İsrail’in güvenliği için ve İsrail’in talebiyle kamuoyuna rağmen Lübnan’a asker gönderdiler.
Yüzlerce kilise ve manastır Avrupa Birliği finansmanıyla restore ediliyor, bölge adım adım misyonerlik kıskacına sokuluyor…
70 çocuk Hıristiyan yapıldı
Şanlıurfa’da açılan Dinler parkı, Antalya’da Dinler bahçesi, Hatay ve Ankara’da yapılan Medeniyetler buluşması toplantıları da Mardin toplantısının takipçisi olmuştu. Aradan geçen üç yıl içerisinde endişelerin ne kadar yerinde olduğu bugün restorasyon adı altında yaşanan bu olaylarla birlikte çok daha iyi anlaşılıyor...
Süryani kökenli vatandaşların da yaşadığı Mardin, son yıllarda Türkiye’de yoğunlaştırılan dinlerarası diyalog çalışmalarının önemli bir merkezi olarak kabul ediliyor. 13 Mayıs 2004 yılında Kasimiye Medresesi’nde yapılan ilk Dinlerarası Diyalog toplantısında bir Müslüman kadınla Hıristiyan bir erkeğin evlilik meraseminin hem kilise hem de camide yapılması büyük tartışmalara neden olmuş ve endişeyle karşılanmıştı. Şanlıurfa’da açılan Dinler parkı, Antalya’da Dinler bahçesi, Hatay ve Ankara’da yapılan Medeniyetler buluşması toplantıları da Mardin toplantısının takipçisi olmuştu. Aradan geçen üç yıl içerisinde endişelerin ne kadar yerinde olduğu bugün restorasyon adı altında yaşanan bu olaylarla birlikte çok daha iyi anlaşılıyor.
Harran bölgesi başta olmak üzere Urfa ve bölge illerindeki toprak satışlarının yoğunluk kazanması da Mardin’deki kilise ve manastır restorasyon çalışmalarını daha anlamlı kılıyor.
İsraillilerin istedikleri arazi de Mardin’in sınırları içerisinde
Irak’ın parçalanması planları çerçevesinde Kuzey Irak’taki gelişmeler de Mardin ilini stratejik bir konuma oturtuyor. Irak sınırına yakın olması nedeniyle Mardin, son dönemde iyiden iyiye konuşulan Kuzey Irak hesaplarında göz ardı edilmemesi gereken bir konuma sahip. Son günlerin en çok tartışma konularından birisi olan ve İsraillilerin almak istediği mayınlı arazinin de Mardin sınırları içerisinde bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Mardin aynı zamanda dünyanın en büyük üçüncü antik kenti kimliğine de sahip.
Tarih boyunca güneydoğu bölgemizin de içerisinde gösterildiği Arz-ı Mev’ud’a sahip olmak isteyen öğretiyle kurulan işgalci İsrail’in bölgedeki faaliyetleri de biliniyor. Kuzey Irak’ta MOSSAD’ın artan faaliyetlerinin yanı sıra, İsrailli işadamlarının güneydoğu illerimizden aracılarla toprak almaları da İsrail endişesini güçlendiriyor. Mardin’deki bu gelişmeler Türkiye’yi de içerisine alan çok büyük bir projenin önemli bir parçası olarak görülüyor.
AB yolu buradan geçer, dediler... BOP’un cazibe merkezi olacağını söylediler... Misyonerlerse şimdi Diyarbakırlı çocukları Hıristiyan yapıyor…
İşte o çocuklar!
Özellikle büyük şehirlerimiz ve stratejik öneme haiz illerimizde yoğunlaşan misyonerlik faaliyetleri Diyarbakır’da da etkisini arttırdı. Mesut Yılmaz’ın “AB’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer’ sözü ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’ın BOP’un cazibe merkezi olacağını ilanıyla çokça tartışılan Diyarbakır bugünlerde misyonerlik çalışmalarının merkez illerinden birisi haline dönüşüyor. Bin yıllardır İslam şehri olan Diyarbakır’da şimdilerde Müslüman çocuklar kandırılarak din değiştiriyor.
Avrupa Komisyonu üyelerinin ve başta ABD olmak üzere yabancı ülke elçilerinin uğrak yeri Diyarbakır, ABD ve AB’nin üzerinde hassasiyetle durduğu şehir olarak biliniyor. İç ve dış politikanın önemli şehri Diyarbakır son zamanlarda misyonerlerin de ilgi odağı haline geldi. Bölgedeki terörle birlikte yoğun göç alan ve bu hızlı nüfus artışı dolayısıyla işsizliğin en yaygın olduğu illerin başında gelen Diyarbakır bu özelliğiyle de misyonerler için uygun bir zemin oluşturuyor. Hırsızlık ve kapkaçın yaygınlaştığı, uyuşturucu kullanımının korkunç derecede artış gösterdiği Diyarbakır şimdi ise misyonerlerin saldırılarına maruz kalıyor.
Özellikle Protestan misyonerlerinin akın ettiği Diyarbakır’daki misyonerlik çalışmalarının en somut örneğini şehrin Urfa Kapısı’nın hemen girişinde açılan Protestan Kilisesi oluşturuyor. Bu kilisenin kurulmasıyla birlikte kısa sürede onlarca müslüman genç ve çocuk Hıristiyan yapıldı. Aynı mahallede yaşayan bazı çocuklar ise arkadaşlarının para karşılığı kiliseye gittiklerini iddia ediyor. Bölge halkı da ciddi bir tehdit halini alan bu çalışmalardan kaygılı...
Diyanet bize karışamaz
Tarihi Meryemana Süryani Kilisesi’nin hemen karşısında bulunan Diyarbakır Protestan Kilisesi 2003 yılında kuruldu. Yaklaşık dört yıldır bölgede resmi olarak faaliyet gösteren kilise, şu ana kadar yetmişe yakın Müslüman çocuğun Hıristiyan olmasına sebep oldu. Bu kilisede üç yaşındaki çocuklar bile din eğitimi alıyor. 12 yaşından küçük çocukların Kur’an öğreniminin yasak olduğu bir ülkede bizzat kilisenin papazından 3 yaşındaki çocuklara Hıristiyanlığın öğretildiğini duyunca ister istemez şaşırıyoruz. Din ve vicdan özgürlüğünü herkes için savunuyor ve istiyoruz ama yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’mizde Kur’an öğreniminin önündeki engeller dolayısıyla kilisenin papazı Güvener’e “3 yaşındaki çocukların Kilise’de din eğitimi alması yasak değil mi?” diye soruyoruz. Kendisini vaiz ve misyoner olarak tanımlayan Güvener’in “Diyanet bize elektrik ve su vermiyor, dolayısıyla bizden böyle bir şey isteyemez” cevabı şaşkınlığımızı daha da arttırıyor.
Kilise değil, sanki ilköğretim okulu...
Pazar günü gittiğimiz Diyarbakır Protestan Kilisesi’nde bulunduğumuz her dakika şaşkınlığımız biraz da artıyordu. Kilisenin papazı Vaiz Ahmet Güvener’le konuşurken ayinden çıkan çocuklar kafetaryaya doğru yaklaştıkça hayret içinde kalıyoruz. Zira, aralarında yabancı uyrukluların da bulunduğu çocukların yaş ortalaması 8-9 civarındaydı. İsimlerini soruyoruz çocukların: Ayşe, Fatma, Gülistan...
“İsa’nın bedeninde canları özgürlük buluyor”
Papaz Ahmet Güvener’e göre çocuklar kandırılmıyor, tam tersine çocuklar ilahi kurtuluşla tanışıyor ve yine kendi ifadesiyle “İsa’nın bedeninde canları özgürlük buluyor”. Ancak kilisenin bulunduğu mahallede konuştuğumuz ve isminin açıklanmasını istemeyen bazı vatandaşlar ve çocuklar ise kilisede para dağıtıldığını iddia ediyor. Hatta bir çocuk; “Arkadaşlarımız var şu an orda, biz biliyoruz ki onlara para veriliyor” diyor.
Eğitmen Amerika’dan
İsminin Timmy olduğunu öğrendiğimiz bir eğitmen dikkatimizi çekiyor. Montana’dan Diyarbakır’a gelen ve yerleşen Timmy ”Niçin Diyarbakır” sorumuza ilginç bir cevap veriyor: “ İhtiyaç olduğunu söylediler ben de eşimle birlikte buraya yerleştim...”. Gördüklerimiz, duyduklarımız şaşırtmaya devam ediyor. Bir insan Amerika’dan kalkıp Diyarbakır’a gelecek ve buraya yerleşecek. Bunda da hiç bir olağanüstü durum görülmeyecek! Mardin’e İsveç’ten gelen öğrenciler gibi... Bu şaşkınlıklar ışığında, ABD ve Avrupa’nın son dönemde yakın ilgi gösterdiği Diyarbakır’da böyle bir duruma şüpheyle yaklaşmamak neredeyse imkansız hale geliyor.
Her taşın altında İsrail var!
Bilindiği üzere Hıristiyanların Katolik, Ortodoks ve Protestanlık olmak üzere bilinen üç mezhebi var. Ancak diğer ikisi, Protestanları Hıristiyan olarak bile kabul etmiyor. Çünkü Protestanlar kendilerine kaynak olarak Hıristiyanlığın yanı sıra Siyonist kaynakları da kabul ediyor. Çok daha ilginci ise Hazreti İsa’nın yeryüzüne inmesi için Büyük İsrail’in kurulması gerektiğine inanan Protestanlar, Fırat ile Nil arasında yapılacak büyük ve kanlı bir savaşta, tüm ulusların saldırısına uğrayan İsrail’in, Hz. İsa tarafından bir dağı yararak kurtulacağına iman ediyor. Büyük İsrail Projesi olarak bilinen BOP’u gerçekleştirmek için Amerikan ordusunu Ortadoğu’ya yığan ABD Başkanı Bush da bu inancın yılmaz savunucusu. İşte bu nedenle İsrail’in hedefindeki bölgenin içinde yer alan Diyarbakır’da bu faaliyetleri Protestan Kilisesi’nin yönlendirmesi çok daha dikkat çekici bir hal alıyor.