6-7 Eylül olayları ve İngiliz kışkırtması
01 Ocak 1970
Anadolu topraklarında yaşayan Müslüman Türk halkının alnına bir kara eke olarak yazılmak istenen 6-7 eylül olayları hala gizemini koruyor. Resmi tarih ve 27 Mayıs İhtilalini yapan darbeci zihniyet olayı dönemin iktidarı Demokrat Parti ve Başbakanı Adnan Menderes’e yüklese de tarihi bilgiler olayın gizli servisler tarafından hazırlanan bir kışkırtma hareketi olduğu gerçeğini işaret ediyor. "Yunanlılar Selânik'te Atatürk'ün doğduğu evi bombaladı haberi üzerine İstanbul'da azınlıklara ait olduğunu düşündükleri ev ve işyelerine kalabalıkların saldırması” diye özetlenen ‘6-7 Eylül Olayları’, resmi tarih kitaplarında ‘çoğunluk’ olan Müslüman İstanbul ahalisinin, ‘azınlıklara’ saldırısı olarak aktarılmakta. Şeklen doğru olan bu aktarım gizli bazı hakikatlerdense uzak. Çünkü, tamamen halkın fevri tepkisi olarak ifade edilen olayda gizli servis parmağı daha sonra ortaya çıkmıştı. Ancak resmi tarih olayı tamamen dönemin hükümeti Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes’in üzerine yıkmıştı.
İLGİNÇ BAĞLANTILAR!
Anadolu Ajansı'nın muhabirliğini de yapan ve haberi Türkiye’ye aktaran Cemile Sara Korle, Atina'da yaptığı haberi şöyle anlatır: 'Atina'da iken yardımcı olarak Yunan birini tutmuştum. Rumca bilmediğim için bazı konuları o takip ediyordu. Bir gün bana geldi ve 'Selanik'te Atatürk evinde bomba patladı' diye haber verdi. Patlayan bomba değildi. Benim de verdiğim haber, gazete kâğıdına sarılmış iki tane dinamit lokumuydu. Kocaman bomba değil. O zamanlar bilmiyorum, her nedense bazı gazeteler büyük manşetlerle verdi." Ve ne ilginçtir ki gazeteci Cemile Sara Korle'nin eşi Sinan Korle de Birleşmiş Milletler'e protokol müdürü olur.
“MUHTEŞEM BİR ÖZEL HARP OPERASYONUYDU”
Org. Sabri Yirmibeşoğlu'nun çok sonraları "Muhteşem bir özel harp operasyonuydu" diye tanımladığı olayda Selânik'teki eve bomba koyan Oktay Engin daha sonra Yunanistan'dan kaçırıldı ve sonraları Emniyet'te güvenlik dairesi başkanlığı ile Nevşehir valiliği yaptı.
İNGİLİZ ÖNGÖRÜSÜ MÜ, PLAN İFŞASI MI?
Ağustos 1954'te, Atina'daki İngiliz Büyükelçiliği, “Şimdi iyi görünse de, Türk-Yunan ilişkileri küçük bir şok ile bozulacak kadar yüzeyseldir” görüşünü merkeze iletirken “Sözgelimi, Selanik'teki Atatürk evinde meydana gelecek küçük bir tahribat ilişkilerin sonu olur” örneğini vermiş. Bu müthiş İngiliz ‘öngörüsü’ yaşananlarda İngiliz parmağı olduğu gerçeğinin bir belirtisi.
'JAMES BOND' VE 6-7 EYLÜL OLAYLARI
‘James Bond’ filmlerinin üzerine oturduğu romanların yazarı Ian Fleming isminin 6-7 Eylül olaylarıyla ne gibi bir ilgisi olabilir? Şöyle:
1908 doğumlu Ian Fleming, 1939'dan öldüğü 1964'e kadar, İngiliz MI6 (dış istihbarat) örgütünün önemli elemanlarından biriydi. Romanlarında kullandığı James Bond karakterinde kendi hayat öyküsüyle paralellikler bulunduğu bilinir. Fleming gerçekten de 6 Eylül tarihinde İstanbul'daydı ve olayları baştan sona izlemişti. İngiliz Sunday Times gazetesine “İstanbul'da büyük ayaklanma” gözlemini sıcağı sıcağına yazan kişi Fleming'ti. İnterpolcu kisvesiyle geldiği İstanbul'da toplantıyı ektiğini ve yağmalama sırasında Beyoğlu'nda olduğunu hiç inkâr etmemiştir Ian Fleming.
PEKİ NEDEN KIŞKIRTMA YAPILDI?
Komplo teorisyenleri ve uzmanların bu tür olaylarda üzerinde durduğu çok nemli bir nokta vardır: “Bir olayın değerlendirmek için kime fayda, kime zarar sağladığına bakmalı” 6 Eylül 1955 Londra'da Kıbrıs üzerine ilk önemli toplantının yapıldığı tarihtir. Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs'ın geleceğini konuşmak üzere Yunan ve İngiliz dışişleri bakanlarıyla buluşmuştu. Üç ülke arasında Kıbrıs konusunda en mâsumu olan Türkiye toplantının gidişini etkileyebilecek konumdaydı ve politik manevralar ve son gelişmelerle Türkiye’nin eli oldukça güçlenmişti.
Peki, 6-7 Eylül olaylarının sonrasında ne oldu? Türk halkı dünya kamuoyunda yağmacı ve saldırgan olarak ‘fişlendi’ ve Kıbrıs görüşmelerinde de rota birden değişti.
Ayrıca, 6-7 Eylül’ün hemen ardından İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti ve gelişmeler Demokrat Parti iktidarının sonunu getirmede gerekçe olarak kullanıldı.
27 Mayıs İhtilali sonrası Yassıada'da görülen dâvâlardan biri de 6-7 Eylül olayıydı. Özellikle Başbakan Adnan Menderes'in olayı önceden planladığı kayıtlara geçirilmek istendi ve Demokrat Parti davada suçlu bulundu. ‘Halkı ayaklanmaya azmettirmek, cana ve mala zarar verilmesine sebebiyet isnadı ile Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu başta olmak üzere çok sayıda yetkili mahkûm oldu.
MENDERES KENDİNİ SAVUNUYOR!
Yunan mahkemelerinin sorumlu tuttuğu DP hükümetine; 5 yıl sonra benzer suçlamalar yapıldı. Menderes’in 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili kendi el yazısıyla yazdığı savunma 18 Kasım 1960’a ait. Adalet Divanı Yüksek Başkanlığı’na verilen yazıda Menderes, Yassıada Mahkemesi’ni Yunan mahkemeleri gibi davranmakla eleştiriyor ve şunları dile getiriyor:
“6-7 Eylül hadiselerini bizlerin çıkardığımıza ait ileri sürülen iddiaların tek mesnedi Yunan mahkemesinin hükmünden mi ibarettir, bilemiyoruz? Yunan mahkemelerinin kararı hangi delillerle bu neticeye varmış bulunuyor, keza meçhulümüz. Bu muhakemenin mürettep ve muallel olduğuna dair birçok delil mevcuttur. Bir kere Yunan milli menfaatleri bakımından 6-7 Eylül hadiselerinin memleketimize atf ve isnadı fevkalade bir ehemmiyeti haizdi. Yunan mahkemesinin kararının tam menti elimizde yok ki müdafaamızı yapabilelim.” Menderes’in avukatı Talat Asal ise verdiği yazılı savunmada Mahkeme Başsavcısı Altay Egesel için “Delilsizlikten bunalan savcı” tabirini kullanıyor.
6-7 EYLÜL’DE NELER YAŞANDI?
1955 yılında “Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atıldı” şeklindeki yalan haberle 6 Eylül akşamı başlayan ve yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında (aralarında iki Ortodoks papaz da olmak üzere) 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetti, 32 Rum da ağır yaralandı. Fiziksel zarar, 4.348 Ruma ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve 73 kilise ve mezarlıklar ile 1000'in üzerinde Rumlara ait evin tahrip edilmesi ya da yakılması şeklinde ortaya çıktı.
Ekonomik zarar, Türk Hükümeti'ne göre 69,5 milyon Türk Lirası, İngiliz diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini, Dünya Kiliseler Birliği'ne göre 150 milyon Amerikan Doları, Yunan Hükümeti'ne göre ise 500 milyon Amerikan Doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti (DP) hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası civarında tazminat ödedi.
Bu olaylar sonucunda Türkiye'de yaşayan Rum azınlığına ait binlerce Rum Türkiye’den göç etmiştir. Zamanla kalan Rumlar da İstanbul’u terk etti. 1923 yılında 110.000'i bulan İstanbul'daki Rum nüfus, 1999 yılında 2.500 kişiye düştü.
Türk Milliyetçiliği ve Homojenleştirme Politikası
19. ve 20. yüzyıllarında çokuluslu imparatorlukların dağılmasını, etnik olarak homojen devletlerin kurulması çabası izlemiştir. 1919-1920 Paris Barış ve 1923 Lozan antlaşmalarının sonucunda homojen ulus-devletler değil, içlerindeki etnik gruplardan birinin, kaderini tayin hakkını kendinde gördüğü ve kendini yeni devletin taşıyıcısı olarak tanımlarken diğer etnik gruplara azınlık statüsünü atfettiği devletler oluşmuştur. Ancak, bu yeni devletlerin azınlıkları, genellikle, ulus-devletin homojenleştirilmesi önünde bir engel ve hatta tehdit olarak algılanmışlardır. Devletin yeni meşruiyet zeminini meydana getiren unsur, etnik-kültürel birlik olarak kabul edildiğinden, diğer etnik grupların varlığı, ancak yeni devletin bir zaafı olarak görülebilecektir...
6-7 Olayları’nın Hikayesi
Türk dış politikasında hâlâ önemli bir yer tutan Kıbrıs sorunu, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Londra’da Kıbrıs konusunda görüşmeleri sürdüren Dışişleri yetkilileri temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evinde bir bomba patlaması ile ilgili haber önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayınlanır. Bunun üzerine, “Ata’mızın Evi Bombalandı” manşeti ile ikinci baskı yapan İstanbul Express gazetesinin nüshaları o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” üyeleri tarafından bütün İstanbul’da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlanır...
“6-7 Eylül”e
Tanıklıklar...
“Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, 2 yaşındaydı Lula. (Sarıyer) Yenimahalle’de yazlıktaydık. İstanbul’dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n’apalım derken artık karanlık da oldu. Arka taraftan bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula’yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hiç zaman kaybetmeden oda kapısını açtı. Türkçe’yi Türk gibi konuşuyordu babam. ‘Kırıyoruz’ dedi, ‘Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun’ dedi, gelenler. ‘Beni, karımı, kızlarımı, öldürün’ dedi babam. ‘Yok, öldürmeye iznimiz yok’ dediler, ‘kırmaya iznimiz var.’ İsmini sordular, ‘Kemal’ dedi babam. ‘Af edersin, Kemal ağabey’ deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki ‘Hangi Kemal? Bu Koço’dur, Rumdur.’ Tekrar geri geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde hiçbir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, ‘kırın’ diyordu babam, ne yapsın, ‘kırın, atın, helal olsun, atın!’ Kırdılar, vurdular, gittiler. Geceyi nasıl geçireceğiz? Papazın kızlarını istediler, ‘Burada yoklar’ dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler.” Aynı saatlerde, F.S.’nin kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci’den yola çıkar. “O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci’den, Yenimahalle’ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı.”...